bugün

Pek garibanlikla alakası yok ama küçükken bir sakızı birkaç gün boyunca cignerdim ve bunun sebebini hala anlamıyorum.

Belki de çok fakirdik.
iste sonbahar sonlariydi kalin montlar giyilmeye baslanmisti. bir arkadas elini cebine atti, para cikmisti. kankam elini atti, bos. ben elimi attim fatura cikti. icim kan aglamisti ama cok gulmustuk.
yok ki doğma büyüme zenginim, akp döneminde de babam daha çok zengin oldu oh mis. allah akpye zeval vermesin.
Resepsiyonda calısıyordum, isvicredendi yanılmıyosam misafir. Öyle bir yakısıklılık gormedim ben. Lobby de otururken, resepsiyona geldiginde hep bakardı, güzel bakardı, göz kontagı nasıl kurulur ögretti o derece. Bir gün yine resepsiyondayken, birsey istedi yanımda bellboy da vardı, cevap verirken nasıl oldu anlamadım, sesim resmen balgamlı cıktı adamın yüzünün seklini gormeliydiniz, gidiş o gidiş...
3 ya da 4.sınıf falandım, ara dönem karnemi almışım eve geliyorum, ilkokul döneminde hep zeki ve sınıf birincisi bir çocuk olduğum için yine hepsi 5 dolu bir karneydi, bizimkiler de kanıksamıştı artık bu durumu ama ne bileyim yine de tuhafıma gidiyordu.

elimde karne eve geldim, anneme gösterdim, annem sevindi mutlu oldu falan, koş babana da göster diyor.

geldim içeri babam tv'nin dibinde yerde uzanıyor, tv ile arasında 1 metre anca var. her neyse baba karne aldım dedim, bakiyim dedi, eline aldı bi gözü tv'de bi gözü karnede, afferim dedi, böyle başımı okşar gibi yaptı sonra tvye bakmaya devam etti.

ben de daha çocuğum tabi bi ilgi bi hediye falan bekliyorum, hiçbir şey görmeyince biraz moralim bozuldu.

sonra babam balkona gitti falan ben de peşinden gidip para ver de kumbarama atacam dedim hem karne hediyesi dedim, orda çıkardı 50.000 lira verdi, şimdiki 5 kuruş işte, sakız parası. kocaman demir bir paraydı 50.000 lira, buna bir şey mi eder falan diye bir isyan çıkardım 50.000'i tutup aynaya doğru fırlattım velhasıl kelam nasıl bir aynaysa kırılmamıştı, üstüne üstlük bir de azar işitmiştim.

o güzelim karnenin üstüne 50.000 lira..
yine bi burkuldum be, ne geldiyse başımıza parasızlıktan geldi.
1998 yılında 2 çocuğuma ekmek götürmek için gazinoda sahneye çıkmaya başladım.
Hayat bize öğrettikleriyle mukadder her zaman.
Bakıyorum dışarıda kar var ve kar hüzündür her zaman.
Küçüktüm, sevmedim karı. Büyüdüm hala sevmiyorum.
Ben küçükken kar yokluk, yoksulluk demekti ki bu durum ben 21 yaşıma gelene kadar devam etti.
Yıl 2006.
Ankara'yı bilen soğuğunu bilir, soğuğunu bilen garibanlığı da bilir. Üniversiteyi yeni kazanmışım, daha 4. ayım.
bir şekil bir başımızı sokacak bir yurt bulmuşuz kurtuluş'ta. Sıcak su bir akar bir akmaz, daracık bir odada 4 kişi kalırız ama dert değil, bir kahvaltı verilir yenir mi yenmez mi soru işareti.
Olsun denir, eyvallah denir, başımızı sokuyoruz denir, şükredilir. 300 liraya okula bu kadar yakın bir yurt başka nerede var ki zaten.

