bugün

Biliyorum,
Benden çok uzaklardasın sevdiceğim.
Aşılmaz mesafeler aramıza girdiler.
Sessiz ve sensiz dünyamda var artık,
Sadece odama sinmiş kokun, anılar,
Seninle yaşanmış anlar, hatıralar,
Canlandı o eski günler hayalimde.
Dönüp bakınca, yeniden maziye,
Seninle beraber büyük tura çıktığımız,
O muhteşem hayal adasında ilk defa,
Çekiner tutarken usulca elini,
Sım sıkı sıkmıştın avucumu,
Bir daha hiç bırakma der gibi.
Bostancı'dan bindiğimiz ada vapurunda,
Saçların parlarken yaz güneşinden,
Bir elinde darbuka, inletirken denizi,
Hafiften çakırkeyftin sanki,
Yaslanmıştın fütursuzca omuzuma.
Kör kütük sarhoş olmuştun sonra,
Ben taşımıştım seni iskeleye kadar,
Seni seviyorum diye bağırırken,
Utanarak elimle kapatmıştım ağzını.
Sonrasındaysa vapurda sarılarak,
Bırakmıştın kendini kollarıma.
Bütün yol boyunca.
Dalgalarla martılar eşlik etmişti bize.
Bir de şimdiye bak.
Sen bilmiyorum nerelerde,
Bense dönerek tam bir deliye,
Bitmiş tükenmiş bir halde,
Saçları sakalları birbirine karışmış,
Bir köprünün altında ucuz şarap içerek,
ölmeyi bekleyen berduşlar gibi,
Belki bir umut çıkar gelirsin,
Alır beni görürürsün diye dualar ederek,
Bekliyorum sonumu.
Bazen de tam tersine,
öylesine beddua ediyorum ki sana,
Kötü bir kader gibi yazılmışsın bana.
Nereden çıktın ki benim karşıma,
Şu koskoca, yusyuvarlak dünyada.
Hiç bir şeyin farkında değilsin belki ama,
Gerçek kaatilim benim sensin aslında.
Bu gün muhteşem bir gün,
Çok güzel bir gün bu gün.
Zaten şarabım da bitti.
Sana kavuşamadıktan sonra,
Çok erken değil ölmek için bana.
. . ismail oral . . .
iyiydi böyle
Gideydin
Ama kalmadın
Ben de darmadağın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden…
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…
yaralı kalbi tek bir gözyaşında,

saf aşkını suçluyordu korkusuzca,

kederli nefesi de usandığında,

terkediyordu kendini sonsuzluğa,

aklını yitirmişti yalnızlığında,

hapsediyordu kendini tuzaklara,

dem vururcasına haykırışlarında,

kaybediyordu kendini umutsuzca..
Ayaklar altında ezilmiş,
Kaldırımda bir taşım.
Okyanusu taşırdı,
Sana akan göz yaşım.
Aldığım her nefeste,
Kurduğum her hayalde,
Yanlız sen varsın,
Düşündüğüm her demde.
Alnımda ki satıra,
Kalbimde ki damara,
Öldüğüm zaman,
Mezarımın taşına,
Benim ismim yanına,
Senin ismin yazılsın.
. . ismail oral . . .
Dünyanın belki de en bilinen savaş şiiri olan Bekle Beninin yazarı Konstantin Simonov, bu şiiri aşık olduğu '' Valentine Serova'' için cephede,ateş altındayken yazmıştır.
Simonov,gazetesi tarafından savaş muhabiri olarak '' Stalingrad'' cephesine gönderilir. bir gece, yani beline kadar çamura battığı, sağına soluna top ve şarapnel parçalarının düştüğü, başının üzerinden vızır vızır mermilerin uçuştuğu bir gece, her zamanki gibi sevdiği kadını,güzeller güzeli Valentina Serova' yı düşünürken,bu kadına duyduğu aşk ve hasretin dayanılmaz bir hale geldiğini hissederek bekle beni şiirini yazar. izne çıkan bir askere şiirini verir ve yolu düşerse şiiri gazeteye bırakmasını söyler.
Sonra da savaşın acımasızlığı her yanını kuşatır ve Simonov şiirinden herhangi bir haber alamaz. Oysa asker şiiri gazeteye ulaştırmış, şiir gazetenin savaşın henüz sıçramadığı şehirlerden birindeki baskısında yayımlanmıştı.
Sonra bir gün askerlerden biri şiiri görmüş, onu kesmiş ve Stalingrad yakınlarındaki bir kasabada yaşayan nişanlısına göndermişti. Şiirden çok duygulanan genç kız da bunu arkadaşlarına gönderince, ortaya o ünlü Bekle Beni fırtınası çıkmıştı.

