bugün

Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!

Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!

Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!

Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!

Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!

Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
en güzel cahit külebi şiirlerindendir.
(bkz: hikâye)
benim doğduğum köyleri
akşamları eşkıyalar basardı.
ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
konuş biraz!

benim doğduğum köylerde
kuzey rüzgârları eserdi,
ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
öp biraz!

(bkz: cahit külebi)

çok iyisin be cahit külebi!
adamın biri, tehlikeli bir dağ yolunda aşırı sürat yapmaktadır. arabası uçuruma savrulur ve adam elini uzatıp dağ yamacında bitmiş çalılara tutunarak, kıl payı kurtulur.boşlukta sallanırken, adam tanrı'ya yakarır:
'' lütfen, bana yardım et. kurtar beni. temelli değişeceğim. ne istersen yaparım. lütfen yardım et bana. ''
tanrı adama seslenir:
'' yardımımı istiyor musun? ''
''evet'' der adam. '' ne istersen yaparım, ne istersen! ''
'' sana bir şartla yardım ederim '' der tanrı'nın sesi.
'' ne istersen'' der adam.
'' pekala'' der tanrı. '' bana güven ve bırak kendini... ''
"bazı hikayeler yarım kalmak için akla düşer ve düştüğü şekilde yazılır." *
Adam ve Tabut
Göz gözü görmeyen bir yağmur yağıyordu ve tepeden tırnağa ıslanan bir adam sırtında bir tabutla hızlı adımlarla ilerliyordu kasabanın içinden , yüzü bin parça olmuş gözyaşları yağmurla yarış eder gibi akıyordu , fakat o yoluna devam ediyordu , kasabanın içinden geçip o yüksek tepeye varmak için bir an önce , git gide hızlanıyordu , kurtulmak istiyordu sırtındaki tabuttan , çünkü herşey başladığı gibi son bulmuştu ve o son vazifesini yapmak istiyordu...

Herkes evine kapanmıştı o gün kasabanın meydanı boştu , sakin ve sessizdi ,

Ta ki ,

- Yağıyor mu yağmur hala ? dedi evin birisinden bir adam ve karısı perdeyi aralayıp ,

-Yağıyor , daha da hızlanmış , dedi , ve o yağmurun arasında sırtında tabutla hızlı hızlı yürüyen adamı farketti !

Kocasına seslendi ; Dışarda bir adam var sırtında tabutla , dedi.

Adam perdeyi araladı ve gördüklerine şaşırdı , hemen bir şemsiye alıp dışarı çıktı adama peşinden yetişip kolundan tutup durdurdu ;

-Dur , böyle olmaz , tek başına defnedemezsin , herşeyin bir adabı var, dedi.

Daha adama kimsin , nesin , kim öldü gibi sorular sormadan sadece durdurdu ve yalnızca tabuttaki cenazenin usülüne göre defnedilmesi için bağırdı ;

- Ey cemaat ! Cenaze var çıkın dışarı !

Adam ; Lütfen , Ortalığı telaşa vermeyin , ben kendim yapmalıyım bunu, dedi.

Fakat elinde şemsiye olan adam olmaz dedi yine böyle cenaze defnedilmez herşey gerektiği gibi yapılmalı dedi ve tekrar bağırdı , herkes evinden çıkıp toplanmaya başladı .

Önce adamı sırtından tabutu aldı dört kişi ve her biri bir ucundan tutup sırtlarken tabutu , hepsi içinden tabutun ne kadar çok ağır olduğuna ve tek başına bir adamın bu kadar ağır bir yükü taşıdığına şaşırdı.

Önde imam , arkada dört kişi , üzerlerinde tabut ve onlarında arkasında toplanmış halk yukarı tepedeki mezarlığa doğru yürürken , tabutu elinden alınan adam en geride kaldı ve sadece geriden onları takip etti, ve aslında kimsenin umrunda değildi kimin öldüğü , niye öldüğü, nasıl öldüğü , sadece gereken neyse onu yapmak için toplanmışlardı ve ne olduysa bundan sonra oldu .

Çünkü o gün , yıllardır o kasabada yaşayan yaşlı bir kadının hayatla kavgası bitmişti ve Azrail kadının canını almak için o kasabadaydı . Kadının canını alalı daha çok zaman olmamıştı ve kasabayı terkederken Azrail başka bir kasabada can almak için , yukardan , toplanmış kalabalığı tabutu ve halkı gördü .

Nasıl olur dedi Azrail; Daha canını alalı ne kadar oldu ki kadının , üstelik evdekilerin bile haberi yok daha kapısını itip içeri bile kimse girmedi , bu ölen kim benden habersiz , bu da ne ,dedi ve yakından takip etmeye başladı şaşırarak.

