cahit sıtkı tarancı'nın ünlü 35 yaş şiirinde geçen

dante gibi ortasındayız ömrün mısrasının manası şöyledir;

Ünlü italyan şair Dante Alighieri küçük yaşlarda tutulduğu ve ömrü boyunca yaşayacağı büyük aşkının ölümünün etkisiyle yazdıran o mistik havayla Cehennem, Araf ve Cennet'ten oluşan ilahi komedyasının ilk mısraları ' hayat yolumuzun yarısında kendimi karanlık bir ormanda buldum'' ile başlar. Dante burada mezmurların '' yıllarımızın günleri yetmiş yıldır'' sözüne ithafen 35 yaşında ilahi bir yolculuğa çıkmış olduğunu düşünen '' hayat yolumuzun yarısında' tabirini kullanır.

cahit sıtkı tarancı'ya ilham olan mısranın hikayesi böyledir.

35 yaş şiiri

Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz
Ya gözler altındaki mor halkalar
Neden öyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayâl meyâl şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
insan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar
Nerden çıktı bu cenaze Ölen kim
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.


cahit sıtkı tarancı
AŞKIN ŞEHRENGiZi

ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında

avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

DiLŞA

poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan
ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek

ve bakışlar
çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine
boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü
bekir yürekli
filinta baharlar birikir yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe

ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun
namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara

umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların

gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna

çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar
ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık

iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak

cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana
pamuk ovana

savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün

vakarlı can umular
körpe yarınlarımız

AMEDYA

ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf

şimdi ne Küpeli ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri

ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına

hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi

kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz

Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi

ROZERYA

yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna

ellerin kelepçe ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan

söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya

yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin
daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında

hal böyleyken hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk

bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan aziz toprak
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca

ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
yitik insanlık
hangi dağın ardında

RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen Bereket Han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin

raks eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin

ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin

Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa

konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa

bahar gamzelerin Fındık burcudur
müridi, mürşid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa

GÜVERCiNLER ÇARŞISI

şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından

obamız hayran
otağımız kurban

kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar

Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi
ebebulguru

saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli

yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin

Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar

Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar

kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları

ağır çörtenlerden
bin rahmet damlar

demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü

ceylanlar salınır
filintalar ormanında

Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar

Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın

yeter ki kapılma
çeper çağın ağına

can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya

yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi

BERFiNELLA

ve nazenin ruhunuz
nasıl da kendine bakan bir ayna
suyun uzanışı gibi dere yatağına
en tenha lambalar bile
çattı mı kavuşmalar çakmağı
dayanamaz geceye, yakar bendini
işte seni öyle sevmemiştim

kalması bile gitmelere benzeyen
bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki
can kıyamıyor çıkmaya
çakılar yeşeriyor etinde
uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin
gökleşiyor yağdıkça düşlerin
denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye
şimdi aşkın baktığı
her yöre Berfinella

dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı
bazı şeyler konuşmayarak
dinlemeyerek öğrenilirdi
çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek
öyle dağ gibi durduğuma bakma
dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca
badem çiçekleri açan
ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi
mevsiminde anlaşılır
şimdi nereye gitsek Berfinella
gözün gözü görmediği aydınlıkta
masum bir karanlık
yakmaktı vacip olan

gidersin, bir yarım çeyrek kalır
oysa hüzün mutluluk Berfinella
acılar bahçesinin
çilekeş güllerine
Çayönü, Körtiktepe neolotik mahzun
cehennem teninde
taşar can nehrinden körpe Hasuni
alnında mağara serinliği
yüreğin gönülden Hira kokar
kadim şehrim toprağa
sığmıyor Berfinella

surların gözyaşları
eritir sırların kalesini
hıçkırır aşkın burçları
Berfinella dolar ciğerleri kentin
mazgalların karasında
yankılanır geçmişin çığlıkları
Asur hüznü sarılır bağın bağrına
aniden bastıran
yağmurlu bazalt kokusu
tahtını sallar
kral çocukluğumun
aşk kağıda sığmıyor Berfinella
gönül sadra sığmıyor Berfinella

hepsi geçer, kancık kibirler
tamponu şişkin şımarıklar
binbir yüzlüler, alayı geçer
her zifir gömülür, üzülme
Diyarbekir kıyamete dek kalır
işte bunu bilmek
aşkımıza yeter Berfinella

MEVSiM ZOZAN

serin Anzele pınarı
karışır Arbedaş sularına
içerin Zerzevan kalesi
yüreğinse yorgun
Hevsel kuşlukları
baharda kengeri
yazın dutu, eriği
gözleyen katıksız halkı
kendi kalbinden başka
yenemez kimse
öğrenecekler Zozan
hey nava dılê mın
dört yanım hozan
yanık çarşıda türkün duyulur
cıvıl cıvıl öter buğday pazarı
dar sokaklarda yangın rüzgarın
alnıma yokluğunu savurur
üstüm başım kelepçe
aklım fikrim Zozan
viran bağ köşküyüz şimdi
esamemiz okunmaz
Fiskaya şelalesi yağanda
bir uçurtmalık canı kalır
filinta uçurumların
gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan
donarak can vermesin bakışlarımız
susmasın erbaneler
susmasın çığlık
çığlığa sessizlikler
konuşsun Zozan
çığırsın dilsizler

