bugün

33 yıl tahtta kaldı, kızıl sultan mason olduğu söylenmektedir. tahta çıktığında yaklaşık 200 milyon altın olan dış borcu 38 milyon altına indirgemiştir. ayrıca ilk tütün fabrikası olan cibali tütün fabrikasını kurmuştur.

(bkz: cibali tütün)
Dunayadaki son krallarin resimlerini iceren fotograf albumunun kitaplastirilmis versiyonunu aldigim ve kendisine bir kez daha hayran kaldigim hukumdar.
(bkz: sherlock holmes okuyan padişah)
bugün ölüm yıldönümüdür göksultanın. mekanı cennet olsun.
bugün ölüm yıldönümü sebebiyle andığımız ulu önderimiz. atamız. ruhu şad olsun!

görsel

görsel
ara sıra rom içerdi. hiçliğin sıcak kollarında şimdi.
varlığımızı borçlu olduğumuz sultanımızdır.

(bkz: ıı abdülhamid olmasaydı adımız yorgo olurdu)
Kendisinin ölümüyle ilgili bugun milliyet gazetesinde ılber ortayli' nin yazisi vardır.

http://www.milliyet.com.t....2013/1666820/default.htm
Ulu hakandir.
Mekani cennet olsun.
osmanlı - rus savaşının ardından 1877-1879 yılları arasında istanbul'a dört yüz bine yakın göçmen gelmiştir. sokaklarda evsiz, barksız, hasta, kimsesiz çocuk ve dilenciler artmıştır. dönemin sultanı ıı. abdülhamid han bu ihtiyaç sahiplerini bir araya toplayıp ıslah ederek sanat sahibi yapmak maksadıyla darülaceze'yi kurdurtmuştur. sultanımız darülaceze'nin kuruluş masraflarını karşılamak için özel eşyalarını müzayedeye çıkarttırarak 7.000 altın lira gelir sağlamıştır. bununla birlikte 10.000 nakit lira da bağış yapmıştır.

kurulduğu günden bu yana 29.000'i çocuk olmak üzere toplam 71.000 kişiye "şefkat yuvası" olan darulaceze; din, dil, ırk, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeksizin bakıma muhtaç, yaşlı, sakat ve sokağa terkedilmiş yavrulara hizmet vermeye devam etmektedir. sultanımız bugün vefatının 95. yılında burada düzenlenen bir sempozyumda anıldı.

şimdi dikkat!

varını yoğunu ortaya koyup dulların, yetimlerin, kimsesizlerin,... kurtarıcısı olan ve şefkat sultanı abdülhamid han olarak anılan sultanınızı anmak üzere darulaceze'ye gittiğinizde sizi mustafa kemal'in büstü karşılıyor. bu büst nerede biliyor musunuz? "bab-ı şefkat" olarak anılan kapıdan girenleri karşılayan "övünç sütunu"nun hemen önünde. bu sütuna övünç sütunu (mefharet sütunu) denmesinin sebebi de yukarıda yazdıklarımdan anlaşılabilir. diğer yandan, bu sütunun bulunduğu bahçede dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak bir hadise var. bu sütunun bulunduğu bahçede büyük dinlerin ibadethaneleri olan cami, kilise ve havra bir arada bulunuyor.

şimdi soruyorum size, bu mübarek bahçedeki övünç sütununun tam önüne aşağıdaki fotoğrafta yer alan büstü koyanlara ne diyelim?

görsel

ya da durun! henüz bir şey demeyelim. aynı hastalıklı zihniyet, darülaceze'nin kapısındaki ıı. abdülhamid'in tuğrasının bulunduğu osmanlı devlet armasını ve kitabesini kazıdı. cumhuriyetin vandallarının bu tuğra tahammülsüzlüğüne çevrenizdeki birçok osmanlı eserine dikkatlice inceleyerek baktığınızda rastlayabilirsiniz. her yer kazınmış tuğra... bu da derin bir konudur. bilahare kanıtlarıyla birlikte ayrıntılı bir şekilde anlatılacaktır.

evet! ne diyorduk? şimdi ne diyelim?