Çünkü sadece Azrail alıyordu can'ı bu görev onundu ve sadece o yapıyordu . Ne olduğunu anlamak için insan kılığına girdi ve halkın arasına karıştı .

Asıl sorması gereken adam en geride yürürken çaresiz , Azrail halkın içine karışıp sormaya başladı insanlara ; Ölen kim ? , Yakınınız mı ? Tanıyormusunuz ? Nasıl öldü ?

Fakat hiçbirisinden bir cevap alamadı çünkü öleni kimse tanımıyordu , tanımıyoruz , sadece defnedilmesi için gerekeni yapıyoruz dedi herkes . Azrail tabutu açmak istemedi o an çünkü büyük bir saygısızlık olacaktı , insan kılığında kalabalığın arasında devam etti o da yola ve yukarı tepedeki mezarlığa kadar onlara eşlik etti .

Tabutun sahibi olan adam kalabalıktan geride kalmıştı yetişmeye çalışıyordu , hala onlara bunu tek başına yapması gerektiğini söyleyip durdurmak istiyordu onları , fakat halk tepeye çoktan varmıştı .

Önce derin bir çukur kazıldı , sonra namaz kılındı ve imam ;

-Nasıl bilirdiniz ? diye sordu .

- iyi bilirdik dedi herkes , kimdi iyi olan , kim olduğunu bile bilmeden .

Ve tabut açıldı, içinden kefene sarılmış şey çıkartılırken ağzı açıldı ve içinde ne varsa döküldü.

Gören herkes başına toplandı , Azrail çukurun hemen yanıbaşındaydı ve olanları izliyordu .

Tabuttan kağıtlar dökülüyordu herkes şaşırmış bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalışırken Azrail yere dökülen kağıtlardan birisini aldı ve okudu , sonra diğerini aldı , sonra diğerini .

Diz çöküp bütün kağıtları okurken üzülerek , tabutun gerçek sahibi olan adam soluk soluğa kalmış ve koşarak gelip Azrailin yanında diz çöktü.

- Size söyledim ! Dinlemediniz beni !

Dökülen kağıtları toparlayıp çukura doldururken adam , Azrail elinden tuttu ve dur dedi adama ;

-Bu cenazenin sahibi sen misin ?

-Benim , dedi adam .

-Neden , dedi Azrail , bunca yazdıkların , şiirlerin gömülsün istiyorsun? Sahibine neden vermiyorsun ? dedi.

Adam; Çünkü dedi , bunca yazdığım şiirlerin , yazıların sahibinin artık bir sahibi var ,

onun bir sahibi varken , benimde içimde ölen biri var ! ama azrail gelip onu içimden almadı bende kendim gömmek istedim, bu yüzden dedi .

insan kılığından Azraile dönüştü konuştuğu adam , zamanı durdurdu ,

adamın içine girip kalbinde olup bitene baktı , gerçekten ölmüşmüydü içinde birisi istediği bunu anlamaktı .

Girdi , baktı , çıktı . Ve zamanı kaldığı yerden başlattı ve adama ;

içinde ölen kimse yok ve sahibide yok ! Yazmaya devam et dedi.

Ve halka dönüp ; Burda bulunan herkes bu üzerinde şiir yazılı kağıtlardan birer tane alsın ve evde onu bekleyen karısına götürsün ve ona okusun , dedi.

Bu olaydan sonra adam , yazmaya devam etti bu gecede olduğu gibi ...

Ve Tanrı yukardan olana bitene bakıp gülümsedi ...

Servet Afşar
nacizane kendi çapımda yazdığım edebi tür;
http://www.blogger.com/bl...ostID=8706364933265295085
Hatırlamak için hayal kurmaya, hayal edebilmek için de hatırlamaya muhtacız.hikaye dediğin de budur zaten.bu andır.içine geçmiş ve gelecek, hafıza ve hayal barındırır.her hikaye, ezeli evveli olmayan, alabildiğine hudutsuz bir andır.ne başta ne sonda; tam da ortadadır...
KÜÇÜĞÜM

- Aynı sokakta oturuyorduk. Her gün bir kızla geliyordu .Adı esrarengizdi, herkes onun hakkında farklı şeyler söylerdi. Fakat kimse gerçeği bilmezdi. Kirli sakalları vardı. Yeşil gözlü esmerdi. Mahallenin kızları hayrandı ona. Bense nefret ederdim. Hiç kimseyle konuşmaz. Sadece gelir geçerdi.