Bütün bir savaş boyunca cephenin göbeğinde savaşanlardan, Rusya' nın çok uzak ve griler içindeki Kuzey limanlarında görev yapan bahriyelilerine kadar bütün bir Sovyet ordusunda bu şiir hem subaylar hem de erler tarafından ezberlendi.
Bu şiir, Ortodoks kutsal metinlerinden sonra Rus halkı tarafından en çok okunan ikinci yazı olduğu söylenir.

Bekle Beni

Bekle beni, döneceğim

Bütün direncinle bekle beni.

Bekle hüzün yağmurları

Gökyüzünü kaplayınca,

Karakış üşütürken bekle,

Sarı sıcaklar yakarken bekle.

Kimseler beklemezken bekle beni,

Unut anılarla yüklü bir geçmişi

Ne bir mektup ne bir haber

Gelmesin ne çıkar, bekle beni

Bekle beni döneceğim

Bekle, yalnızca sen bekle beni.

Bekle beni döneceğim, bırak

Beklemekten usanmış dostlarım

Oğlum, anam, yoldaşlarım

Öldüğümü sansınlar benim

Umudu kesip bir ateşin başında

Beni yad edip içsinler ama sen

içme sakın yürek acısı o şaraptan

inançla, sabırla bekle beni.

Bekle beni, döneceğim

Tüm ölümlere inat bekle.

Çünkü o büyük bekleyişin

Düşman ateşinden kurtaracak beni.

Bekle kızgın sıcaklar içinde,

Karlar savrulurken bekle beni,

Yalnızca seninle ben, ikimiz

Ölümsüz olduğumuzu bileceğiz;

O sırrı, o hiç kimsenin bilmediği.

Kimseler beklemezken

Beni beklediğini.

Konstantin Simonov
"Nigârâ bezm-i hüsnünde dil-i mestânemiz kaldı

Perin yakmış cemâlin şem’ine pervânemiz kaldı



Onu hoş tut garibindir efendim işte biz gittik

Gönül derler ser-i kûyunda bir divânemiz kaldı



Yürek kan oldu hicrândan vücûdum çekti el cândan

Fedâ oldu yoluna cümlesi zîrâ nemiz kaldı



Başımdan akl ise gitti dil ile cân revân oldu

Ten-i bî-i’tibâr adlı kuru vîrânemiz kaldı."
Kalur gider bu gönül zülf-i yârdan gelmez
Safâ-yı şâmı tuyan ol diyârdan gelmez

Safâ-yı meşrebi olan nihâl-i bîd gibi
Kenâr-ı bâg u leb-i cûybârdan gelmez

Kemendine tutılur nice nâ-tüvân bulınur
Bir iki saydsız ol şeh şikârdan gelmez

O neşve kim bana dürdî-i derd-i `aşk virür
Şarâb-ı sâfî mey-i hoş-güvârdan gelmez

Şu şevk kim nefes-i pîrden gelür Yahyâ
Dem-i seherde nesîm-i bahârdan gelmez
Hava poyrazladı yağmur yağacak
Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
Yukarda
Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü
Patladı patlayacak
Olanca hışmıyla kentin.

Sensin
Akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
Her şey rengine göre kanar bilirsin
Tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
Pespembe kanar
Ve herbir renkte kanayan gözlerin
Çınlatır Eluard’ın mısralarını orada
‘içinde uçtuğum gözlerin
Yolların gidişine
Dünyanın dışında bir anlam verdi.’
Demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
Öylesine anlamlı ki insan
Bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
Yağmur yağacak.

Yarı karanlık odamız, üstelik soğuk
ısıtıcı bir soğuk bu, değişik
Sensin, bir yüzümde geziniyor şimdi yüzün
Bir elimizdeki kitaplarda
Şiirler okuyoruz bugün
Limanlık bir deniz gibi kıpırtısız önümüzdeki taş masa
Uykuya yatmış gibi bütün balıklar
Gemileri kaptansız tayfasız
Gidip gidip geliyor kimi zaman da
Anayurduna dağlara
Şiirler okuyoruz bugün.

Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
Saatlendiriyoruz günü
Bölüyoruz dakikalara
Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.
Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
Penceremizden
Mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
Dışarıda küçük bahçemizde
Ayak izleri gibi gökyüzünün
Hatmiler
Bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
Derken bir mavi damar, bir dudak büküş
iyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
Çırpına çırpına yükselen duman
Bir tutam saçın öne düşüşü
Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa
Kaça alınırsa bir tükenmez kalem
Doluyor içimize öyle
Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
Yağmur yağacak.

Yaşını çoktan aştım Orhan Veli’nin
Ölümle duruyorsa eğer yaşlanmak
Onun bir sonbahar yağmuruna gömülü ölüsü
Yağdı yağacak
‘Ölünce kirlerimizden temizlenir
Ölünce biz de iyi adam oluruz…’
Sade ve ince
Dünyaya uzun parmaklarıyla dokundu dokunacak.

Yorulduğun zaman söyle
Susalım, hiç konuşmayalım istersen
Sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
Açık denizler gibidir zaten elimde
Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
Dışarıya da parlamalı biraz
Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
Sensin, iyi anlarsın beni
Gözlerine başka türlü bakıyorum
Ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
Nemli bir tülbent olup buğulanıyor
Ve yaslı ve mahzun
Ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
Memleketimin gözleri
Yağmur yağacak.

Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
Dam saçak demeyecek, yağacak
Yağacak bir hışım gibi canevine kentin
Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
Patladı patlayacak
Alacak sonunda kendi rengini.

Edip Cansever

Edipli geceler.
You made me cry
You tore me apart
You left me in tears
You've shattered my heart

It wasn't your fault
I guess it was me
for love can't be forced
Perhaps we weren't meant to be

It still doesn't help
now that i know
Because for some reason
my heart won't let go

I've tried more than once
to get over you
but you make it so hard
with cute things you do

I thought love was joy
but i've got nothing to gain
just sorrows, tears
and a little more pain

The day the pain started
reality came too.
It was the day i realized.

I'll never be wıth you!

by Abdelrahman MHussien
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem.
Saçlarının sarısında,
Kayboldum yarısında.
Tükettim tüm ömrümü,
Gözlerinin buğusunda.
Kaderim yazılmış,
Kara kalem tek sayfa,
Defterimde sayfa yok,
Acılardan başka.
Perişanım artık ben,
Yapayalnız, paramparça.
Uğraşsam da yok çare,
Derdime ne fayda.
Kim ne derse desin,
Ritmi yok benim için,
Duymayınca sesini,
En güzel nağmelerin.
Saçlarının sarısında,
Kayboldum yarısında.
. . ismail oral . . .
Şair Orhan Veli, 10 Kasım 1950 günü Ankara'da gece yarısı belediyenin açtığı bir çukura düşer. Bir şey olmaz, istanbul' a gelir fakat 4 gün sonra, 14 kasım günü aniden fenalaşır ve hastanede son nefesini verir. doktorlar 36 yaşında ki genç şairin durup dururken neden öldü? sorusuna cevap verebilmek için orhan veli' nin cansız bedenine otopsi yaparlar. otopside anlaşılır ki orhan veli beyin kanaması geçirmiştir. orhan veli' nin çocukluk arkadaşı şair halim şefik otopsi adlı bir şiir yazar orhan veli' nin ardından. bu şiirde halim şefik, doktorlar otopsi masasında orhan veli' yi kesip biçerken ne gördü? ne hissetti? o duyguları dizeleştirir.

otopsi

Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
indirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar

halim şefik;
Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı
Begonviller ve bir mavi kapı
Ve illa amansız bir avlu getirsem.
Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en gümüş cümlem:

içimi açtım sana.
içini açmak için.

