bugün

rad suresi 28.ayet.

görsel
Kalbe “samed aynası” deniliyor. Samed, yâni her şeyin kendisine muhtaç olduğu, ihtiyaçtan münezzeh Allah...

Ve bu kalbin tatmini için yegâne reçete: “bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur). (ra’d, 28)

Mideye ve ona gönderilen gıdaya, görmeye ve onu temin eden ziyaya, akla ve onu tatmin eden mânâya, kısacası maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç olan bu âciz ve fakir beşerin, o ummanlardan daha geniş kalbini, ancak bütün mahlûkatın hâlikı ve mâliki olan Allah’ı zikir, yâni o’nu yâd etme, o’nu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, o’ndan başka neyi yâd etse mahlûku yâd etmiş, o’ndan gayri neyi sevse fâniyi sevmiş olur. Bunlar ise şeref ve kıymet itibarıyla kalpten çok aşağı olan şeyler. O ulvî kalp, bu süflî eşya ile tatmin olmadığı içindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. işte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatları, ölüm çığlıklarıdır.

Kâinatın meyvesi ve cennetin yolcusu olan insanı, bu fâni dünyanın basit işleri tatmin edemiyor.

Nur külliyatından bir ulvî reçete: “iman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.” Sözler

Demek ki, iki dünya saadetinin birinci şartı ve her türlü manevî hastalıkların en büyük ilâcı: iman. ‘iman’ eden insan, sahipsiz, hâmisiz olmadığının şuuruna ermiştir. Bu ise başlı başına ve en büyük bir saadet. ‘tevhid’e eren insan herkesi, her şeyi ve her hâdiseyi Allah’a isnat etmenin rahatlığına kavuşmuştur.

Anne rahminde, rabbinin rahmetine emanet olmasının ne kadar hayatî neticeler doğurduğunun şuuru içinde, bu dünya hayatında o’na ‘teslim’ olan insanın ruhunu, hiçbir hâdise yaralayamaz, hiçbir acı incitemez, hiçbir keder karartamaz.

Ve sonunda ‘tevekkül’ün ruhuna eren insan, kendisine rabbinin bir ihsanı olan cüz-i iradesini, yine o’nun namına ve rızası dairesinde kullanarak o’na tevekkül eder ve her türlü takdirine razı olur. Saadet-i dareyn, yâni dünya ve âhiret saadeti de bu dört esasa bağlıdır.

işte stres, huzur ve rahatı bu dairenin dışında arayanların acı âkıbetinin adıdır.
iki manzara: Bir yanda, insanı perişan etmek için aralıksız çalışan inanç katilleri, iffet düşmanları, en kısa ifadesiyle şer odakları... Zehir pazarlayan meyhaneler, pis havalı kumarhaneler, haya düşmanı moda odakları, körpe dimağları rezalete özendiren romanlar, hikâyeler... Ve dünyanın her tarafından ekranlara hücum ederek ruhu kemiren müstehcen sahneler. Ümitsizlik aşılamakla kalbi perişan eden acı haberler. Bitmek bilmeyen boğuşmalar. Cinayetler, trafik kazaları... Siyaset sahnesinden hiç eksik olmayan iftira çamurları, karalamalar, yalanlar, gıybetler.

Beride, hürmet-muhabbet münasebetini yitirmiş virane aileler. Görenek belâsı, desinler tutkusu yahut demesinler korkusu yüzünden, israf ile kabaran masraf rakamları. Uyku kaçıran taksitler...

Dünyanın, çoğu zaman insanların eliyle icra edilen ve insanı insana âdetâ belâ eden bu kadar maddî ve manevî sıkıntısı karşısında âciz, fakir ve fâni insan...

Ve “dünyada rahat yoktur” hadîs-i şerifini sürekli tefsir eden hastalık, ihtiyarlık ve ölüm...
Bu tablo, kalbin dünya ile tatmin olamayacağının en berrak bir göstergesi ve insanın nazarını bir başka diyara çeviren bir hidayet öncüsü.