ya da yine boş verin. ne desek az kalacak çünkü. allah şahidimdir söylemek için sıraladığım bütün hakaret cümleleri anlam kaybediyor cumhuriyetin bu korkunç zihniyeti karşısında.
padişahlık yaptığı sürede osmanlının toprak kaybı 1,5 milyon kilometre karedir. tek karış toprak kaybetmedi masalına biat edenler hariç.
yıl 1908. gavurun gazetesindeki 1. sayfada atamızın toprak kaybetmemekteki ısrarı resmedilmiş,

görsel

yıl 2013. içimizdeki gavurların veya cahillerin ne dediğini görmek için, yukarıdaki satırları okuyun.

edit: tam bu girdinin üstünde bir şeyler okudum ki aman allah'ım! bir kara cahil, masonlarla en çok mücadele eden sultan için memleketin anahtarını masonlara verdi diyor. sonrasında da ittihatçı çapulcular tarafından tahtından edilen ve ömrünün geri kalanını yıldız sarayı'na hapsolmuş, memleketin düştüğü hal üzerine elem içinde geçiren ve bir gün "allah!" deyip zatürreden ölen sultanımız için, "yunan zindanlarında it gibi esaret altında ölmüştür." diyor. devamını okumadım zaten. tek kelimeyle iğrenç!

ne diyeyim, allah belasını versin. ıslah falan etmesin. direkt belasını versin.
ilginç fanatikleri mevcut. toprak kaybetmemiş falan. aha bak;

http://www.youtube.com/watch?v=fRhMOtcLu24
büyük türk lideri osmanlı padişahıdır.
ruhu şad olsun.
Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftara atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.

"Pâdişah hem zâlim, hem deli" dedik,
ihtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz "beli" dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.

Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.

Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!

Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler secde ettiler.
Tükürün onların pis külâhına.

Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpâ-yı kazâya boyun verenin.
Lanetle anılan cebâbirenin
Bu, rahmet okuttu en küstahına.

Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.

Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyanet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh'ına.

Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

(dr. Rıza Tevfik Bölükbaşı)
son dönemlerin en popüler padişahı.
basiretsiz padişah görünümlü diktatör.
Atatürk'ün bile başvurduğu bir insan. Aslında gerçek bir bilge ama yanlış zamanda gelmiş birisi.
kızıl sultan değil, ulu hakandır.
padişah olduğundan ötürü diktatör denmesi metodolojik açıdan yanlıştır. diğer yandan devletin çöküşünü 50 sene geciktirdi demek akla mantığa sığmaz, zira kendisinin padişahlığıyla beraber toplasak devlet 50 sene yaşamadı zaten. kaldı ki sultan abdülhamid tahta çıkar çıkmaz kaynayan balkanlar, eşiğine gelinmiş iflas gibi sıkıntılarla boğuşmak zorunda olduğu gibi amcası sultan abdülaziz den her ne kadar ingiliz dostu olsalar da yetişmiş bir kadro, çok iyi donatılmış bir ordu ve donanma devralmıştı.

gelelim neleri iyi yaptığına:

sultan abdülhamid in iyi becerdiği iş borçlanmayı durdurmak ve var olan borçları ödemeye gayret etmek olmuştur. sultan mahmud un başlattığı ve seleflerinin de devam ettirdiği okullaşma ve eğitim hareketini devam ettirmiştir.

hangi konularda başarısız olmuştur bir de onlara gelelim:

amcasından aldığı gayet donanımlı orduya 93 harbinde bizzat saraydan komuta etmeye heves etmiş ve gerek askeri, gerekse de ilmi eğitimi olmadığından ordunun mahvına ve rusların istanbul kapılarına dayanmalarına sebebiyet vermiştir. ordu öylesine basiretsizce yönetilmiştir ki rus çarı bile plevne önüne düştüğünde şaşırmıştır.

kendi hatasını meclise yükleyerek süresiz tatil etmiş, bundan sonraki yönetiminde doğal olarak 20.yy a girerken ne sağlıklı bir hükümet, ne de onu denetleyecek bir meclis olmayınca hayatında yıldız sarayından çıkmamış bir adam ve onun üç ayda bir dönüşümlü olarak sadarete getirdiği kamil-said-tevfik-hilmi paşalar ile devlet içi idarecilik yapmıştır.

