bugün

afrika'da bu sanatı icra eden bazı kabileler vardır, bu kabileler bu sanatı icra ederken hiç bir eğitim görmeden tamamen bulundukları bölgenin şartlarına adapte alarak ve farklı aparatlar kullanarak gerçekleştirirler bu eylemi.

bilirsiniz; fil'ler, çok geniş vadilerde yaşarlar ve yol olarak her gün gelip-gittikleri güzegahı kullanırlar, Kâh rüzgar'la tayin ederler yönlerini, kâh "en yaşlı fil"in yol göstermesi ile. Ama, asla yoldan çıkmazlar. "Fil avcıları" da, gayet iyi bilir bu durumu, Bildikleri için de, "fillerin geçeceği yolu" derince kazarlar!.. Üzerini ince bir tabakayla örterler ve en önde yürüyen fil'in, kazılan o çukura düşmesini sağlarlar!
Ya sonra?!?
Fil avcıları siyah elbiseler içerisinde ve yüzleri kapalı olarak gelir, çukurda çırpınan fil'i kırbaçla dövmeye başlarlar!..
Birkaç gün boyunca, hiç yiyecek vermezler, fil'i "aç" bırakırlar!..
Birkaç gün sonra; aynı avcılar, bu defa beyaz elbiseler içerisinde, fil'in sevdiği yiyeceklerle gelirler ve fil'in karnını doyururlar...
Tabii; fil'in sempatisini ve güvenini kazanmak için, hortumunu, yüzünü ve gözünü okşamayı da ihmal etmezler.
Avcılar, fil'i kendilerine alıştırdıktan sonra çukurun önünü kazarak, fil'i oradan çıkarırlar ve hortumundan tutarak, kendi "fil damları"na götürürler, Ölünceye kadar da fil'i işlerinde kullanmaya başlarlar!..
Aslına bakarsanız; "düşünen mahluk" denilen biz insanların da, "fikir yürütme kabiliyeti" olmayan "fil"lerden pek farkı yok, ve tabii; insanlara "yön" veren "yöneticiler"in de, "fil avcıları"ndan farkı yok!
Kimi "siyah"lara bürünmüş,
Kimi de "beyaz"lara!
Bazen, siyah ve beyaz giyinenlerin de "aynı insanlar" veya "aynı mahfiller"den oldukları gerçeğini de gözardı etmemek gerek. Türkiye'ye bakıyoruz, Hadiselere bakıyoruz, Görüyoruz ki, "hadisenin 2 tarafı" var, "Siyah"lara bürünmüş olanlar, biz "fil"lere yapmadık hakaret, yapmadık işkence, yapmadık zulüm bırakmıyor.
"Öfke" duyuyoruz!.. "Nefret" ediyoruz!.. "Despotluk" timsali bu "fil avcıları"ndan iğreniyoruz!..
"Lanet olsun" diyoruz;
"Lanet olsun, hayatımızı cehenneme çevirdiler!.. Böyle ülke mi olur?"
Sonra, "beyaz elbiseliler" çıkıyor sahneye, Ama o da ne; ellerinde "şeker"ler, yüzlerinde "tebessüm"ler, dillerinde "bal damlayan" bir tatlılık, Sırtımızı sıvazlıyorlar, Gülümsüyorlar!
Bizi "adam yerine" koyuyorlar. "Kırbaç"lardan canı yanmış, "işkence"lerden bunalmış, "zulüm"lerden bıkıp usanmış biz "fil"ler, anında yumuşuyor ve hatta mayışıyoruz, Ne güzel diyoruz; Nihayet işkence bitti, Demek ki, dünyada iyi insanlar da varmış! Artık, bu beyaz elbiselilerin emirlerine amadeyiz, Ne emri?!? Resmen ve alenen gönüllüyüz.
Öyle ya; daha dün kırbaçla kanatılan sırtımız, bugün sıvazlanıyor, Daha dün, yumruklar inen suratlarımız, yumuşak ellerce okşanıyor, Dün sehpada sallandırılan bedenimiz, bugün yumuşacık koltuklara buyur ediliyor.
Demek ki, devran değişiyor,
Öyle zannediyoruz,
Oysa, devranın değiştiği filan yok, Değişen, sadece "rol"ler, Daha doğrusu, "elbise"lerin rengi!
"Ceberrutluk" timsali siyah elbiseliler gitti, yerini "sevecenlik" rolleri sergileyen beyaz elbiseliler aldı,
Peki, niye?..
Çukura düşürdükleri fili kurtarmak istemeleri, onu çok sevdiklerinden veya ona acıdıklarından mı?
Elbette hayır! O fil, o çukurdan kurtarılmalı ki, kullanılabilsin! Kurtarılmalı ki; sırtına binilebilsin veya yük taşıtılabilsin! Ya da, sirklere götürülüp, beyaz adamın gücü gösterilebilsin!
Alkışlansın beyaz adam!
Zira;
"Kurtaran" o!
"Kalıba sokan" o!
"Talimat veren" o!
"Yöneten ve yönlendiren" o!
Koskoca fili minnacık taburede "oynatan" o!
Garibim fil, ne bilsin;
Daha dün, kendisine çukur kazıp, tuzağa düşüren de aynı adamlardı, Çünkü; işkence edilip, talimatları kabul etmeye hazır hale getirilmesi gerekiyordu. Dün dövülecekti, sövülecekti,
Evet, sırtına binilecek hale gelmesi ve "efendilerine boyun eğmesi" için!