GÖZLERiN DiYARBEKiR

yeşil pulat pencere
yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya
acılar denizinde yananları
hüzünler yangınında donanlar anlar
dinle atmosferin bekaretini
şehid sahabelerin
mahzun külliyesinde
her çeşme bir şelale vecdin feyzinde
kuşların ve taşların zikirleri
erir birbirinde kadim cezbeyle
el pençe divan gölgeler
dizilmiş kandillerde tutuşan esrar
yankılanır duvarların teninde
sanki yer göktür, göklerse zemin
bağrında ashabıyla
firdevs kokan camide

diyesin ey ulu belde
şimdi hutbe sırası sende
kelamsız, burgusuz
duyabilen canlara
kepenkleri indirilmiş özlerin
marşı eser etinde
damağında cevherin öbekleri
ervahın şöleni
çarpar durur göğsünde
asude şafakların nasıl da gür
sancağının fecrinde
suskulardan örülme mahşer sanki
kıyamet kıyamet yeşeren diriliş
şahdamardır
atar genzinde

ve lale nehridir
akar akar da taşar kaburgalardan
kadınlar kaynatır buğdayını
damlara, avlulara serilen
güneşte kurutulan
çığlıklara dönüşür dargın bergüzar
gülünce gözleri
kuşlara dönen haminneler
tırpanı her vuruşta
Allah diyen kadim rençberler
çeliğe çifte su veren
evliya demirciler
Rahman’ını ameliyle sevenler
can sevdanı haykırır

kızıl gökte sarı hilal gözlerin
kendini dağlara vurur
serilir öksüzlüğe keçe yolluklar
kırılır fanusları sevdamızın
yorgun Diyarbekir
lorîninde yeniden doğar
şimdi nereye gidersen git hicret
yanar köşklerin
yanar Hamravat
kavrulur Seman
şimdi her can biraz sensizliktir
her aşk biraz hicraniye
gitme diyor semaver
bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar
can kınına sığamıyor Dilaram
açar dokunduğun
bütün koğuşlarda
narin nûbihar

AŞK ŞiMDi ZERYA

ebaneler hasretini haykırır
hasretini, mahzun, hazalsı
serden geçer serdil avaşin
nazarın nazarıma
karışır durur delal
gözlerin sırılsıklam cehennem
gözlerin zelal
dilzarımda hivbanular yeşerir
dilaverlere dilvanlar yaraşır
rotindalar rolêdalara

bir rojdalık ömrü var
suçsuz kelebeklerin
bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin
gönül hekimidir
gülüşün hep baharda kırağı
ve cehennemin dibi gamzelerin
hemdemiz, nefes nefese
bağdaşız şahına kadar bağdaş
ve haldaş, sevdiğim
yardaş, Allah’ın aşkına

gecekondu masumiyeti
yoksulluk berraklığıdır
mahcup yüzlerden okunan bozlak
tozlu tülbentlerinde nenelerin
cennet kokularından bir şelale
sorma nasıl, bilirim
fakirhanelerin evliya saflığına
yetişemez softa burjuva
yetişemez nazenin

başı ustura tıraşlı
hovarda peştamal çocukları
kenar mahlesinde zor ızdırabın
antik bir hevesi büyütür
acılar havuzunda boy verir
hüznü boylar havuşlar
caddelerde boy gösterir
yürüyen mezarlıklar
saçaklara ayrılıklar konar

oysa kalbin, tetik kadar dinç
namlu kadar filinta
mermilerin şarjörlere dönmeyişi
kadar yaşlıydı döşünde
döşün ki, nerdeyse çatlayacak
şehvetin vahşetinden
döşün ki alayına yetecek kısrak
emzirirken ruhları
hey ciğeri kınalı, güneş yanığı
baştan ayağa Diyar
tepeden tırnağa Bekir
yüreği bronz kentim

sevmek şimdi zerya
konuş ki, dilsiz iblise
dönüşmesin susmaya alışanlar
konuş ki mertlik bulaşsın
korkudan geberen asalaklara
susma ki delikanlı şehrim
hayın başbuğların
mabadını yalayan
kıraç itlerin puşt devri
vaktidir, hitama ersin

BERiVAN

sen, boyuna bahar, asil ve asi
sen sadece gönülde yeşeren gül
Diyarbekir dağlarında türküydün
Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
sen boyuna sürur ve hep özü gür

ruhun göğsüne sığmıyor Berivan
nereye gidersen git hep yüreğim
yok maşuka aşıktan başka vatan
gidişin hep koşmaktır kaçtığına
boranlar da üşür, gitme Berivan

gülüşün vejîna, gülüşün sarya
gülüşündü; ırmaklar ormanlarda
gülüşünle güneşler açar şevler
gülüşünde kanatlanır zaroklar
gülüşün rojarya, gülüşün zerya

sen boyuna sürur ve hep özü gür
Diyarbekir bağlarında zılgıtlar
Diyarbekir dağlarında türküydün
sen sadece gönülde yeşeren gül
sen, boyuna bahar, asil ve asi

