bugün

milyonlarca galakside muhtemelen canı sıkılmış olmalı ki insan gibi küçük bir varlıkla uğraşmaktadır.
mutlak bir değerlendir hesap verme düşüncesi insanla beraber varolmuş en eski düşüncelerden biridir belkide.
kanaatimce insanlar bir araya geldikleri andan itibaren güçlü olanın güçsüz olanı bastırmak için kullandığı en büyük koz olduğu için hiç bir zaman gücünü kaybetmemiş bir düşüncedir.
çünkü güçlü olmak azınlık olmaktır.
dünyannın çoğunluğu zayıflardan oluşur ve güçlünün gücünü koruması için zayıfların bir araya gelip kendilerinden daha güçlü olmasını engellemesi gerekir.
bunu da işte bu hesap sistemi yapar.
,396
Gerçek islam bu değil…
egoistin tekidir.
bazı kullarına ayrıcalık tanımıştır. uçanı kaçanı sikebilirsiniz diye.
önce kendine inanması lazım.

inanmıyorsan da saygı duy...
Nisa 56.

Mesajlarımızın doğruluğunu inkâr edenleri, zamanı geldiğinde ateşe mahkum edeceğiz ve derileri her yanıp döküldüğünde, onları yeni derilerle değiştireceğiz ki, azabı tam olarak tadabilsinler. Şüphe yok ki, Allah çok güçlüdür ve yaptığı herşeyi yerli yerince yapandır.



(bkz: noluyor amk)
derisiz acı çekmiyor muymuşuz? çok saçma...
istediği gibi tehdit eder, kimse hesap soramaz, rızkını o veriyor, geceyi gündüzü güneşi yağmuru o veriyor, nefesi yutkunmayı, ruhunu o verip o alırken, senin ne hükmün var. Bir nefeslik canımız varken kime neye kafa tutuyorsun. Ölümünü engelleyebiliyormusun, hastalığı, yaşlanmayı durdurabiliyormusun yok.. Ee bu küstahlık kibir inkar niye? Toprak olup gidecek. Asr suresinde, asra yemin olsun, insanların çoğu zararda ziyandadır. Sadece iman eden, faydalı işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler bu zararın dışındadır. Hadi eyvallah.
sözde tanrı özde insan.
Abd destekli israil.
sizin derdiniz islam be!! şaka maka dinin insan icadı olduğu bu çelişkiler sayesinde ortaya çıkıyor. koskoca tanrı sürekli kendisiyle çelişiyor ve insanlar tarafından ille de övülmek, bilinmek ve tapılmak isteniyor. bak sen şu işe dedirtiyor insana. hayal gücümde ben de tanrı olabiliyorum ama gerçekte aciz bir insanım sadece. her şeyi anlamak için hayal gücünüzü kullanmanız yeterli. hayal gücü her şeydir. o yeteneğe sahip değilseniz dünyanın en yoksul insanısınız demektir.

Her dakika övülmek isteyen bir Tanrıya inanamam. –Friedrich Nietzsche
özgürlük, kurallar, hak ve adalet, ödül ve ceza kavramlarının hayatın ve toplumun içinde ne anlama geldiğini bilmeyenlerin yada yeteri kadar düşünemeyenlerin sorusu. cevabı var elbette;

aslında burada yapılan itiraz yaradanın muamelesine. yani diyor ki: rab beni yarattı, üzerimde en fazla hak sahibi olarak bana kendisine iman etmemi, gönderdiği din üzerine yaşamamı istiyor. kendisine kulluk etmemi, ona şükür etmemi, temiz doğru dürüst ve ahlaklı bir hayat sürmemi, her varlığın hakkına hukukuna riayet etmemi istiyor. ben buna itiraz ediyorum. iman etmiyorum. inanmıyorum. onun rabbaniyetini ilahlığını kabul etmiyorum. dilediğimce yaşararım, işime gelirse eğer menfaatim varsa düzgün, yok eğer herhangi bir çıkarım yoksa istersem eğri hareket eder, fırsatını bulursam nefsimin her istediğimi yaparım. kimse karışamaz. ben keyfim ve kahyası varız. vesaire...

he işte kısaca dedikleri bu. şayet siz cenabı hakkın muamelesini eleştiriyorsanız, zatını biliyor anlıyor idrak ediyor ama kabul etmiyorsunuz demektir. yoksa iddia ettiğiniz gibi ortada bir ilah olmasaydı, cezasını yada mükafatını veyahutta dinini eleştirmenin, sorgulamanın ve kabul etmemenin de bir anlam ifade etmeyeceği bariz açık ve net bir gerçektir.

öyle ya, olmayan bir allahın cezası mükafatı olur mu? olmaz. ha bazısı daha sivri zekalı, o tipler de diyor ki, dinler hayal ürünü. peki ya hayatın kuralları ne olacak? burdan mantık yürütüp kıyas yapamıyor. asıl çelişkili ve tutarsız olan bu zihniyet işte. akılları var ama görmek istemiyorlar. hani geçenlerde kadının biri kırmızı ışıkta geçti ya, trafik polisi ceza kesmek için durdurunca kadının söylediği laf şu:" istediğim yerden istediğim zaman geçerim, kimse karışamaz" he işte bunların kafası da aynı. ahmak kafası.