Hele bir bakın olan-bitene, Etrafınıza bir bakın, Hatta, "kendinize" bir bakın,
Siz, biz, hepimiz, Bir bunalmışılk hali içindeyiz, "Kimya"larımız bozuk "Fizik"lerimiz zaten dökülüyor,
Ceberrutluk berdevam!
Manevi işkence'nin bini bi para!
Başörtülü'yüz, sakallı'yız, şalvarlı'yız, çarşaflı'yız, parmağımızda gümüş yüzük, başımızda takke, alnımızda secde izi var diye, bütün kapılar kapanıyor yüzümüze! Okullardan dışlanıyoruz, Hastanelerden kovuluyoruz, Merkez Bankası'nda horlanıyoruz, iş bulmakta zorlanıyoruz.
O hale geldik ki;
Neredeyse sokaklarda bile yürütmeyecekler, Geri çekile çekile, evlere hapsolduk, Habire kırbaçlanıyor, habire tekmeleniyor, habire yumruklanıyoruz, Bunaldık, Nefes alamaz durumdayız. Bir lokma ekmeğe muhtacız ve boğazımızı ıslatacak bir yudum su ya. Hayır, onlardan da önemlisi, gülümseyen bir yüz'e, okşayan bir el'e muhtacız, Kara elbiselilerin, kapkara zindan'a çevirdiği şu daracık çukurda, bir umut ışığına hasretiz, Bir mavi boncuğa, bir yeşil ışığa fitiz.
Hayır, güneş aydınlığına bile değil, önümüzü görecek bir ışık sızıntısına dahi razı durumdayız, Çünkü bunaldık! Çünkü yorulduk! Bu çukurda bitip, tükenmektense, köleliğe razıyız! Kullanılmaya hazırız!
Evet, emre amade haldeyiz!
Çünkü şartlar oluşturuldu!
Kıvama getirildik!

işte şimdi, siyah elbiselilerin rolleri'nin bittiği, beyaz elbiselilerin sahneye çıkmaya hazırlandığı günlerde, haftalarda, ya da aylardayız, Onlar da gayet iyi biliyorlar ki; "zorla güzellik olmaz!" Ve ayrıca; aç ayı oynamaz Hele fil, hiç oynamaz! Dahası, kullanıma müsait de değildir, Sırtına yük vursan, taşıyamaz, Üstüne binsen, yerinden kımıldamaz
O halde, önce "çukurdan kurtarıp, özgürlüğe kavuştuğunu zannetmesini sağlamak" gerek,Sonra, nasıl olsa ehlileşir, Nasıl olsa yönlendirilir. Küçücük tabure'nin üstüne çıkarılıp, dans bile ettirilir. Bana öyle geliyor ki; bu atmosfer'in eşiğindeyiz. Çünkü efendim, dün "kötü adam" rolü oynayanların ağzından, bugün "bal"lar damlıyor, Dün despot'tular,
Bugün demokrat ve vatansever rollerindeler. Yasakçılar'ın karşısına öyle bir dikiliyorlar ki, bir "özgürlük abidesi" gibi. Demek ki, taşınacak yük var, Demek ki, sırtına binilecek yeni filler'e ihtiyaç var. Anlaşıldı, bizi çukur'dan kurtaracaklar.
Biz de, bizi kurtaranlara "medyun-u şükran" olacağız,

Uzun lafın kısası;
Biz fil'ler, hep aynıyız, Avcılarımız olan mahfil'ler de aynı, Farklı olan, sadece "dil"leri ve "rol"leri!
Birileri "kötü"leri oynuyor,
Birileri "iyi"leri!
Ahh, bunu bir kavrayabilsek!
Önce "kurtarıcılardan kurtulmamız gerektiğini" bir akledebilsek!..

YÖK: Yüksek Öğretim Korsanlığı!
Nasreddin Hoca merhum, sormuş ya karısına; "Bu bizim kedi ise, gönderdiğim ciğer nerede?, Eğer ciğer buysa, kedi nerede?"
Gazetelerde yayınlanan "korsan ilanlar" da, aynı soruyu sorduruyor: Bu ilanlar "YÖK Genel Kurulu" tarafından yayınlatılıyorsa, hani "üyelerin imzaları" nerede?, Yoo eğer "onay" varsa, hani "karar" nerede?
YÖK, ne "karar"ı gösterebiliyor, ne de altındaki "imza"ları! Ama, gazetelere "ilan" verip, yayınlatıyor!, "Ne kadar öğrenciyi kandırabilirsek kâr" diye düşünüyorlar!
Ama böylece, bir "korsanlık" türü daha giriyor lügatimize, Bundan böyle, "YÖK eşittir, Yüksek Öğretim Korsanlığı" denilmeye başlanırsa, hiç şaşmamak gerek!