bugün

eski mısır'ın fiyakalı tanrılarından horus'un, söylediklerinin doğruluğunu pekiştirmek, kafalarda "acaba"ya yer bırakmamak için yüreğinin derinlerinden kopagelen ve ağzından billur taneler gibi dökülen cümledir efendim.

rivayet olunur ki horus bir gece nil kenarında yürümektedir. nil çocuklarını arayan bir anne telaşıyla akıp giderken horus açlığın ve yorgunluğunda etkisiyle bitap düşmüş sendelemektedir. tam artık vaktim doldu ölüyorum deyu kelime-i şehadet getirirken, her şeyi gören gözü ötelerde yanmakta olan bir ateşi görür, yüreğini kaplayan umut ile tekrar doğrulur ve ateşe doğru ilerler.

ateşe iyice yaklaşınca, ateşin başında oturan ve hararetli bir şekilde tartışmakta olan iki ademoğlunu görür ve yaklaşır;
horus: selamün aleyküm ademoğlu!
"aleyküm selam" yanıtını verir iki mısırlı ve içlerinden kendini tartışmaya iyice kaptıranı sorar "abi sen söyle allahına, bir dik üçgende bir dik kenarın uzunluğunun karesi, bu kenarın hipotenüs üzerindeki dik izdüşümü ile hipotenüs uzunluğunun, çarpımına eşit olmasına öklid demiyor muyduk, bu mal gelmiş diyorki...."
horus cümlenin tamamını duyamadan açlığın ve yorgunluğun etkisiyle bayılır.

her şeyi gören gözünü açtığında iki mısırlı başındadır ve kendisine odun ateşinde pişmiş meşhur nil levreği yedirmektedirler.
horus biraz daha kendini toparladığında mısırlılar bu yabancıya kim olduğunu ve nereden gelip nereye gittiğini sorarlar.
horus tanrı olduğunu ve iskenderiyedeki kitap fuarına katılmak için yola çıktığını ama çıkan kum fırtınasında yolunu kaybettiğini söyler.
iki mısırlı başta anlatılanlara inanmasa da horus'un "iki gözüme aksın" yemini üzerine mutmain olurlar.

horus hem ikram ettikleri nefis nil levreği hemde kendisine baktıkları için bu iki gence teşekkür edip yoluna devam eder.