yahudilere toprak verilmemiş değildir, zira yahudilere yerleşmeleri için toprak teklif edilmiş, ancak denize kıyısı olmaması şart koşulmuştur ki burada da sultanın şüpheciliği rol oynamıştır. öyle ben bu toprakları veremem filan hikaye, bu dönem sultan abdülhamid in ingiltere ye hediye ettiği bu toprakların tarihi eserlerini bugün dahi kültür bakanları geri almaya uğraşıyor.

düyun ı umumiye ile resmen olmasa da osmanlı devleti fiilen yok olmuş, kendi harcamaları üzerindeki tasarruf hakkı elinden alınmış, tütün-pamuk rejileri kurulmuştur.

dış politikada taviz üzerine taviz verilmiş; mithad paşa karşılığı tunus un fransa ya peşkeş çekildiğine yalan desek dahi işgalin protesto dahi edilmeyişi manidardır, hani vatan toprağı terk edilemezdi?

kıbrıs ingilizlere berlin antlaşması ile ayestefanos un gözden geçirilmesi karşılığı peşkeş çekilmiş, 1880 yılında ingiltere nin mısır a el koyması da ancak protesto edilebilmiştir.

kurduğu iddia edilen istihbarat örgütü tamamen safsatadır, zira tahta çıktığında devlette bulunan sivil memur sayısı 8500 iken jurnalciler ile 75000 i bulmuştur. gerçi 1904 gibi bu rakam yine normale düşmüştür.

hayatında tüfenk* görmemiş adamlar müşir ve birinci ferik rütbesiyle donatılmış; paşaların çocukları 14 yaşında miralay rütbesi almışlardır. ordunun durumu ve donanımı için balkan harpleri yeterli kaynağı barındırır.

1897 yılında tek başarılı askeri harekatta yunanların savaş ilanı üzerine osmanlı ordusu yanılmıyorsam edhem paşa önderliğinde atina ya yürürken ingilizlerden gelen tek bir komut üzerine gerisingeri dönmüş; yunanlar yenilerek tesalya ve girit üzerinde haklarını tanıtmışlardır.

ancak mustafa kemal e karşı yakın tarihten bir figür çıkarmak isteyen bazı kişiler ona bazı vasıflar atfedip, olmayan olayları gerçekmiş gibi göstererek, hiç yoktan kaynak uydurarak*yapay bir sultan abdülhamid oluşturarak onun üzerinde egolarını tatmin edip başarısızlıklarına bahane uyduruyorlar.

sultan abdülhamid kötü bir sultan değildi, aynı sultan birinci mahmud, birinci abdülhamid, üçüncü mustafa gibi. belki değerlendirilse işe yarayacak vasıfları da vardı, ancak eğitimsizdi ve 19.yy sonundada tek bir kişinin yapabilecekleri sınırlıydı elbette. eli kanlı bir diktatör değildi, damat mahmud ve mithat paşalar haricinde eline kan bulaşmamıştır.
bir tek cinayet dahi işlememiş padişahtır. bazıları sadece mithat paşayı öldürttüğünü söylese de bu sadece bir iddiadan ibarettir, hiçbir şekilde kanıtı yoktur. sultanın siyonistlerle mücadelesinin ise birçok vesikası vardır. ilgili olan kişi internetle sınırlı kalmayacak şekilde gerekli çabayı gösterip dönemin yazışmalarına vs ulaşabilir. burada her şeyi belirterek yazının tamamını okuyacak kişilerdeki azalmayı çoğaltmak istemiyorum.

ıı. abdülhamid'in, fatih'in veya yavuz'un politikasını izleyecek imkanlara sahip bir dönemi yoktu. bu yüzden sultan, muazzam bir istihbarat ağı kurarak kendi yöntemiyle topraklarımız için birçok müspet işe imza atmıştır. sultanın düşman ülkelerinden birçok adamı kendi emrine almak uğrundaki giderleri üzerine kendisini, "çok fazla altın harcıyorsunuz" türünden uyaran yaverine, "dünyanın en ucuz savaşını veriyoruz." şeklindeki cevabı oldukça manidardır.