Standarttı hep, bizimkiler ayın ilk haftası 400 lira para gönderir, bir esnaf abimiz de ayın ilk haftası 200 lira burs yatırır. 400 liradan önce yurdun parası yatırılır. Sonra kalan parayla otobüs, sigara, yemek gibi giderlerin hesaplaması yapılır. Genel liste şu şekildedir:
Otobüs: 40 tl (yanılmıyorsam 90 krş. civarıydı o dönem öğrenci ücreti.) zorunlu olmadıkça haftasonu yurttan çıkmak yok.
Yemek: 30 tl okul yemekhanesine harcanan, 70 tl akşam ve haftasonları. (yine yanılmıyorsam tavuk döner 2 liraydı, simit 50 kuruş. Bir de patso yapıyorlardı bi kaç yerde 1,5 liraya.)
sigara: 2,5 liralık lark'tan ayda 25 tl.
Kırtasiye: 40 tl.
plansız harcamalar: 50 tl. (temizlik vs.)
kalan: 45 lira.
o 45 lira önemli çünkü zorunlu olarak milletle dışarı çıkıp rezil olmak var. (bu arada o dönem barlarda bira 5 ile 7 lira arası değişmekteydi. Çayı eğer tunalı'da içmeyecekseniz 1-1,5 lira arasıydı)
ha zaten üst başa harcayacak para yok. Üst baş desen pejmürde, aralık ayında spor ayakkabılarla okula gidip geliyorum, mont desen zaten yok yağmurlukla idare ediyoruz. o da iyi ki rüzgar geçirmiyor.
Neyse aralığın başındayız, baba parayı yolladı. Koşa koşa gittim yurt parasını ödedim. cepte var 130 tl. Kırtasiyeye gittim fotokopi vs. için gitti 50, kaldı 80. Bir akşam mecburi bir gece çıkması yaptık, kaldı 40 tl.
içten içe yalvarıyorum burs yatsın diye. ayın oldu sekizi, ortalıkta gelen burs yok, adamı arayacağım kontör yok ki arasam ne diyeceğim hiç bilemiyorum.
Zaruri olmayan harcamalar kısıldı. Sigara alınmıyor, yurt kahvaltısı ile akşam ediliyor, akşam bir simit ile geçiştiriliyor. 1 hafta sonra cepte kalan para 1 lira... okula gitsem dönerken yüreyeceğim bir de üstüne akşama yiyecek hiçbir şeyim yok.

Çıktım yurttan. Yürüyeceğim yol 2 kilometre. Daha yurdun kapısından çıkar çıkmaz kendimi buzun üstünde bulmam bir oldum. Spor ayakkabı, durur mu buzun üstünde?
Söverek yola devam ettim, ayaz kemiğimi geçip iliğime işledi. Yürüdüğüm, yürürken isyan ediyorum. isyanım yetmedi gözyaşlarım birbirine girdi. Ne fayda....
Çeneme inmiyor yaşlar, yanağımda buza dönüşüyor.
Vardım okula, akşam oldu anca çıktım üşümekten korkarak.
Yine soğuk içime işleyerek yürürken telefonum çaldı açmadım bile. Bir daha çaldı, bir daha çaldı, bir daha...
sinirle aldım telefonu elime bir baktım taner amca arıyor, Sesi iyi değil. taner amca bir şey mi var dedim, yutkunmasını telefonun diğer ucundan duydum.
baban, baban trafik kazası geçirdi çabuk gel dedi. Düştü telefon elimden, çöktüm kaldım...
Bir esnaf geldi yanıma, tuttu dükkanına soktu beni. Konuşamadım bir süre ta ki bir bardak suyu içene kadar, o da sadece istanbul'a gitmem lazım diyebildim.
Daha kendime gelmeden kendimi aşti'de buldum. Git delikanlı, neden gitmen gerekiyorsa git dedi.
otobüs bolu'da mola verdi, cebimdeki son lirayla bir çay içmek içmek için içeriye yönelmişken bir kağıt parçası cebimde. Neyi koymuşum diye cebime çıkarmamla 100 lirayı görmem bir oldu.
..