Gerçekten de dünyada rahat yoktur. Zira şu imtihan âleminin yapısı buna müsait değildir. imtihanda rahat olmaz. insan bu kâinatın meyvesi olduğundan, elementlerin insan bedeninde, hâdiselerin de onun ruh âleminde misalleri, izleri, gölgeleri vardır. Âlemde olduğu gibi insanın iç dünyasında da, sürekli bir bahar gözleyemezsiniz. Onun da kışı, yazı, sonbaharı vardır.

Havası daima sakin değildir. Şimşeği, fırtınası, kasırgası vardır. Onu da hep aydınlık göremezsiniz. Karanlığı, gölgesi, bulutu vardır. Onda da mahsuller bir cinsten değil. Çiçeği, meyvesi, dikeni vardır. Sahası da engebesiz değildir. Dağı, uçurumu, deresi vardır.

Bunun böyle olduğunu kalbimize iyice sindirdiğimiz takdirde, hâdiselere bakış açımız değişecek, yersiz kederlerden, heyecanlardan, karamsarlıklardan büyük ölçüde kurtulmuş olacağız.

Ve bütün bunlar dünyada rahat olmadığının birer şahidi. Şu var ki, rahatla saadeti karıştırmamak gerek. Dünyada rahat yoktur, ama huzur ve saadet vardır. Bu mefhumlar, bedene değil ruha bakarlar. Ruh ise iman, salih amel, takva ve güzel ahlâk ile huzur bulur ve mesut olur.
(alıntıdır)
arap masallarından teyyareler.
gerçekten de öyle oluyor aslında. kalp tatmin oluyor. insan kendini bir dingin hissediyor.
kalp kanı vucuda yaymak ve toplamak işlevini yerine getiren bir çeşit emme-basma tulumbadır.
akılla ve duyguyla veya başka duymak-görmek-anlamak gibi işlevlerle ilgisi yoktur.
örneğin kalp gözü diye bir görme yetisi yoktur.

not: akıl sağlınız için "akıllanın" ve palavralardan uzak durun.
yoga yapanlara saygı duyuyorsunuz zikir yapanlara duymuyorsunuz. gidin bir gün huzurevlerini hastaneleri ziyaret edin. oradaki insanlarla konuşun. bakalım onlar ne diyor? genç iken dünya algısı farklı olur. inanç en çok yaşlı iken, hasta iken insana ihtiyaç oluşunu hissettirir. ancak sorun şuradaki genç iken bunu yapmayan sonrasında da yapmakta çok zorlanıyor. Tıpkı bir insanın dövüş sporu öğrenmesi gibi. insana hayatında belki bir kere lazım olur bir dövüş sporu ama 5 yıl 10 yıl o sporu yapmamışsanız karşınızdakinden dayak yemeniz işten değil. karate kursuna gitmeyen tayfa da dalga geçer insanlarla, boşuna kendinizi yoruyorsunuz diye. ama kavga esnasında keşke biz de gitseydik, derler. işte din ile dalga geçenler de bir hastalığa tutulduğunda, yakınlarından birisi öldüğünde inancın huzur iklimine ihtiyaç duyacaklar.

bir beyaz eşya alsak kullanım kılavuzu da yanında gelir. sen kafana göre onu kullanırsan arıza yapar. bir makineyi en iyi onu yapan bilir. Kalpler ancak allah'ı anmakla tatmin olur. insan kedi değildir. o geçmişin elemlerini geleceğin kaygılarını taşır. ölen bir yakınının acısını ölene kadar taşır.

ha şuna da karşıyım. bu kadar din kelimesinde "pire"lenenlerin arasında bu tür konuları da açmamak lazım. ilk entry açıldığında 5 kişi artılamış, kimse eksi vermemiş. demek ki o zamanlar daha saygılılarmış insanlar dine ve kur'an'a.

pire kelimesi ile de uzmanlık alanımıza gönderme yapmış oluyoruz.
Zeus'u anmakla olmaz mı? insanlar islam'ın varlığından çok daha uzun süre onu anarak kalplerini tatmin etmişlerse vardır bir bildikleri.
net bir şekilde katıldığım durum.
huzur, dinginlik..

uzaklaştığımı fark ettiğim her an özlediğim şeydir.
bunun tadını aldım alalı yalnız kalıp Allah'ı anmak en sevdiğim eylemlerden biriydi.