diğer yandan sultanın şöyle de bir sözü vardır, "Savaş yalnız sınırlarda olmaz. Savaş bir milletin topyekün ateşe girmesidir. Eğer bu bütünlük sağlanmamışsa zafer tesadüfi, yenilgi kaderdir."

nitekim sonunda da, "Kırk yıl şu devletlerin birbirine düşmesini bekledim. Onlar birbirlerine düştü, şimdi ben tahtta değilim." demiştir.

yani sultanın sözleri ve icraatları güvenilir kaynaklardan edinilen bilgiler ışığında tarafsız bir kafayla yorumlanırsa zaten ortadaki kuvvetli savunma görülecektir. necip fazıl'ın "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır!" sözünden yola çıkarak, "bir abdülhamid'i anlayanlar vardır, bir de anlamayanlar..." diyorum. ve şimdiye kadar sultanı tartıştığım kişilerden gözlemlediklerim kadarıyla bu ayrım, allah'a inanlarla inanmayanlar arasındaki ayrıma ziyadesiyle benzemekte. günümüzdeki başbakanı tartıştığım kişiler için de geçerli bu sözüm. aşırı inançlı görünüp de kendi menfaatleri uğrunda başbakana veya başkalarına islam'la uzaktan yakından ilgisi olmayan bir tutumla iğrenç şekilde saldıran, müslüman ülkelerdeki zalimler için bir araya gelinen mitingleri dahi kendi partilerinin şovu haline getiren hastalıklı kesimiyse nereye koyacağımı şaşırıyorum bir tek.

ıı. abdülhamid'e döneminde iftira edip sonradan işin aslını anlayıp pişman olmuş pek çok mühim karakter vardır. bunların bir kısmını evvelce paylaşmıştım. (bkz: #15380041)

dün de sonradan pişman olanlardan bölükbaşı'nın bir şiirini paylaştım. bunu yapmakla varsın sloganla şiirle sultan savunan çoluk çocuk olayım. ama sen kalkıp son nefesinde "allah!" diyerek ahirete intikal etmiş, padişahtan öte bir islam halifesinin arkasından "yunan zindanlarında it gibi esaret altında ölmüştür." diyecek kadar alçaldıktan sonra beyazıt'taki bütün kitapları toplayan, mısıroğlu'nu üstad bellemiş, yaşını da almış biri olma lütfen.

yatağının dibindeki teyemmüm tuğlasının dahi içimizi titrettiği bir adam için önce biraz olsun saygı. kişinin kendi hür yorumlarının okunabilmesi için işte bu şart! nitekim ben hâlâ o talihsiz cümlelerle başlayan yazının tamamını okumadım. bu da bir tavırdır.

cahil kalmamak için çabalayanlara bir ipucu: ölmüş birine çirkin laflarla hücum etmek ancak cahile yakışan bir davranıştır.

hamiş: sadece küsmemiş bir cahil olduğumu göstermek için yazdım bu satırları. daha fazla devam edecek kadar vaktim yok. selametle.
bir de bunu yazmazsam içim rahat etmeyecek. sultanın yunan zindanlarında it gibi değil de, esir edildiği sarayında yetersiz ısınmadan ötürü hastalanarak vefat ettiğinin net bir şekilde görülmesi lazım çünkü.

ıı. abdülhamid’in vefatını, ölüp gitmiş ve ardında milyonlarca seven bırakmış mühim bir zatın arkasından iftiralarla veya yalan yanlış bilgilerle* girdi ekleyenlerden değil de, ölüm anında sultanımızın yanında bulunanlardan, çeşitli kaynaklardan yararlanılarak oluşturulan bir yazıdan okumak isteyenler buyursun:

tam 33 yıl (1876–1909) Devlet-i Âliye'yi idare ettikten sonra 31 Mart Vak'ası ile tahttan indirilen ve ittihatçılar tarafından Selanik'e sürülen 2. Abdülhamid, Balkan Harbi'nin patlak vermesi üzerine istanbul'a geri getirildi. Hâkân-ı Sâbık, beş yıl boyunca Beylerbeyi Sarayı'nda sıkı gözetim altında yaşadı. Cihan Harbi'nde (1914–1918) cephelerden gelen acı haberler karşısında çok üzülen yaşlı hünkâr, her yanı tarih kokan ama merkezî ısıtma sistemine ve diğer saraylardaki gibi ihtişamlı şöminelere sahip olmayan Beylerbeyi Sarayı'nda, mangal ateşiyle ısıtılan bir odada ölümü karşılamak zorunda bırakılmıştı.