Bir gün onunla yolda karşılaştık. Çok güzel bir yüzü vardı. Bana gülümsedi. şaşırdım. Ama yine
de onu sevmiyordum. Fakat o çok farklıydı.Gece boyunca lambası yanardı. Uyumak yerine onun evini seyrederdim. Onu sevmediğim halde her şeyiyle ilgileniyordum. Yavaş, yavaş onu gözlemeye başladım. O an anladım ki, Ona karsı hissettiğim şey sevgiymiş. Artık O eve gelmeden uyuyamıyordum. Yanına gelen kızları kıskanırdım. Herkes onun kötü olduğunu söyleyince. Hep onu savunurdum. Onunla karşılaşmak için kapıda dururdum.

Onu yine yolda gördüm. Bana göz kırptı. Yanımdan geçerken onu çağırdım. "Acelem var Küçüğüm" dedi. Bana aramızdaki yaş farkını hatırlatmıştı, eve gidip ağladım. Karar verdim Ona aşkımı ilan edecektim. Yolunu gözledim. Bir gün onu gelirken gördüm. Peşine düştüm o eve girdi. Biraz bekleyip kapıyı çaldım. Açtı "Ne var Küçüğüm" dedi. "Seni Seviyorum" dedim. Gülümsedi "Evet" dedi. "Ne evet" dedim. Konuşmadı. Koşarak dışarı çıktım. Bir ay boyunca evden çıkmadım.

Bir gün kızlarla konuşurken. Ambulans geldi onun evine girdi. Sedye ile onu dışarı çıkardılar. Önümüzden geçerken. '"Ben de seni Küçüğüm" dedi. Kıpkırmızı oldum herkes bana bakıyordu. Ağlayarak koşmaya başladım. Aksama kadar sokakta gezdim. Göz yaşlarım durmadan akıyordu. Sonra eve geldim. Annemler ondan bahsediyorlardı. Sevdiği bir kız varmış. Ailesi evlenmesine izin vermeyince kız evden kaçmış. Sokak serserileri onu öldürmüş. Eve getirdiği kızlar evi olmayan kızlarmış. Kimi sevdiyse ölmüş. Çok sevip acı çekmiş. intihar edip hastaneyi aramış. Polisler evin duvarında "Küçüğüm" yazısını bulmuşlar. "KÜÇÜĞÜM SEN DE ÖLME" yazıyormuş. "Ben de seni sevdim, sevdiklerim gibi sen de ölme diye ben öldüm KÜÇÜĞÜM"
Hikaye düz yazı türüdür. Temel dört özelliği vardır: Yaşanmış ya da yaşanabilir olaylar, kişiler, yer ve zaman.
Söz verdiğim gibi tam saatinde olmam gereken yerdeydim. Benimle yemek yemek isteyen insanlar vardı. Konuşmasak bile memnunlardı. Karnımı doyurdum. Gülümsedik. Artık dağılıp, birilerine beraberdik diye anlatabilirdik. Hem de sadece konuşarak. Olmaya çalıştığım şeyin beni neler yapmaya zorladığını biliyordum fakat o şey olmakta zorlanmıyordum. Buna 21.yüzyıl diyoruz.

Anlayınca aslında bir çok şeyin kendi halinde dolanırken bir araya geldiğini..

Sadece bekleyerek kendim olabileceğimi farkettim. *
cahit külebi'nin bu güzel şiirini ışığın yansıması bestelemiş ve gayet güzel yorumlamıştır. izliyoruz.
http://www.youtube.com/watch?v=3rCWaFTxUMk
Yaşanabilecek veya yaşanmış, olay örgüsü etrafında şaapan şeeden şiilerdir.
enbe orkestrası tarafından seslendirilen şarkıdır. her şeyin yalan olduğunu bilirsiniz ama o'nu kaybetmemek uğruna yalanlara kanmayı tercih edersiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=pDzj5kpq4xE

Ben bir yarayım, öp ve geçeyim
Tanıştığımız an mecnun oldum diyeyim
Günlerden bir gün bir dudak okudum
Bütün hayatım değişti diyeyim

Hiç durmadan Hikayeler anlat bana
Uydur uydur güzel hayaller kur
Dünya dönsün herşey aksın boşver
Sen ikimiz için zamanı durdur

Yalanlar söyle hadi
Büyüle kırık kalbimi
Gerçeklerden fayda yok
Çekinme kandır beni

Hiç durmadan Hikayeler anlat bana
uydur uydur güzel hayaller kur
Dünya dönsün herşey aksın boşver
Sen ikimiz için zamanı durdur