Allah be! Gecenin şiiridir.
Çabalarken tükenir çoğu kez takatın.
Taş kesilir, tutmaz olur elin ayağın.
Düşman olur en yakın arkadaşın.
Tek servetin cesaretin bu yolda.
Zebaniler çıksa yoluna korkma.
Söyle Düşündüklerini,
Haykır yüzlerine korkusuzca.
Düşün biraz, öyle bir nesil ki,
Fikri hür, vicdanı hür, kendi hür.
Olmak istiyorsan eğer gelecekte özgür.
Yürümelisin sen de sular gibi ışığa.
Umutluyum artık gene yarınlardan.
Sessizce derinlerde gürleyerek akan,
ışığa koşan suların özgürlüğe hasreti,
Yüregimde ise özlem dolu bir beklenti.
. . ismail oral . . .
Sen, her gün köşe başlarında
Yırtık urbanla kirli ellerinle
Avuç açan, sefil insan.

inan yok farkımız birbirimizden.
Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
Beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
Ötekinden isteyeceksin.

Ama ben, tüm yaşamım boyunca
Tek bir kez dilendim,
Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim,
Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.
Her parçam bir ayrı yerde . .
Bir ayağım bu günde,
Bir ayağım yarında.
Bir gözüm göklerde,
Bir gözüm denizlerde .
Biri yaşamakta ellerimin,
Biri ölmekte..
Yüreğimse;
Bin parçaya bölünmüş,
Her biri bin yerde . .

- Ümit yaşar oğuzcan
Ne oldu bana tanrım, eyvah ben çarpıldım.
Hepten aykırı gidiyorum, zaten karardı ekranım.
Çok fazla parazit var, ses de gelmiyor artık.
Bozuldu fabrika ayarlarım.
Boyayıp siyah beyaza kendimi,
Şampiyonluk turuna çıktım,
Hasta fenerliyken beşiktaş'ın.
Avaz avaz haykırmak,
Akşamları iş dönüşünde.
Ağzına kadar dolu bir otobüste.
istiyorum deli gibi yemek,
Nefret ettiğim her şeyden.
Güzelce hatunun biri atmak istedi evine.
Senin bildiğin erkeklerden değilim dedim.
Yok yok kesin ben delirdim.
Lapa lapa kar yağıyor, yürüyorum yalın ayak.
Söylerken arkamda ki duydum,
Manyak bu manyak.
istiyorum olmak,
Gündüzleri gecede, geceleri gündüzde.
Yardım edin a dostlar, var var, kesin var,
Bir terslik var bende.
. . ismail oral . . .
Beni uykudan uyandırır uyandırmaz
Dünyanın bütün huyları yüzünde
Ben bunlardan birini seviyorum en çok
Sana bir nar kesip uzatıyor ya doğa
Tutsam tanelerini
Sevincin gözyaşları derdim buna.

Bir süre bakışıyoruz karşılıklı
Ben uykudan uyanır uyanmaz
Benimle şiir gibidir bu
Tam karşımda ama yazılmamış
Durmadan bileniyor aklımda.

Seni unutarak baktığımda bile
Dunyanın her yerlerinden geçiyorsun
Yayılıyorsun kalabalıklara
Yalnız yayılmak mı
Aşkın en büyüğü, en dayanılmazı demeli buna.

Özlenirsin, alabildiğine varsın da
Daha da var oluyorsun gün günden
Olgun bir meyva gibi güleceksin zamanla
Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin
Bir kuş olsa mavilik derdi buna.

edip cansever

(bkz: geçtikti birgün hani)
Sevişmek Seninle..

Yalanlara, yapmacık kahramanlıklara,
güzel fakat anlamsız laflara
gerek duyma benimle beraberken
Sevişmek;
umursuzca pervasızca
yasaklardan, tabulardan, tüm çirkinliklerden uzak
Sevişirken sevmek..
sevişirken aşık olmak..
Dokunmak.. dokunmak..dokunulmak..
Gerçekle düş arasında,
pembe beyaz bulutların ardından
sonsuz boşluğa dolu dizgin yol almak
ister gün ışığında
ister gece karanlığında
bir öpüş bir dokunuş
bir tutam ılık nefes karşılığında
arzulamak... arzulamak... arzulanmak
Seninle sevişmek,
büyülerden tılsımlardan daha kuvvetli olmalı
bir gülüşün, bir dokunuşun, bir öpüşünle
anlatmalısın bana kendini...
Konuşma hemde hiç
Sus.. sus ve anlat
ellerin gözlerin konuşmalı
bana bir anda
sevgiyi,
aşkı,
sevişmeyi
seni
vermelisin ki senin olayım.
"Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya mal olacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!

