bugün

otdu uluslararası ilişkiler bölümü hocası, universitede ozgurluk inisiyatifinde başı çeken iki kişiden biridir. diğeri için (bkz: şaban çalış)
uzun suredir today s zaman da yazan bikrkac aydir da zaman gazetesinde yazilari cikan akademisyen,bugunki yazisinda atilla yayla yi destekleyen ve kemalizm hakkinda saglam bir yazisi bulunmaktadir.
inanilmaz derecede ali bayramoglu'nu animsatandir.
internetten muntazam takip ettiğim yazardır. bugünkü yazısı manidar.

--spoiler--
demirel'i nasıl bilirdiniz?

bu saatten sonra süleyman demirel'in dedikleri pek kimsenin umurunda değil, biliyorum. yine de son açıklamaları eski bir defteri kapatmak için uygun bir zemin.
28 şubat için, 'bunun neresi darbe?' demiş demirel. doğrudur, darbelerin işbirlikçileri darbe demezler; 27 mayıs 'devrim', 12 mart 'muhtıra', 12 eylül 'müdahale'dir onlar için. cumhurbaşkanı'nın bile 'emir-komuta zinciri' içinde genelkurmay'dan gelen her şeye evet dediği bir rejime demokrasi diyebilmek için bir insanın siyasî mezhebinin oldukça geniş(lemiş) olması gerek. 28 şubat'ın tepesindeki paşanın, 'demirel ne dersem yapardı' sözüne, 'varsayalım ki doğru, ne olmuş?' cevabını vermek tam da böyle bir 'genişlik' örneği.

dolayısıyla bu kişiye 'tankın üstüne mi çıkardınız?' sorusu yöneltmek absürd, çünkü tankın üstünde, komuta noktasındadır zaten. ve ilk defa tankın hedef noktasında değil de tepesinde olmaktan, bir darbeyi askerle birlikte yapmaktan ziyadesiyle de memnundur. tankların sincan'da yürüdüğünü haber alıp panikleyen tansu çiller'i de anlamaya çalışır; 'tabii can pazarı bu', der demirel. evet, 'can pazarı'. hukuk ve demokrasi iğfal edilince can pazara düşer.

yıllar önce neşe düzel'e verdiği bir röportajda 'siyasetçilerin askerden korktuğunu' anlatıyordu. i̇nsan korkar, ama korkularının üzerine de gider. vatanı savunması için eline silah verilenler, velinimeti olan milleti korkutmaya başlamışsa ve hatta millî siyaseti bu korku üzerine bina etmişse ortada patolojik bir durum vardır. demirel'i hücrelerine kadar etkileyen, sindiren de bu. 'sicili bozuk' paşalarla 'iş tutmak' bu patolojiyi daha da azdırmıştır kuşkusuz.

rahmetli turgut özal, meydan okumuştu bunlara ve korkularına: 'benim iki gömleğim var; biri bayramlık, biri idamlık'. kısa şortlu bayramlığını nerede, ne yaparken giydiğini biliyoruz...

bir de korkularına esir olup 'darbecilerin' taşeronluğunu yapan siyasetçiler var demirel ve cindoruk gibi. bunlar mirasyedi; merkez sağ siyasetini tüketenler... nasıl mı? darbecilerin taşeronluğunu, olmadı sözcülüğünü yaparak. sonra da 'milli görüş' geleneğinden gelen, ama terk edilen demokrat parti çizgisine sahip çıkıp 'millî irade' adına bir duruş sergileyen tayyip erdoğan'ın toplumsal desteğinin büyüklüğüne şaşırıyorlar. demokrat parti'ye 1950, 1954 ve 1957'de seçim kazandıran ve iktidar yapan sosyal taban, demokratik refleks ve misyon 2002 ve 2007'de de ak parti'yi iktidar yaptı.