---spoiler---
Kuralları belirlenmiş bir sistem hayal edelim. Bu sistemde, kurallara uyanlar ödüllendirilirken kurallara uymayanlar ise cezalandırılır. Bu konuyu daha iyi anlamak için bir eğitim kurumunu ele alalım. Örnek olarak bir okul düşünelim. Bu okulda , öğretmenler ve yönetim tarafından disiplini sağlamak ve herkesin haklarını korumak için bazı kurallar belirlenmiştir. Örneğin, bir öğrencinin başka bir öğrenciye şiddet uygulaması kesinlikle kabul edilemez. Bu kural, sizi başkasına şiddet uygulamaktan alıkoyarken, aynı zamanda başkalarının da size şiddet uygulamasını engeller. Bu nedenle, bu kurallar aynı zamanda sizin çıkarlarınız için de son derece önemlidir.

Bu okulda, öğrenciler bu kurallar hakkında bilgilendirilmesine rağmen yine de, bir öğrenci olarak siz, başka bir öğrenci tarafından şiddet eylemiyle karşılaşırsanız ne yapılmasını istersiniz? Elbette, haksız davranışı nedeniyle belirlenen cezanın uygulanmasını beklersiniz değil mi? Eğer bu ceza uygulanmazsa, size karşı uygulanan şiddet bir haksızlık olduğu gibi okul yönetimi tarafından yaptırım uygulanmaması da ayrı bir haksızlık olur. Bu durum, okul yönetiminin size haklarınızın korunacağına dair taahhütte bulunduğu düşünüldüğünde, daha büyük bir haksızlık olarak değerlendirilebilir.

Şimdi düşünelim: Eğer küçük bir okul sisteminde böyle bir düzen oluşturulmazsa, kaos hüküm sürebilir ve büyük haksızlıklar yaşanabilir. Oysa evrende, bu geniş kainatta, bir düzen ve kurallar bütünü olmazsa, hangi büyük haksızlıkların meydana gelebileceğini tahmin etmek bile güç olur, değil mi? işte tam bu noktada, Allah islam dini aracılığıyla bize bir düzen ve kurallar sistemi sunuyor.

Halbuki dünyaya baktığımızda, maalesef herkesin hak ettiği değeri alamadığını, zalimlerin zulmünde, mazlumların zilletinde bu dünyadan göçüp gittiğini görüyoruz. Örnek vermek gerekirse, yıllarca büyük emeklerle yetiştirdiğiniz kızınızın, bir caninin tecavüz ve cinayetine maruz kalıp hayatını kaybetmesini düşünelim. Bu caniye müebbet hapis cezası verilse bile, sizin iç huzurunuz sağlanır mı? O caninin aldığı müebbet hapis cezası kızınızı geri getirir mi? Hayır, maalesef geri dönüşü olmayan bir kayıp yaşamış olursunuz.

Bu gibi durumlar adalet kavramını sorgulamamıza neden olur. Adalet, suçluya ceza vermenin yanı sıra mağdura hakkını geri verme gerekliliğini içerir. Ancak dünyadaki adalet sistemi, tam anlamıyla mağdura adaleti sağlamada yetersiz kalabilir. Bu durumda, cennet ve cehennem kavramlarının varlığı önem kazanır. Zira sadece cennet ve cehennem sayesinde, zalimlere verilen cezaların yanı sıra mağdurlar da haklarını tam anlamıyla geri alabilir.

Cennet ve cehennem, Allah’ın adaletini gerçekleştirmenin bir yolu olarak düşünülebilir. Eğer cennet ve cehennem olmasaydı, ne sizin iç huzurunuz sağlanabilirdi ne de kızınızın yaşam hakkı geri getirilebilirdi. Bu nedenle, cennet ve cehennem kavramları, Allah’ın adaletini tamamlama ve mağdurlara teselli ve adalet sağlama amacını taşır.

Başka bir örnek vermek gerekirse, Mao Zedong gibi iktidarı boyunca 50 milyondan fazla kişinin veya Adolf Hitler gibi kendi döneminde 17 milyondan fazla insanın katledilmesine sebep olan diktatörleri ele alalım. Bu kişilere ölüm cezası bile verilse, yaptıkları katliamın karşısında hafif kalır değil mi? Adaletin gereği olarak milyonlarca kişiyi öldüren bir insanın milyonlarca kez öldürülmesi gerektiğini düşünebiliriz, ancak bu durumda yaşadığımız dünyada bunun gerçekleşmesi mümkün değildir.işte bu dünyada gerçekleşmeyen adalet, ahirette tamamlanır. Sadece cehennemde, böyle canice eylemlerin karşılığı verilebilir.

Bir ülkede hapishane, insanları içeri tıkmak için inşa edilmez. Hapishaneler, suçlulara hak ettikleri cezayı vermek ve toplumu korumak amacıyla kurulur. Benzer şekilde, Allah da insanları, cehenneme atmak için yaratmamıştır; ancak kanunlara uymayan kullarına hak ettikleri cezayı vermek için Cehennemi yaratmıştır. Zalime verilen ceza, aslında mazluma gösterilen merhametin en büyük göstergesidir.

https://meskenakademi.com...aratm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r.

https://www.google.com/am...kleri-neden-yaratti%3famp

---spoiler---
Psikolojide bile ödül- ceza yöntemini uygulayan davranışçı yaklaşım, bilişsel süreçleri göz ardı ettiği ve oldukça ilkel olduğu için eleştirilirken böylesine yüce ve gelişmiş(?) bir varlığın hala da bu yöntemi kullanması oldukça şüphe uyandırıcı. Bu güç olsa olsa m.s 500-600 yıllarında Arap yarımadasında doğup büyümüş bir insana ait güçtür. Şu yaşadığımız çağa kadar gelebilmesi ise tamamen cezanın korkusu sayesinde. Bakalım ne zaman uyanacak insanlar.