Babam 3 ay sonra düzeldi, bursumu yatırmayan abi 2 aylık bursumu birden yatırdı.
Rag&bone botlarım var artık, paul smith montum.
Yine de kar yağınca üşüyorum, yine benim durumumu yaşayan bir öğrenciyi hayal ediyorum.
Biliyorum; çırağan sarayından bile izlesem dünyayı yine her kar yağdığında üşüyeceğim, yine her kar yağışında kardan nefret edeceğim.
yıl 1998-1999 falan olmalı, istanbulun karadeniz sahilinde şile ilçesi vardı, bilenler bilir. şile o zamanlar şimdiki gibi değil, tertemiz tabi. mahallenin insanları yazın hafta sonu olunca ailecek arabaya doluyorlar, çoluk çocuk simitlerini, kolluklarını alıp denize gidiyorlar. nasıl özeniyorum bilseniz, bahçede kuyu kazmışım ayaklarımın gireceği kadar, çamurlu suya girip avutuyorum kendimi. muhtemelen yaşım 12-13 falan, ne salakmışım.

amcamın oğlu var, yaşı epey büyük benden. çalıştığı yere ait pikap bi araba bulup getirdi, hadi şileye gidiyoruz deyince havalardayız tabi. abim ben, 2 amcamın oğlu doluştuk şile'nin sofular plajına gittik. plajın üst tarafında çam ağaçlarının olduğu bir bölge var. oraya da koyduk arabayı, gölgeye bi hamak kurduk bi de halı attık yere. nasıl keyifliyiz ama, karpuz peynir falan yedik. akşam oldu, arabada benzin yok, baktık kimsede de para yok, dedik yarın ola hayrola, yatalım biz burda.

yattık ama uyumak ne mümkün halının üstünde, havluyu yastık yapmışım, yıldızlar dökülecek üstüme, yıldızları izlemek bedava. derken tuvaletim geldi, tuvalet plajda, yürüdüm gece vakti plaja yaptım tuvaletimi. çıkına baktım ki ay ışığı denize vuruyor, dalgalar usul usul kumsala geliyor. soktum ayaklarımı suya, deniz boyunca yürüyorum. derken ayağım bir ipe takıldı, sendeledim. plaja bir demir çubuk sokup ona ip bağlamışlar çamaşır ipi gibi, o ip de suya gidiyor. çok merak ettim ne olduğunu, başladım çekmeye, çektikçe ağırlaşıyor ve merakım artıyor. yavaş yavaş su üstünde küçük dubalar belirdi, baktım ki bu bir balık ağı ve bıraktım orada. o zamanlar insanların yüzdüğü plajlara niçin balık ağı atıldığını anlamadım.bıraktım ağı, çıktım yukarı tekrar.

sabah oldu yine erkenden uyandım, tekrar inecektim tuvalete, baktım ki 2 kişi o benim çektiğim ağı germiş, bir kişi de bişeyler yapıyor. gittim yanına, ağın üzerinde yüzlerce yengeç var. adam yengeçleri söküyor, ana avrat söverek atıyor yere, yaklaştım, dedim ""abi ne balığı çıkıyor ki burada?"

adam;

"normalde kalkan çıkar geceleri ama, orospu çocuğunun biri gelmiş, gece ağı çekmiş" dedi.

vay şerefsiz dedim. ama nasıl bir mavi ekran verdim anlatamam.

diğer ağı tutan elemanlardan biri de, "bütün gece yukardan gözledim, yarım saat uyumuşum o ara gelmiş anasını siktiğim" dedi.

daha fazla dayanamayıp koşar adım uzaklaştım ordan.

sonra ertesi gün bi şekilde para olayını ayarlayıp alıp benzini dönmüştük evimize.

