akrep ile yelkovan her daim birbirlerini kovalayan azılı düşman, kavga eden iki sevgili gibi tensel temas olduğu vakit yapışırlar birbirlerine. işte o an zaman durur, futursuzca sevişirler. öylesine haz alırlar ki bundan umurlarında değildir ne günler ne de haftalar.

akrep mi düşünecek senin saçlarına düşen kırı, dökülen saçlarını yelkovan mı toplayacak yoksa yastığından?

yo yo, hayat bu öğrenmelisin.

"artık büyüdün"

ne sen eski sensin, ne onlar eski onlar..

artık "ruhsar" başladığında kanal değiştiren babadan, çikolatanı senden habersizce mideye indiren abladan, bisikletinin tekerlerini patlatan komşunun sümüklü oğlu ertuğruldan daha büyük dertlerin var.

büyümeye direnirsin, en azından ben öyleyim. belki de bu geçmişime ve alışkanlıklarıma fazlasıyla bağlı olmamdan kaynaklanan bir durumdur bilemiyorum. dirensemde etrafımdakilerin çocukça hallerini gördükçe büyümeyi seçtim.

silemiyorum, bazı şeyler artık beynime kenetlenmiş. kazıyamıyorum onları..
silemiyorum oysa "boynuma iple asmıştım ben silgimi" ..
silgim nereye kayboldu?

insanların iyiliklerini zihnimin en güzel köşesine yazamıyorum, korkuyorum ardında hep bir şeyler arıyorum.
yazamıyorum, kalemim nerede?
oysa annem tembihlemişti, "kalemimin üzerine adımı kazımıştı"
ben neden adını kazıyamıyorum dostlarımın?
yoksa korkuyor muyum onlar gittiklerinde izlerinin bende kalmasından?
neden gitsinler ki?

yoksa yoksa ben büyüdüm mü?

bana, bize neler oluyor?
yaşanmışlıkların ruhda oluşturduğu derin lekelere hiçbir deterjanın etki etmemesi, hiçbir şeyin o ruhu artık arındırmaması.