'demokrat çizgi' geçinen demirel ve cindoruk ise bu yıllarda 'darbecilerle iş tutmakla' meşguldü. miraslarına kondukları menderes'i asanlarla işbirliği yaparken, erdoğan 28 şubat'a karşı dik durduğu için iktidar oldu, 27 nisan bildirisine pabuç bırakmadığı için iktidarda kaldı. 'milletten istediğim her şeyi millet bana verdi.' demişti demirel. i̇stediği her şeyi aldıktan sonra da demokrasiye, millete, millî iradeye sırtını döndü. siyaseten en güçlü olduğu dönemlerde bile 27 mayıs'ı 'hürriyet bayramı' olarak kutlayanlardan ne beklenirdi ki? merkez sağ tabana boyun eğmeyi, askerî vesayete razı olmayı 'öğretmek' için demirel ve ekibinden daha iyi taşeronlar bulunamazdı.

sonuçta, bir 'sözde demokrat'ın maskesinin düşmesi de kazançtır. o yüzden allah iyi ki uzun ömür vermiş diyorum demirel'e. hem biz onu gördük, tanıdık; hem de demirel, milletin gözlerinin içine bakamaz hale geldi. neşe düzel sormuştu demirel'e, 2002'de yaptığı röportajında; 'özal'ı kıskandınız mı?' cevap; 'niye kıskanayım ki. ben özal'ın nesini kıskanacağım?'

bu saatten sonra özal'ın nesini kıskanacağınızı ben söyleyeyim size: cenazesinin ardından yürüyen milyonları... sizin ardınızdan, 'demokrat demirel' yazılı pankartlarla milyonlar, hatta yüz binler ve hatta on binler yürümeyecek, ama iyi bir 'devlet töreni'ni kesin hak ettiniz.

13 mart 2009
--spoiler--
bugünkü yazısında tam 17 kez statüko diyerek ilginç bir rekora imza atmıştır.
http://www.zaman.com.tr/y...rk-ve-kurt-milliyetcileri
(bkz: propaganda)
(bkz: ağrı dağı)
bugün kaleme aldığı "ak parti'deki ergenekon şebekesi" başlıklı yazısında ergenekon'un akp kadrolarına sızdığını çok keskin ifadelerle iddia etmiş köşe yazarı http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=980150&title=ak-partideki-ergenekon-sebekesi
http://www.yg.yenicaggaze...bergoster.php?haber=47673
açık ara zaman gazetesin'nin en sevdiğim yazarı. bugüne kadar okuyupta itiraz ettiğim yazısı çok azdır. "underrated" bir yazar. sadece haftada iki gün yazıyor; pazartesi ve perşembe. keşke hergün yazsa.
dünkü yazısında namazda bir ermeniyi anlatmış vicdanlı ve ölçülü liberal yazardır.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1158
--spoiler--
dindarlara karşı 'cadı avı'nın yapıldığı 28 şubat günleriydi, mahalle 'laik'ti... hiç fark etmedi onlar için. müslüman komşularla 'bildikleri tarzda' yaşamaya devam ediyorlardı. oysa biz bilemezdik bir ermeni'nin kutsalını, bayramını...

öğle namazının ardından cenaze namazına yöneldiğimizde de onların bu 'kokteyl parti' havası değişmedi. cenaze namazı başlarken aralarından bir kişi yavaşça ayrıldı; başı yerde, kalın gözlüklerinin ardından gözleri dolu dolu... komşusunun cenaze namazı için sıralanan safa katıldı. i̇mamın 'nasıl bilirdiniz?' sorusuna titrek bir sesle 'iyi bilirdik' diyen kişi, yanımda saf tutan ermeni komşumuz pascal amca'ydı
--spoiler--
fırsat buldukça türk milletinin devlet telakkisine yüklenen şahıs.

sık sık "kutsal devlet" anlayışından vazgeçilmesi gerektiğini savunur; devletin kutsal bir organizasyon olmadığını iddia edip, sığ bir "devlet millet için mi, millet devlet için mi" tartışmasının içine sürükler bizi.

haksızlık da yapmamak gerek, bu sadece ihsan dağı'ya has bir özellik değil. sözde muhafazakâr medyanın birçok kalemi bu minvalde yazılar yazıyor.

devletin türk milleti için neden kutsal olduğunu anlamak zor değil aslında kötü niyetli değilseniz.
Değil türk milleti, dünyanın dört bir yanındaki insanlar için ihtiyaç duydukları, onsuz yapamadıklarına inandıkları her şey kutsaldır.

din kutsaldır. yaratanı aramanın bir yolu olarak da tanımlayabileceğimiz din yalnızlık duygumuzu ortadan kaldıran yegane kavramdır. başka çok az kavram vardır ki insanı mânen bu kadar güçlü kılabilsin.