5 Şubat 1918'de şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru Hüseyin Âtıf Bey'in verdiği ilâçları kullanınca akşama doğru iyileşir gibi oldu; hattâ giyindi ve biraz dolaştı. Akşam yemeğinde âdeti olduğu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. iştahsızlıktan söz ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten sonra göğsünde bir sancı hissetmeye başlayınca Müşfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmişti. Kardeşi Vahdettin Efendi'nin hususî doktoru Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi'nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber gönderdi. Abdülhamid'i muayene eden doktorun teşhisi "zatürree" başlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık'ın üşüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bu arada Sultan Reşad ve Enver Paşa'ya vaziyet bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca Abdülhamid, bir de meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey'e kontrol ettirildi. Durumu iyi değildi, sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi.

Doktorların tavsiye ettiği ilâçları kullanmasına rağmen, Abdülhamid'in hastalığı ağırlaşıyor ve bir iyileşme belirtisi görülmüyordu. Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid, ihtimal vefat edeceğini hissetmiş olmalı ki, "Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem." diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi. Vefat ettiği günün sabahında da banyosunu yaptı.

Hayatının son yirmi yılında dâima yanında bulunan Müşfika Hanım, banyodan sonra çamaşırlarını giydirdi yaşlı çınarın. Fakat bir şey dikkatini çekti. Abdülhamid'in sırtı fevkalâde terliyordu. Müşfika Hanım endişe içerisinde, "Aman efendiciğim çok terliyorsunuz." deyince Abdülhamid'in dudaklarından, "Kadın, bu ecel teridir." sözleri döküldü. Bu ifadeler karşısında Müşfika Hanım irkildi. Daha sonra Abdülhamid oturduğu yerde sabah namazını edâ etti ve sütünü istedi. Âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, "Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim." deyip Müşfika Hanım'ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaşça yatağına uzandı. O dakikalarda Sultan Reşad'ın, Selâm-ı Şâhâne ile Dolmabahçe'den gönderdiği doktorlar geldi. Muayene esnasında Şehzade Âbid Efendi'nin mahzun bir hâlde karşısında durduğunu gören Abdülhamid, "Ağlama oğlum. iyiyim, üzülme." diyerek onu teskin etti. Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını istedi. Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti.

Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid'in yanına gelerek elini öptü ve "Hâkânım hakkını helâl et!" dedi. Abdülhamid, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi. Sonradan içeriye giren Saliha Hanım'a gülümseyerek, "Rasim Bey bizden ümidi kesmiş olacak ki, elimi öptü, benden helâllik istedi." dedi. Gözleri dolmuş bir hâlde ah çekerek, "Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok." diye ilâve etti. Müşfika Hanım bu sırada, "Efendiciğim! Bundan büyük hastalıklar geçirdiniz. inşallah yine iyi olursunuz. Hakkınızı da elbet Allah alır." cevabını verdi.

Doktorlardan durumun ciddiyetini haber alan Sultan Reşad, ağabeyinin en büyük oğlu Şehzade Selim Efendi'ye haber yollayarak, kardeşleriyle birlikte hemen Beylerbeyi'ne gitmesini istedi. Öğleye doğru Selim Efendi ve Ahmed Efendi saraya geldi. Haberi getiren Dilberyâl Kalfa'ya, şehzadelerin biraz beklemesini söyleyen Abdülhamid, sulu bir kahve istedi. Müşfika Hanım'ın koluna dayanarak oturan Abdülhamid, Şöhreddin Ağa'nın getirdiği kahveyi eline aldı ve bu sırada gözlerini odada bulunanların üzerinde gezdirerek âdeta onlarla vedalaştı. Vefakâr eşi Müşfika Hanım'ın avucunu öperek, "Allah senden razı olsun." dedi. Sonra Saliha Hanım'ın elini tutarak, "Hakkını helâl et." deyip onunla da vedalaştı. Kahveden bir yudum içti; ama ikinci yudumu içemeden kahve Müşfika Hanım'ın avucuna döküldü ve yüksek sesle "Allah!" diyen Abdülhamid'in başı Müşfika Hanım'ın koluna düştü. Odadan yükselen "Efendimiz bayıldı, doktor yetişsin!" sesleri üzerine Âtıf Bey koşarak geldi. Bu sırada Şehzade Âbid Efendi de doktorla birlikte içeriye girdi.