YÜREĞiN AMiDA

kalbin, savaş sonrası et kokusu
damarlardan fışkıran kan çorbası
kuzgunlar aynalarda
yolun gözler Amida
Selahaddin Eyyubi Cami keder kuyusu
vefatından beridir yoldaş Mezopotamya
öyle cansız, böyle lal kesiği

hey aman, durmaz yerinde
içerim paramparça
hücremin kerpiçten çiçekleri fersiz
yar çeşmesi susuz
ranzalar cehennem çukuru
Mervani yiğitler gerek şu puştluk çağına
hey aman, can tutuklu
devir zor, devir cambaz, devir namussuz
zalimin mazlumluk
tasladığı zamandır

münafıklar yüzünden
haktan dönen gafiller
merhametli davetine muhtaçtır
hey aman, erlik vaktidir
parıldar, parıldar nazarında
hırçın Silvan Kalesi
cildin buz cehennemi
kalk ayağa ey şehir
Nasır-ı Hüsrev olsun yeniden şahid
düştüğün yerden doğrul
dikil de süpür ey
namert çelmeleri

GiYAN MEVSiMi

gönül göğsün gülüydü
gülün göğsünde bahçe
tarihin mezarlığı höyükler
anlatsın çilekeş destanımızı
gözü, değdiği yeri
derinden deşen erler
vursun bağrın teline
vursun döşüne döşüne
öksüz Diyarbekir’in
Dicle’nin yuttuğu çocuklar

hey yavrum hey de ne hey
aç, avaz, üryan
yetimleri ısıtmaz hiçbir yorgan
yaşamadan bildim ki
yaşamayan bilemez
gel gör ne ateşler ne buzullarla
ölüm dansında leylim
içerimde, dışarıyı hapseden
sevdan, kıyama durur
sevdan ki Amedî
sevdan ki dinmez

Cemilpaşa konağında
çığlıklar dolaşır
çığlıklar ki etten bir duvar
azimli antenine hoyrat gevherin
kuşların uçuşurken ki
toplu kanat sesleri
giyan der durur bahçende
giyan; der, durur

BARIŞIN KEVOKLARI

Karacadağ’da eriyen karın
şelalesi duyulur Çınar’da
Cahit Sıtkı’nın serçeleri
Ahmed Arif’in yuvalarında
Sezai Karakoç mısraları
gezer durur, hevesli
kadim Suriçi sokaklarında

gözlerin ki gitmez
bitkin gözlerimden
gözlerin ki kafesime can
gözlerin ki bitmek bilmez
bir çift menfez aynalarda
hücremde neşen
sözümde yüzün
güzümde közün, özümde tözün
severim zulamdan içeri
toylar, efkara döner

kabir böcekleri dolar
gariban, yaralı kederlere
Kürdistan çiçekleri sarar
Kürd çocuklarının
kardeşlik türküleri haykıran
safderun yüzlerini
bu savaş ölmeli, bu savaş ölmeli
durun siz candaşsınız
bu savaş ölmeli
bu savaşı, bu barış öldürmeli
düşün, ne güzel cinayet
ne civan katliam

SERHiLDAN

ıslıklar, çığlıklara karışır
kan kusar Zilan Deresi
kafataslarında beyinler erir
patlar yürekler kafeslerinde
hasret tüter Tendürek
zulüm taşar süngüler
iblisin demir kartları
biçer masumları, deşer rahimleri
beşikte bebeleri, kimsesiz pirleri

gırtlağına kadar ceset
ah dolar Zilan Deresi
şimdi nereye gitsen ağrı
şimdi nereyi görsen acı
hıçkırır mitralyözler
namlusunu mazlumlara çeviren
şeytancıklar yüzünden
ölü çocuklara tecavüz eden
ırkçı zabitlerden alçağını
görmedi kederli anadolu

faşist teröristlerin ihaneti
kalleşçe yaktı kardeşliği
onarmak erlere düşer
sabırla, umutla, sevgiyle
budur soylu metanet
budur kahpeliğe beşkardeş
gel sen de katıl bize
indir putların kör çehresine
adil, vakur bir sille
içini dökmek için şiir yazmış pzvnk.
hayret bir şey ya.
Cahit sıtkı'nın dante'nin ilahi komedyası'ndaki "hayat yolculuğumuzun ortasında kendimi karanlık bir ormanda buldum." kısmına yaptığı göndermedir.

Dante ilahi komedya' yı yazdığında 35'indedir.
Cahit sıtkı ise 36 yaşında "yaş 35 yolun yarısı eder, dante gibi ortasındayız ömrün" dedikten 10 yıl sonra, 46'sında ölür.

Yolun neresinde olduğunu bilemiyor insan. Ortası derken bir de bakmışsın sürprizli bir sonla karşı karşıyasın.
ben dante yi biliyorum haaa kültürlüyüm haaa demektir.
Birden akla gelen ve harika bilgiler içeren başlıktır.