ekmek kutsaldır. kutsaldır çünkü hayatta kalmak için ona ihtiyacımız vardır. biz çöpe atarken üç kere öpüp başımıza koyarız, bir başka millet bir başka şekilde ekmeğe hürmetini gösterir.

aile, bilhassa anne kutsaldır. varlığımızı (müslüman iseniz önce allah'a) ona borçluyuzdur. bizi hayata getirir; yalnız başımıza belki bir gün bile geçiremeyeceğimiz süre içerisinde bizi korur, yetiştirir.
gerekirse kendi hayatını bizim için vermekten çekinmez.

türk milleti için de devleti ekmeği gibidir, annesi gibidir. bunun böyle olduğunu anlamak için ise orhun abidelerine bakmak yeterlidir. bu milletin devletsiz kaldığında başına neler geldiğini; ne kadar acı çektiğini en saf hali ile orada görürüz.

devletsiz kalan türk'ün bir diğer hazin öyküsü ise '93 harbi sonrasındadır. belki ihsan dağı ve kendine benzerler ermeni trajedilerinin peşine takılmaktan bunu bilmiyorlardır. olabilir!

özetle türk'ün devlet telakkisi tecrübelerine dayanır. hayatın gerçeklerine, dünyanın acımasız olduğu gerçeğinin inkâr edilmemesine...

umuyorum ki kendisi liberal fikirlerine can ı gönülden bağlıdır da fikirleri bu doğrultudadır.
aksi takdirde toplumların kutsallarını tahrip etme çabasının en temel sebebi toplumları tahrif etmektir.
yakın zamanda yazdığı bir yazıda 'bana referansını söyle sana kim olduğunu söyliyeyim' cümlesiyle başbakan' ın istediği şeyin bir nevi başbuğluk olduğunu ima eden, zaman gazetesi yazarı. takip edilirliği vardır.
bugün itibariyle zaman gazetesinde rte'nin malum muhteşem yüzyıl açılamalarına binayen güzel bir yazı döşemiş kişidir. farklı bir bakış açısıyla güzel sorgulamış olayları.

buradan buyurun yazı için:
http://www.zaman.com.tr/p...#.ULSCLNX2zhm.twitternull
Bugünkü yazısında 'Görünen o ki Başbakan ODTÜ olayları üzerinden ‘sağ’ın üniversite-gençlik-darbe korkularını depreştiriyor, safları sıkılaştırıyor. Muhalefet ‘gençlik ve radikalizm’e indirgenerek marjinalleştirilirken, iktidar arkasındaki geniş sağ destek pekiştiriliyor' diyerek son zamanlarda arttırdığı muhalefet dozunu bir üst seviyeye taşımıştır.
bugünkü yazısında resmen döktürmüş, olayları analiz etme şekliyle de hayranlık uyandırmış zaman gazetesi yazarıdır.
demek ki rte'nin kendi %50'si içinde de aklıbaşında olanlar varmış. sevindirici.
son yazısı ile erdoğan ı yermiştir, akılı ol demiştir. hayret.

Erdoğan'ı seviyorsanız ona gerçekleri söyleyin
Tabii ki mesele sadece Gezi Parkı meselesi değil. Park meselesinin tetiklediği, fakat özünde gittikçe otoriterleşen ve toplumsal mühendislik projeleriyle herkesi kendine benzetmeye girişen bir iktidara yönelik tepki var.

Tepkiyi büyüten, demokratikleşme beklerken iktidarın ‘kimlik inşası'na yönelmesi.

Aslında Türkiye, son dönemde önemli bir normalleşme süreci yaşıyordu. On yıl öncesinin kısır tartışmaları büyük ölçüde tükenmiş, laiklik-dindarlık gibi yıkıcı bir tartışma bile geride kalmıştı. Başörtüsü sorunu pratik düzeyde bitmiş, toplumsal gerginliğin ve çatışmanın sembol konusu olmaktan çıkmıştı. Sonuçta, dindar ile laik yaşam biçimlerinin bir arada çatışmadan yaşayabildiği bir döneme ulaşmıştık. Başörtüsü de dindarlık da, hatta Alevilik ve laiklik de normalleşmeye, öteki tarafça doğal görülmeye başlanmıştı. Dahası, ‘Kürt sorunu'ndan Kürt barışına doğru yol almaya başlamıştık.