Sultan Abdülhamid'in râhmet-i Rahmân'a kavuştuğunu anlayan Âtıf Bey, bu acı hakikati odadakilere söylemedi. Kolları arasında Abdülhamid'i tutan Müşfika Hanım bir türlü kendisini bırakmak istemiyordu. Âtıf Bey, "Bana bırakınız. Baygındır. Lâzım gelen tedaviyi yapacağım. Siz hemen çıkınız." deyip Müşfika Hanım ile Şehzade Âbid Efendi'yi odadan çıkardı. Onlar dışarı çıktıktan sonra, hâlâ odada bulunan Dilberyâl Kalfa'ya, "Ne duruyorsunuz? Bir tülbent getiriniz de çenesini bağlayalım." deyince, kapıda bir şey anlamadan duran sadık bendegân Kahvecibaşı Şöhreddin Ağa'nın feryadıyla Abdülhamid'in ölüm haberi sarayda yankılanmaya başladı. Şehzade Âbid Efendi, "inanmam. Babam şimdi yatağında oturuyordu." diyerek ağlıyordu. Diğer şehzadelerin de gözlerinden yaşlar akıyordu. Ölüm haberi alan muhafız zabitler, içeri girerek son ta'zim vazifelerini yaptılar ve kadınları dışarı çıkararak ikişer ikişer nöbet tutmaya başladılar. Zâbitlerden Zekeriya Efendi de cenazenin başında Kur'ân okumaya başladı.

Efsane Sultan'ın ölümü duyulunca Beylerbeyi Sarayı taziyeye gelenlerle dolmaya başladı. Hânedândan çokları geceyi sarayda geçirdi ve sabaha kadar Abdülhamid'in ruhu için dualar edildi, Kur'ân-ı Kerîm okundu. Zatürreeye yakalandıktan sonra vefat eden Osmanlı padişahlarından üçünün, yani Sultan 2. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülhamid'in "baba, oğul ve torun" olmaları mânidâr bir tevafuktu...

Kaynaklar:
- Ali Fethi Okyar, "Üç Devirde Bir Adam" (Hatırat), istanbul, 1980.
- Aydın Talay, "Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid", Risale Yayınları, istanbul, 1991.
- Ayşe Osmanoğlu, "Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım)", Selçuk Yayınları, Ankara, 1986.
- II. Abdülhamid ve Dönemi Sempozyum Bildirileri", Seha Neşriyat, istanbul, 1992.
- Halûk Y. Şehsuvaroğlu, "Sultan ikinci Abdülhamid", Resimli Tarih Mecmuası Koleksiyonu.
- Reşad Ekrem Koçu, "Osmanlı Padişahları", istanbul, 1981.
- Şadiye Osmanoğlu, "Babam Abdülhamid, Saray ve Sürgün Yılları" Timaş Yayınları, istanbul, 2009.
- Ziya Nur Aksun, "Osmanlı Tarihi", Ötüken Neşriyat, istanbul, 1994.
tahttan indirildikten sonra ardarda trablusgarp, balkan ve birinci dünya savaşlarının haberlerini almak muhtemelen kendisi için çok ama çok üzücü ve stresli olmuş olmalı. tahttan indirildikten sonra 9 yıla yakın yaşamış ve birinci dünya savaşı'nın son yılı içinde ölmüştür.
kendisinin ayakkabısı bile olmayacak çapulcular tarafından tahttan indirilmiştir.

yönetim şekli değişmeli diyorsun indiriyorsun da neden abdulhamitten daha berbat bir yönetimle karşımıza dikiliyorsunuz ki... bu ayak takımının alayı boş teneke gibiydi. istisnasız.
sözlükte sevenlerini görmek çok güzel olan ulu hakan.
güncel Önemli Başlıklar