bu da böyle bir anımdır.
oduncu gömleğinin giyildiği günler..
1 lira alırdım annemden okula giderken.
sabah öğleden sonra yerim derdim, öğleden önce de para yanımda olmasına rağmen sabah yedim o parayı diye kendimi telkin ederdim.
hangi birini anlatalım. fukaralıkla geçen çocukluk yılları.
bizi oralardan buralara getiren rabbimize nihayetsiz şükürler olsun
Viyana'da mcdonaldsta milletin tepsisinde kalanları yemek.
Nokta.
Lisede okula karda spor ayakkabılarımla ve kot montla yürüyerek gidiyordum. Ailemden ayrı büyüdüğüm için onlarla hep yabancıydık. o yüzden minnet etmezdim. Yaz boyu çalışıp son kuruşuma kadar versemde, kışın hiç akıllarına bana mont almak gelmedi. Bende kahrımdan sustum yine umurlarında olmadı. Arkadaşlarım neden giymediğimi sorduğunda sıcağı sevmediğimi söyler geçiştirirdim. Oysa sıcağı sevmemek değil, soğuğa alışmaktı benimkisi. 2. Sınıfta çok fena zatürre olmuştum 1 hafta parmağımı bile kipirdatamadim... Ama şimdi Üşüme eşiğim yüksek kolay kolay hasta olmam. Bakacak kimse olmadığını bilince insan hasta dahi olmuyor.
ilkokulda ya da lisede yanlis hatirliyorsam bagislayin, yanlari yirtik bot giyerdim. o kadar eskiydi ki ne zaman alindigini unutmustum. kar yagmasin isterdim hep. cunku kar yaginca ayakkabilarimin ici islaniyordu, su aliyordu. okul cikisi o ayakkabilarla eve yurumek zorunda kalmistim otobuse binicek param yoktu.3 kilometreyi boyle gittim. sonra hasta oldum tabi.. sonra da bot aldik zaten.. aslinda bircogunuzun belki de yasamadigi birseyi anlaticam simdi. babamla ayakkabi almaya gittik flo'ya. orda cok guzel bi ayakkabi begenmistim. markasi pumaydi. 144 liraydi ve peder beye bunu cok begendim nolur alalim diye yalvardim. bircok kez dil doktum. cok pahali diye almadi. o gunden sonra kendi kendime dedim ki "ulan sen baban gibi olmayacaksin, cocuguna istedigi begendigi ayakkabiyi almak icin okuyacaksin. oglunun, bir zamanlar hayal kirikligina ugramis babasi gibi ayni duygulari yasamamasi icin okuyacaksin." dedim. bu benim hayatimda cok onemli bi yere sahip bi anidir.. siz siz olun asla "sadece ben mi boyleyim." diye dusunmeyin. disarda sizden daha beter milyonlarcasi var. emin olun.
ilk ve ortaokulda ailemin durumu çok kötüydü. O yüzden harclik alamiyodum. Okulda acliktan bayilacak durumlara kadar gelmiştim. Evden götürmeyi düşündüm evet ama evden götürecek bi şeyde yoktu aq. Hem gotursem dalga geçerdi picler.
ilkokuldayken arkadaşımla tepede bayırda efes şişesi arardık bulunca altın bulmuş gibi sevinirdik çünkü tekel tanesine 15 kuruş verirdi.üç şişe bulduk mu 40 kuruşluk haylayf parası çıkmış olurdu onu da bölüşürdük.okul bahçesinde top oynadıktan sonra 25 kuruşu olanlar gidip yandaki bakkaldan oğuz gold kola-gazoz alırdı.25 kuruşu olmayanlar ise aga bi fırt versene derdi ama hangi birine verecen tabii sana az bir şey kalırdı.bazı ibneler vermeyebiliyordu biz yine iyi yürekli çocuğuz.suyumuz bedavaydı maçtan sonra direkt camiiye şadırvana koşardık.bimde bazen tanıtım amaçlı yeni çıkan ürünler bedava verilirdi o zamanlar osmanoğulları tatlısının yeni geldiği zamanlar olabilir bir anda tüm mahalleye haber yayılmıştı aga koşun bimde bedava tatlı var diye hücum etmiştik isteyen kazandibi isteyen profiterol almıştı bi güzel yemiştik o mutluluk tarif edilemez.hiçbirimizin cebinde o tatlıyı alacak para yoktu inanın.son olarak fakirliğin en dibini anlatan olaya gelelim.bir sitenin bahçesinden geçerdik değişik bir bitki vardı iyice gariban çocuklar koparıp bitkinin sapını emiyordu şaşırmıştım görünce ama bir sapta ben denedim gerçekten ekşi ekşi limon gibi ilginç bir şeydi.ordan her geçişimizde bir dal alırdık.hey gidi günler.şimdiyse gidip bimi boşaltabilecek paraya sahibim çok şükür ama 1 tane bile tatlı yiyesim gelmiyor.önemli olan bir şeyleri canın çekerken elde edebilmekmiş onu anladım.
ilkokuldaydım. okuldan eve gelmiştim ve karnım aç idi. dolapta beş altı zeytin ve kurumus avuç kadar ekmekten başka bir şey yoktu. hiç unutmam annem kurumuş ekmeği biraz kızarttı, kendisi tüm gün aç olmasına rağmen dolaptan zeytini çıkartıp bana yedirmişti.
O zamanlar lise ikideyim yaş da on altı galiba. O yıl bir kiza aşık olmuşum hayatımın ilk aşkı, bir türlü geçmeyen lise aşkı olur ya hani ondan. Aylardir uyku uyuyamiyorum. Bu kiza olan tutkum lise hayatim boyunca sürdü zaten. Neyse bir yandan da gitar çalıyorum, yeni yeni bir müzik grubu oluşturuyorum. Daha üç dört ay önce babama yalvar yakar bir gitar aldırmışım yetmiş lira filan. O gitarla neler çalıyorum hırs ya bu. O zamanlar bayıldığım bir gitar markasi var jackson, hala da bayılırım. Telefonda duvar kağıdı yapmışım o kadar seviyorum ama asla alamayacağım bir gitar işte, on yil sonra işe girip alma hayali kuruyoruz. Acıdır ki yaklaşık on yil geçti hala param yetmiyor. Bir gün yine bu gitarın fotoğraflarına bakıyorum sınıfın köşesinde, basta bahsettiğim kız yanima geldi. Bu arada o zamanlar herifin tekiyle takılıyor tanımıyorum da adami dersaneden degil icim icimi kemiriyor, tek bildiğim bebenin parasinin olduğu. Kız neye baktığımı sordu. Bak dedim jackson bu gitarın markası, işe girince hemen alacağım en büyük hayalim. Kız bakti yaklaşıp fotoğrafa "bundan erkek arkadaşımda var ya aynisi" dedi dudak büken bir tavırla. O an icimden tır geçti, bir şeyler ezildi. Sonra neden lise ikide sigaraya başladın diye soruyorlar. Acaba neden ?