Böyle bir zeminde yeni anayasa yerine otoriter tınılar taşıyan başkanlık önerisi, çoğulculuk yerine çoğunluğun kimliğini, yaşam biçimini ve ahlak anlayışını devlet gücüyle azınlığa dayatan bir yeni ‘toplum mühendisliği' çıktı karşımıza.

Böyle bir ortamda Gezi Parkı tepkisini marjinal grupların ideolojik dogmatizmi veya kökü dışarıda komplolar olarak nitelemek çok yetersiz kalır.

Başbakan, muhalif görüş belirten veya hükümeti protesto eden herkesi ‘marjinal' olmakla itham ederken, asıl kendisinin artık ne kadar ‘merkez'i temsil ettiğini sorgulamalıdır. Söylem ve siyasetiyle Erdoğan ‘merkez'den uzaklaşmaya başlamıştır.

Muhaliflere karşı ‘onun yüz bintopladığı yerde ben 1 milyon insan toplarım' veya ‘biz yüzde elliyi evlerinde zorla tutuyoruz' sözleri bir ‘merkez partisi' liderinin söyleyeceği sözler değildir.

Ne parti ne de lideri 2002 ve özellikle de 2007 sonrası inşa ettiği ‘merkez' kimliği muhafaza ediyor. 27 Nisan günlerinde Menderes, Özal ve Erdoğan'ı aynı paranteze alıp ‘demokrasinin yıldızları' ilan eden görüntünün bugün maalesef bir karşılığı yok.

Ne Menderes'in ne de Özal'ın ‘toplum mühendisliği' projeleri vardı. Onların dertleri biraz kalkınma, biraz demokrasiydi. Kafalarında devlet eliyle ‘ideal toplum' kurma diye bir davaları yoktu. AK Parti bu yönüyle Menderes ve Özal çizgisinden hızla uzaklaşıp devlet kaynakları ve otoritesiyle siyaseten üzerine yaslanacağı kendi ‘ideal toplum'unu inşa etme gayretinde olan ideolojik bir parti kimliğine büründü. Ancak AK Parti tabanının en az üçte biri merkez sağın hizmet ve serbestiyet çizgisinden ‘kimlik ve toplum mühendisliği' pozisyonuna savrulan AK Parti'de durmakta zorlanacaktır.

Zorlanacaktır, çünkü Erdoğan bugün ne Menderes'e ne de Özal'a benziyor.

Toplum partiye benzemez, partide oluşan havayı siz tüm topluma yaymaya, partililerden gördüğünüz itaati tüm toplumdan beklemeye başlarsanız yanılırsınız. Olmaz... Toplum öyle yukarıdan aşağıya ‘disiplinize' edilecek bir şey değildir. Dün de değildi; zaten AK Parti'nin varlık nedeni de toplumu disiplin altında, tek bir görüşün egemenliği, birkaç kurumun vesayeti altında tutma girişimine gösterilen tepkiydi. Şimdi tüm toplumu, medyayı, iş çevrelerini parti disiplini altına almaya çalışmak doğru mu? Bırakın doğru olmayı, bu mümkün mü?

Ancak kapalı toplumlarda olacak durumlar söz konusu. Ankara'da hükümetle bir şekilde işi olan insanların neredeyse tamamının bir ‘resmî' bir de ‘özel görüşü' var. Hasbıhal ederken otoriterleşme eğiliminden, tek adam siyasetinden, dış politikanın yönetiminden şikâyet edenler televizyona çıktığında, gazeteye yazdığında, konferanslarda konuştuğunda ‘resmî görüşleri'ni anlatıyorlar. insanları ikiyüzlü olmaya zorlayan bir hava, hegemonik bir iktidar var. Düşüncelerini inandıkları gibi ifade edemeyenlerden oluşan bir ‘çevre'nin kimseye hayrı olmaz, başta da iktidara...

Erdoğan'ı seviyorsanız gerçekleri söyleyin ona.
görüntü olarak gitgide mahallemizdeki ifakat hanım teyze'ye benzeyen liberal aydın-akademisyen. zannedersem maaile uzun zaman önce akp'yi hayatlarından çıkardılar.