"Gün akşam oldu" diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kâse dolusu suyun içinde
Rengârenk yap-boz parçacıkları
Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz.
Hayır, sanırım sabahı bekleyemem
Bilmiyorum.
insanlar rüyalarını acilen anlatmalı.

On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da "organzm gıcırtıları" oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
Neyse işte
Ben her filmi hatırlarım
Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu.
"Sofi'nin tercihini" seyrederken çok ağlamıştım.
Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar
Onu da mutlaka hatırlardım.
insan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir "eşya toplayıcısıyım" bayım.

Büyük gemiler de yok artık bayım
Büyük yelkenler de
Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım.
işte az önce bir karabatak daldı suya
Bir süredir kayıp
Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım."
Ustam!
Aklım firarda.
Gözbebeklerim de müebbet hüzün,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Düşüm kırık dökük,
Umudumun boynu bükük,
Bir öksüzün omuzlarında sukut.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Bir hain kurşunu gelip deşmesin.

Ustam,
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.

Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne…
Bırakıp gitmek istiyorum her şeyi.
Olduğu gibi.
Terketmek istiyorum,
Artık yaşadığım bu yeri.
Elveda demek istiyorum bütün dostlarıma.
Kedime, köpeğime ve de tabi ki sana.
ilgilendirmiyor beni,
Gökyüzünün maviliği.
Ne gam,
Denizin serinliği, meltemin esintisi.
Eksiklik nedir, yaşadın mı,
Eksik olmak nasıl, bilirmisin,
Hiç bir zaman tamam olmamayı.
Ömrüm geçti aramakla.
Kayıp bir tarafımı, hani o bende olmayan.
Ne kadar arasam da aradığımı bulamadan.
Güzel bir kadının koynundaydım kimi zaman.
Bazen bir meyhanede devrilene kadar içerken,
Bazen de hüngür hüngür ağlardım,
Bulduğum ilk ağacın altında.
Kuşlarla konuşurdum çok sarhoşken.
En çok kargaları severdim, kara kargaları.
Neden biliyormusun en çok kargalar kollar,
Birbirlerinin arkasını.
Bir gak sesine koşarlar karşılık beklemeden.
Kargalar bizim gibi yarım değil.
Kargalar tamamlamışlar kendilerini.
Bırakıp gitmek istiyorum her şeyi,
Olduğu gibi.
Terketmek istiyorum artık,
Yaşadığım bu şehiri.
. . ismail oral . . .
bu sabahın şiiri olsun:

BiR SABAH UYANMAK

Bir sabah ellerin cebinde çık evinden!
Ceketin iskemleye asılı kalsın.
Bekleyedursun dostun
Kahvede
işe gitmekten de
Bugünlük vazgeç.
Öylece dolaş çiçek kokan sokaklarında
Güzel şehrinin.
yeniden tat gökyüzünü,
Ağaçlara selâm ver!
Apartımanların halini sor!
Senden başkaları için değil
Bu güzel gün
Mavi gök.

S.KUDRET AKSAL
Bu gün de tamam edebilmek için hesabı.
El açıp meydanda, söğüşledim solu sağı.
Zar zor, kuruş kuruş topladım parsayı.
fora edip tezgâha tüm hasılatı,
Kaptım büfeden helalinden bir büyük rakı.
Aynen kırdım eve dümeni, verdim ayarı.
Yaparak koltuk altı sağlama alıp rakımı.
Aynı damalı eşşekler gibi anırarak,
Dört teker, kırık dökük, her tarafı sapsarı,
Kör olası mendebur taksi nerden çıktı.
Aynı deli dana gibi aralardan fırladı.
Döktü, kırdı, ezdi, attı, devirdi solu, sağı,
seçerek herkesin içinden geldi bana tosladı.
Ne oldu anlamadım, ben bir yana fırladım,
Benim güzelim şişem, ayrılarak benden,
Süzülerek havada, kaldırıma doğru yol aldı.
Kesin şeytanın işi bu,bana bir şey olmadı.
Göre göre uçtu şişem, düştü kırıldı.
Güzelim mübarek, zerre zerre döküldü yere,
Sevişemeden mevta oldu benim canım rakı.
Neden dedilerse küfür etmek günah derler.
Sen bi onu geçiver, boş versene birader.
Gitti benim güzeller güzeli selvi boylu rakı.
Edeyim içine, öpeyim ben böyle şansı.

. . ismail oral . . .