Yalanlar söyle hadi
Büyüle kırık kalbimi
Gerçeklerden fayda yok
Çekinme kandır beni.
çok etkilendiğim ve sevdiğim cahit külebi şiiri. bence türk şiiri bu şiirdeki ahengi, müzüği hiç yakalayamadı bir daha.
Cahit külebi'nin güzel şiirlerinden biridir.
En iyi örnekleri kesinlikle yunan mitolojisinden çıkar. insanların yaşarken bu dünyadan bir nebze sıyrılması adına iyi bir çıkış kapısıdır. Özellikle yetişkinlerin buna fazlasıyla ihtiyacı olmakla birlikte endorfin hormonu da salgılanmasına vesile olur. Mutluluk vesilesi işte ya.
'' sizi kendi kuyunuzdan alır, başkasının kuyusuna atar.''
hikaye yazmak zor iş olabiliyor. yazdıkça yazasın gelir, uzatamazsın. istediğini anlatamazsın, saflığını tutturamazsın. ondandır belki, hikaye yazarı olmak zor gelir romancıya.
kulaklarım patlıyor sessizliğinden
yorgunluğundan ölüyorum
sinekler yapışıyor vücuduma gitmiyorlar
yayılıyor kanları vurduğumda
denizi araladım geçtim bir aşktan
attım kum torbalarımı döktüm yaprakları
ama sanki uzandın tenime hissettim
terim aktı parmak aralarından

bazen , ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen

kanım hızlanıyor bazen damarlarımda
kan çanakları aynada levham boynumda
bir yapbozu tamamlarken bakıyorum büyük parçan eksik
kalbin olduğu
bazen bir vücudu sarıyorum
banıp parmağımı tadına bakıp
gözümü sevmeye karartıp yapamıyorum

bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen

acı bir tat kalıyor ağzımda
bazen yutup unutup bazen tükürüyorum
bazen ayılıp uyanıp bir nefesle yanımda adı yok sırtı var
bana dönük bükük
soğuğa çeviriyorum suyu ağlıyorum
bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum

bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen

derimin altında başarılı ayrılık notları
yazılmış, çöpe atılmış intihar mektupları
vuruyorum sokaklara bedenimi hayallere
hayatımı yine omuzlarıma
acımı alsınlar diye sığınıp kurtaracak kadınlara
15 dakkamı

bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen

bitti
zor oldu ama bitti
yapamadım benim başka bir kalbi
bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki
haritası ama çok silikti
sert bir şeydi iliklerimde aşk
dayandım , ittim sığmadı , kanırmadı girmedi
ama sıktım pis kanı
akıttım yaramdan
iyileştirmeye yaladım geçmişti sanki
soktum neşteri göğsüme
inanmaya halim kalmadı diye
bitti
zor oldu ama bitti

bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen

korkma bilirim acıyı tedaviyi
imkansızlığın kekremsi tadını
dün insanlara baktım kendi kirli camımdan
terkedilmişler çoktan yaradan tarafından

ben kesilene kadar yüzdüm ama
görünmeyince karan bıraktım kendimi
battım bir taş gibi
yanmıştı , çizilmişti ama seyrettim ağlayarak sabredip
çok sevdiğim bir filmi
artık yalnız senin için üzülüyorum
bitti
zor oldu ama bitti

benim de zaten hiç gücüm yok
yüzüm yok hiç umudum yok
ama bil ki farklı bir hayaldi
işkenceydi bazen bazen çok güzeldi
ama anlıyorum sesinden
kurtulmuşsun sen
nokta konmuş, bitmiş
en güzel hikayem .
Cahit Külebi'nin bütün şiirleri olarak adam yayınları (en sevdiğim yayınevi) tarafından basılan şiirdir.
bazen entry girerken yazdığımdır. hani olmamış ama olmuş gibi göstermedir. yaşanmamış ama olası duyguları bir hikaye içinde harmanlayıp sizin beğeninize sunmamdır.
Senin dudaklarin pembe
ellerin beyaz
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz... yazarken gozlerim doldu yegenimi cok ozledim.
"bana hikaye anlatma" gibi bir deyimde kullanılan, edebi değeri olan, yaşanmış ya da yaşanabilir olabilen anlatım türü.
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen'in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen'e yeterince benzediği görüşündeydi.
Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti. Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti.
Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu," Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?" Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu.
Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen'in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy'nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi " etiketiyle teşhir edildiğini gördü.
Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen'in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı. Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, aynı zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe çevirmişti. Çünkü milyoner resmi almaya kalktığında fiyatın eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti.
Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol duşundu.

Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.
güncel Önemli Başlıklar