Edit: Evlendi lan kız.
bir keresinde market alışverişi yapmayı bırak, pazara gidip yiyecek alacak paramız yoktu. babamda pazarcılar kapatıp gittikten sonra yere atılan, düşürülmüş çürük, ezik meyve ve sebzeleri eve getirmişti yemek yapıp yemiştik. çok anım var böyle. okula giderken giyecek hırkam yoktu. okulda yardım paketi vermişti bana. durumu olmayan öğrenciler için yılda bir kere yapılıyordu. gurur yapmıştım almamıştım. en son akrabalarımızdan birinin eski hırkasını vermesiyle birazda olsa rahatlamıştım.
fakirlik kadar yalnızlık da garibanlıktır. ikincisinden epey biriktirdim.
Üniversitede devlet yurdunda kalırken garibanlıktan dolayı sadece yemek fişleri ile yemek yiyebiliyorduk. Yemek fişi de bir çorba ve pilavı anca karşılıyordu. Tabi doyuyormuyduk Hayır! Boş tepsileri koyduğumuz yerde iki kaşık alınıp bırakılmış etli yemekleri gördükçe bildiğin yutkunurdum. Hani az biraz utanmasam alıp onları yiyesim gelirdi. Hey gidi günler hey!
Lan şöyle düşününce hüzünlendim ailem memur olduğu için mütemadiyen garibaniz milletin anısı bizim yaşam tarzımız olmuş.
resmen antiterapi baslığı burası. unutmak istediğimiz ve unutmamız gereken ne varsa birbirimize hatırlatıp duruyoruz.
Öyle bir anım yok maalesef.

(bkz: Zengin olmanın kötü yanları)
ilkokuldayız. Tabii o zamanlar istiklal Marşı var ve her sınıftan bir öğrenci sırayla sahneye çıkıp okutturuyor okula. Bende bir gün sınıfın gazına gelip dedip okuyayım bir herkes görsün. "Günaydın arkadaşlaaağr" derken farkettim ki meğersem bizim okul ne kalabalıkmış. Bir hata yaptım mı hayatım mahvolacak sanki bana göre o zamanlarda. Yüzlerce çift göz bakıyor sonuçta. Bir an sıcak birşeyler hissettim altımda ve o 'şırrk' sesi.. Sen git tüm baskıya dayanamayıp sahneye işe. 4 yıl boyunca ismim sidikliye çıkmıştı.