biraz uzaklaştım maalesef..
Kalp hiçbir şeyi anamaz. Kalbin kan pompalamaktan başka bildiği bir şey yoktur. Herhangi başka bir şey yapacak kapasitesi de yoktur. Üstelik yaptığı şey insanın etki edebileceği bir sistem de değildir. Hipotalamus tarafından yönetilir. Bilişsel olarak kontrol edilemez. Hangi gerizekalı Arap kalplerin düşünebildiği fantazisini ürettiyse Allah da ondan öğrenmiş olmalı kalbin düşündüğünü. yoksa Allah kendi yarattığı hayvanların nasıl düşündüğünü elbette biliyordur.
“Onlar,inananlar ve kalpleri allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak allah’ı anmakla tatmin bulur” (rad süresi 28)

şU ayeti bile okuyunca huzur bulmuyor mu insan?
Kalpler ancak allah ile huzur buluyor, allah ile olmayanın huzursuzluğu bundan. Allah demeyen kalbin ritmi bozuluyor.
Allah kelimesinin bütün dünyada bütün insanlara hissettirdiği şey aynı.

Yeryüzündeki en güçlü kelime lafz-ı celal yani allah kelimesi. Bundan dolayı müslümanlar Allah allah diye hücum ediyor düşmana savaşırken.

Ben allah diye haykırdığımda mescidin camlarının zangır zangır titrettiğini onlarca metre yükseklikte bin kişilik devasa binanın çatısına kadar yankı yaptığını bilirim.

Araplar bir tekne insanla koca şehri zapt ediyor allah nidasıyla. Bunu gören hristiyanlar tapınak şövalyeleri örgütünü ya allah kardeşliği ismiyle kuruyor.

Öyle oturduğun yerden ateist bilimci teraneleri ezberleyerek hayat çözülmüyor maalesef.
--spoiler--
kalpler ancak allah ile huzur buluyor, allah ile olmayanın huzursuzluğu bundan. allah demeyen kalbin ritmi bozuluyor.
--spoiler--

herhangi bir ayeti okuyunca huzur bulan bir insan varsa onun beyniyle değil kalbiyle düşündüğüne inanırım. allah demeyenin kalp ritmi bozuluyorsa günlük hayatta belirtileri olur hayati riskler ortaya çıkar. ayrıca bu bozukluklar ekg ile anlaşılır. ekg çektirdiğim zaman hiçbir bozukluk görülmüyor bende. ayrıca allah diyenin kalp ritmi düzelse ritim bozukluğu teşhisi olan hastalara tedavi verilmesi yerine allah deyin geçer denirdi. size tavsiyem herhangi bir kalp rahatsızlığı durumunda bilimin geliştirdiği yöntemleri tercih edin yoksa allahınıza kavuşursunuz.
--spoiler--
allah kelimesinin bütün dünyada bütün insanlara hissettirdiği şey aynı.
--spoiler--

dünyanın her yerinde bir takım bilişsel tepkilerin ve sosyal sembolerin aynı olup olmadığı ile ilgili çeşitli araştırmalar yapılıyor. örneğin çeşitli el hareketlerinin herkes için aynı anlam ifade edip etmediği. gülme, ağlama, sevinme, üzülme gibi durumlara verilen tepkiler ölçülüyor. bir takım ortak noktalar olsa bile toplumlar kendi içlerinde oldukça farklı tepkiler veriyorlar. bu deneylerin hiçbirinde allah denildiği zaman insanların verdiği tepkiler ölçülmediği halde nereden uyduruyorsunuz bu bulguyu?

yeryüzündeki en güçlü kelime hey de olabilir. git bir de hey diye bağır yankı yaptığını görürsün. allah kelimesinin güçlü bir etkisi olduğu doğru ama. allah diye haykırdığında göreceğin tek etki etrafındaki insanların kaçışmasıdır. kendini mi patlatacaksın, otomatik tüfekle sağa sola ateş mi açacaksın, kafa mı keseceksin belli olmaz.
Mutmainliği, kimi parada, kadında, malda, dünyevi zevklerde arar ama hepside geçici haz verdiği için insan bir türlü bu boşluğu dolduramaz. Bitmeyen mülk burda yok cennette var.
kalp gönül anlamına da gelmekte ve bu anlamda kalpler huzur bulur.