Kim olduğu kitap okunduğunda bilinen kadın.
Kitaptan uyarlama bir yeşilçam filmi de mevcut. Siyah gelinlik. Ben filmini izlediğim için kitabını okumadım. Eminim filmin sonunun kitapla alakası yok. Ama film de fena değildir.
Konusu platonik aşk gibi geldiğinden dolayı mı sinirimi bozdu bilmiyorum ancak yer yer üzüldüğüm noktalar, özellikle son kısımlara doğru, olmuştu.

Bunun dışında güzel bir kitaptı.
Yokluğunun karanlığı çok soğuktu...
Stefan zweig ın platonik bir aşkı anlattığı öyküsü.
Kadın öyküde cocuklugundan ölüme kadar olan sürede yaşadığı hastalıklı ruh halini aşk gibi anlatıyor. Yazar sanırım böyle bir kadın hayal etmis, hic sevilmemiş, hayatta kadınlar üzerindeki kinini bu sekilde öyküye yansıtmış. Başka ihtimal veremedim bu anlatıma.
saçmalıklarla dolu bir hikayenin sanatkarca anlatılmasını içeren roman. bana en belirgin etkisi sinir bozukluğu oldu. doğrusu beğenmedim kısa olmasa bitirmezdim herhalde. aşkın ve dahası karşılıksız aşkın varlığına inanıyorsanız çok duygulanabilirsiz. tazarruname deki gibi "göğün döndüğü yerin durduğu aşktır." yani yok öyle bir şey.
Aman aman aman takıntılı kadınlardan uzak durun. sahibindende yer alan bir ilanınızdan bile size ulaşabilir.
okuduktan sonra kalbinizin paramparça olmasına neden olan stefan zweig kitabı.
okuyunca ağlamıştım. böyle bir sevgi şeklinin olmayışına sinirlerim bozulmuşsa demek ki.
Yaşasın platonik aşıkların onurlu mücadelesi!
ne salak kadınlar var deyip sinirden duvarları yumruklamanıza sebep olabilecek stefan zweig'e ait uzun öykü.
Canından çok sevenler o güzel atlara binip gittiler bu diyardan ...
Ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölemezdim.
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı güzel öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz.
karın ağrılarıyla iki büklüm okuyarak zar zor bitirdiğim 55 sayfalık harika kitaptır. aşkın ne olduğunu, tutkuyu, saplantıyı sorgulattırır. ucundan kıyısından da olsa kendinde bir şeyler bulacak insanları sarsacak türdendir. bitirirken boğazda bir düğüm ve gözlerde yaş bırakır.

dip not: kitap bittiğinde en sevdiğim çiçek artık beyaz güldü.
“ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölemezdim.”
stefan yavaş ciğerimi söktün.

okurken bir paket sigarayı bitirebileceğiniz bir kitap. sanırım okuduğum en garip kitaplardandı. kadın tam bir sapık mı yoksa çok aşık mı anlayamadım. sapık değil ama aşık da değil. aşk bu değil arkadaşım ya. manyak.
Stefan zweig’ın empati yeteneğini ortaya koyan roman. Kadının ağzından, kadının duygularını ve arzularını, bir kadın gibi yazabilmek ustalık ister. Yaratıcı bir zihnin çift cinsiyetli olduğunun kanıtıdır. Virginia woolf’un dediği gibi ‘’Coleridge, büyük bir zihnin çift cinsiyetli olduğunu söylerken belki de bunu kastediyordu. Ancak böyle bir birleşme olursa zihin eksiksiz döllenmiş olur ve bütün yetilerini kullanır. Belki de katıksız erkek olan bir zihin yaratıcı olamaz, katıksız kadın olan bir zihin de, diye düşündüm.’’
sana, beni asla tanımamış olan sana diyerek başlayan stefan zweig'ın kadının aşkını anlattığı hikayesi.

kitap böyle başlar böyle biter aslında.kitap boyunca kadının hep ulaşamadığı aşkını, hayal kırıklığını, yenilgisini okursunuz.

edebiyat tarihi boyunca hep erkeklerin ihtiraslı aşkları işlenirken stefan zweig yalnız bir kadının yine yalnızlıkla biten hikayesini yazmıştır.

kitap bana belki de bazı aşklar böyle bitmeli dedirtti.
inanılmaz akıcı ve sürükleyici bir dille yazılmış. Bu kadar kısa bir kitaba bu kadar çok duygu nasıl sığdırılabilmiş, gerçekten tarifi mümkün değil. Karakterlerinde duygudurum tahlili yaparkenki ustalığı Freud'a olan düşkünlüğünü açıklıyor. Tıpkı Edgar Allan Poe'nun tarzındaki gibi seçtiği bütün kelimeler romana maksimum katkı sağlıyor. Zweig'ın çoğu romanında mutlu son yok ve karakterlerini öldürmekten çekinmiyor ki kendisi de ölümden korkan birisi değildi zaten. kitabın sonlarında kadının adamdan intikam aldığı hissine kapıldım ama yanılıyor olabilirim.
dorian gray'in portresinde oscar wilde sanatçıların silik insanlar olduğu ve sanatlarının üstünlüğünün gölgesinde kaldığını ima eder. zweig'ın hikayelerine özellikle de buna baktığımda tam tersi olduğunu düşünüyorum. keşke bu türk filmi tadındaki saçmalığa vakit ayıracağına kendisini, yaşadıklarını daha çok anlatsaydı.
karşılıksız sevginin doruk noktasına ulaştığı kitap. okuyup bitirdiğim zaman ağladığımı hatırlıyorum. biraz da duygusal zamanlarımdı. çok etkilenmiştim. Kitaplığımızda ne zaman elime gelse yine düşünürüm.
Aşk mı saplantı mı ? birini bu kadar sevmek ama ona bu kadar görünmez olmak mümkün mü? gerçek sevgi karşılık beklemeden sevmek ve sevmeye devam etmek midir? ya da bağımlılık ile sevgi birbirine karışabilir mi? kitap içinde bunların sonu yok gibiydi.

edit: entrymi eksileyen kişi lütfen bana bir mesaj atsın. merak ediyorum ve neden diye sormak istiyorum?
ilk başlarda aşk gibi gelen fakat bunun bir ruhsal bozukluk olduğunu düşünüp kitabı okuduktan sonraki oluşan acıyı(?) bir nebze azaltabiliriz. 

dediğim gibi bu sadece aşk denilerek geçilebilecek bir konu değil, küçük yaşlardan beri tanınan birine karşı hayranlık ile başlayan sonrasında takıntıya dönüşen bir şey...
“Sana, beni asla tanımamış olan sana...”
Onu bu kadar seven birisinin varlığından haberdar olmayan kadını tanımadığını, yukarıdaki cümlede geçen “beni” tanımıyor olmak adam için çok zor olsa gerek.

Zweig eseri, uzunca bir mektup. Kitap yaklaşık 60 sayfa, tek kahve ile bitecek kısalıkta ama bitmesini istemeyecek kadar da güzel bir kitap.
iki tane mal karakter içeren kitap.
gayet hüzünlü bir hikaye ama mantık dışı şeylerde var tabi. adamın bir kaç kez birlikte olduğu kadını unutması gibi. ve kadının bu adama kör kütük aşık olması gibi hemde tüm ömrü boyunca, onu hatırlama zahmetinde bulunmayan bir adama. Gerçi bunlarda olmasa okuduğumuzdan tat almazdık klasik bir aşk acısı hikayesi olurdu.
görsel