bugün

geçenlerde bir arkadaş geldi, taa ilkokuldan arkadaşım.
bu arada, laf aramızda arkadaş cemaatçiydi. bir çeşit dinsel komün içinde yaşıyordu, üniversite eğitimini bu şekilde yaşayarak devam ettirmeye niyetliydi.
havadan sudan bahsettikten sonra söz geldi,

"abi sen neden namaz kılmıyorsun?" dedi.
telaşlandım önce, dedim ki içimden yahu ne demek? bu eleman benle dalga mı geçiyor? ben ki "alnı secdeden kalkmayan" bir insanım..

bu esnada encoder* mekanizmam devreye girdi. düsturunu şöyle ayarlamıştım 80'li yıllarda:
öyle bir laf et ki, düşünülen şey de belli olmasın, zıttı da.

"hayrola namaz falan? peygamberi mi gördün rüyanda?" diye sordum.
eleman şaşırdı,
"estağfurullah abi. o seviyeye varmadık henüz.." dedi.

bu esnada elemanın kafası karıştı. zira hem cevap alamadı, hem de tam olarak kavrayamadığı bir tepki aldığını hissetti. biraz sessizleşti. encoder'larından sonuç bekledi. alamayınca küfretmek istedi herhalde, "olm sikme beni işte soruma cevap ver" diye laf vurmayı düşündü. lakin olmazdı, and içmişti; küfredemezdi, duygularını doğrudan iletemezdi. ve de başka bir yöntemi seçti:
"abi, bak dünya ne kadar güzel ve inanılmaz varlıklarla dolu. bak mesela hamam böceğine bak; minnacık varlık nemin olduğu yerde türüyor, radyasyondan etkilenmiyor.. bir üredi mi 100lerce çıkartıyor.. bunların hepsinin bir yaratıcısı olmalı, değil mi?" diye sordu ve sessizliğimden yararlanarak örneklendirmelerine devam etti.

alışkındım bu yönteme. bunların "damıtım" adlı bir dergileri vardı, bir ara beni parasını bizzat vererek abone etmişti. derginin özellikle kapağının çok güzel olduğunu hatırlıyorum. neyse, işte bu dergilerde her hafta yada ay bu tür şeyler çıkardı. merhaba, "merhaba ben hamamböceği sertul", "ben sivrisinek kazım" tarzı ilginç tiplemeler vasıflarından bahsederlerdi. bir de, iğne başı kadar beyinleriyle insanlara erdem dağıtmaya çalışırlardı. ama harbiden de başarabilecek potansiyele sahiplerdi.

bizim eleman da onlardan birini henüz okumuştu herhalde, sessizce dinledim.

"abi iyi işte ne güzel. komplex varlıklar var dünyada. bunu sürekli söyleyerek önemsizleştirmeye çalışıyorsan başarılı olamazsın. emin ol." dedim. eleman bu sefer sinirlenme moduna girdi. yazıktı elemana. devam etmek lazımdı: ".. çünkü gerçekten de tasarım harikası bunlar. bak mesela götü boklu bir fotodiyotu bile üretemiyoruz ülkede henüz. bu meretlerde ise kat kat iyisi ve binlerce tanesi mevcut. hem de düşün.. her yerde, eski evlerde, toprakta, denizde.. her yerde."

eleman sinirden sıkıntıya geçi. herhalde laf anlatamayacağını düşündü. halbuki oldukça ayarsı bir günümdeydim. yani ortada ayar olsun da, o atsın bu atsın farketmezdi benim için; yeter ki ayar olsun ortamda diye düşünüyordum.

başladım konuşmaya: "bak sevgili dostum, biliyorsun hayat zor; bunu var olan zorluklarıyla güzelleştirmek elimizde, lakin güzelleştirmeden kolaylaştırmak da.." eleman henüz hafifçe kaldırdığı kaşlarıyla beni dinliyordu. "bazılarımız kolay yolu seçerler, bazılarımız zoru; zor yolu seçenlerin bir güzellik arayışında olduklarını söylemek mümkün. yani en azından böyle bir kaygıları var, var oldukları dünyada güzellik arıyorlar" dedim. biraz garipsedi, kaşları daha da bir kalktı. "bazılarımızsa..", dedim, "önceden kendileriyle aynı yolu izlemişlerce yazılmış manifestoları uygulayarak sanal bir güzellik yaratıyorlar, tam olarak zevk alamasalar da çeşitli sebeplerden ötürü bu dünyayı sanal bir güzellik içinde geçirmeye çalışıyorlar ve gerçek güzelliği başka diyarlarda arıyorlar yada en azından, orada bir yerlerde var olmasını umut ediyorlar" dedim, bir şeyler söyleyecek oldu, nefes aldı; izin vermedim. "ama mesele şu ki" dedim, "iki tarafın da tuttuğu yol da yordam da aynı, sonuçta bu bir çeşit arayış. yalnızca bir taraf arayış olduğunun farkında, diğeri ise hali hazırda sahip olduğunu düşünüyor. ama belli ki sahip değil, hala kendini avutacak hayallerle yaşıyor" dedim.

eleman sonunda konuştu, "abi sen ne dediğin farkında mısın?" dedi.

bu biraz şaşırtıcıydı, eleman bir defada cümleleri anlıyordu. sevindim.

encoder sistemleri devreye girdi tekrar, asli fikirlerimi örtbas edecek, ama karşı tarafa pay da vermeyecek bir söylem geliştirdi aniden: "bak" dedim, "urfa'yı bilirsin. peygamberler diyarıdır.." ondan bir onay bekledim, sessiz kalarak onayladı. "işte ben kendimi urfalı sayarım, tüm insanları da ordan gelmiş olarak telakki etmeye de hazırım" anlamadı, yine sustu. son cümleyi etme zamanı gelmişti belli ki. ettim de. "işte, merak etme, hepimiz urfalıyız. sadece çoğu bunu açık açık söylemiyor. ama bil ki hepimiz aynıyız.."

tam o sırada ışıklar sönmüştü. sanırım bir yerlerde bir trafo patlamıştı. ya da anlık bir bunalıma girmiştim, tantraya varmıştım bir şekilde, bilemiyorum. sonrası karanlıktı.

hayat böyle işte, değişik sonlar, alternatif yaşamlar. var olmalar, yok oluşlar.. halbuki, dirac dağılımı bunu oldukça iyi açıklıyor:
"argümanınız sıfırsa, varsınız; sıfır değilse, yoksunuz..."
(bkz: hepimiz entry giren insanlarız)
(bkz: hepimiz cayır cayır yanacağız)
(bkz: hepimiz abdullah gül üz)
az sonra sol frame de 81 ilimizi bulacagimiz basliktir.
(bkz: hepimiz antepliyiz)
(bkz: hepimiz malatyaliyiz)
(bkz: urfa lıyız ezelden)
(bkz: hepimiz urfalıyız)
(bkz: hepimiz çiğköfteyiz)
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar