bugün

1.Dam ustalarının kullandığı,başının bir ucu çember parçası biçiminde eğri,öbür ucu keskin çekiç.
2.Fıçıcı keseri.
gemide filminin müthiş yönetmeni serdar akar'ın yeni filmi.başrolde nejat işler oynıyacakmış ve isminden de anlaşıldığı gibi barda geçicekmiş.*
nejat işler bu film festivale katılacağı için altın portakal'ın seçici kurul üyeliğinden ayrılmıştır.
http://www.bardafilm.com/
müziklerini selim demirdelen in yaptığı filmdir.
hokkabaz ı izlemeye gittiğim sırada, fragmanını izlediğim, kanımı donduran görüntülere sahip olan, vurucu bir film olacakmış hissi veren, nejat işler in başrol oynadığı, bir serdar akar filmi...
2007 yılı olarak lanse edilmiştir çıkış tarihi...

edit: ulen, vurucu deyince, iyi bir film mi olacak demek?! zaten vurucu bir film değil mi? daha neye eksi veriyorsun? tanım yaptım diye mi beğenmedin? tövbe tövbe...
serdar akar'ın 02.02.2007'de vizyona girecek olan son filmi. fragmanı bile tüyleri diken diken ederken, filmin çok büyük ses getirmesi beklenmektedir.
Nail, Nil, TGG, Aynur, Aliş, Sevgi, Pelin ve Cenk, yaşları 18 ile 25 arasında değişen genç bir arkadaş grubudur. Günlük hayatın akışı içinde huzurlu ve neşeli bir hayat sürmektedir. Her birinin kendilerine ait sıkıntıları ve çözmek zorunda olduğu problemler olsa da gençliğin getirdiği umutla hayata sımsıkı bağlıdırlar. Kimi evlilik, kimi mezuniyet, kimi düzenli bir hayata adım atma hayalleri içinde olan bu gençler, birden bire hayatlarının tam ortasına giren nedensiz şiddetle büyük bir yıkım yaşarlar.

Bir gece yarısı, arkadaşlarının işlettiği barda son biralarını içip eve dönecekken içeri giren beş kişilik bir grup tarafından silahla alıkonulurlar. Elleri, ayakları, ağızları bağlanan gençler sabaha kadar dayak, işkence ve tecavüze maruz kalırlar. Kendilerini alıkoyan grubun görünürde hiçbir amacı yoktur. Yaşları 20 ile 45 arasında değişen bu grup, hayatlarında eksik kalan her şeyin hesabını hiç tanımadıkları bu gençlerden çıkartırlar. ~http://www.bardafilm.com~
oyuncuların etkisinden kurtulmakta zorlandığı bir serdar akar filmi.

--spoiler--
Filmi 15 gün gibi kısa bir sürede çektik. Katili oynamak için katil olmaya gerek yok ama çekim süreci beni bayağı etkiledi. Çekimler bittikten sonra filmde kötü karakterleri canlandıran oyuncu arkadaşlarımızla bağlantı kurmadık. Oyuncu olmamıza rağmen onlarla göz göze gelmek istemedik.*
--spoiler--
tüylerimi diken diken eden sahnelere sahip fragmanını izlediğim film. aslında böyle filmler izlememek gerekiyor, insanın gününü mahvediyor, durağanlaştırıyor, kötü hissetmesine neden oluyor. bu etkili olduğunun göstergesi olsa da, tecavüz sahne ve muhabbetleri sinirlendiriyor, gün içinde aşırı, sert ve fevri tepkiler vermenize neden oluyor. ne yani ben böyle düşünüyorum diye bu tarz filmler çekilmesin mi, tecavüz sahneleri konmasın mı..
üçnoktabir dediler ki , soundtrack' i için :

http://www.bardafilm.com/video/filmklibi.htm
film hakkında yapılan bir röportajda nejat işler'in söylediği şu laf pek hoştur;
"adalet refleks olduğunda kötüdür. adalet soğukkanlı olmalıdır"
barda'ya entry girmeden önce gemide için ne yazmış olduğumu merak ederek tıkladım ve gördüm ki şöyle not düşmüşüm:

"insan denen hayvanın, tabiatının nelere müsait olduğunu apaçık gözler önüne serer bu film, bitince de oturduğunuz yerde kalakalırsınız ve sonra boğazdan gecen her bir gemiyi gördüğünüzde, aklınıza gelir, acaba dersiniz....."

serdar akar 'ey insanlık sizin ne denli ham olduğunuzu yüzünüze vurmaktan ben bıktım ama siz hala bıkmadınız ve bıkmayacaksınız' diyor sanki, gemide ile birçok paydada ama en çok şiddet paydasında eşitlenebilecek son filminde...

tanım:
izleyeni yaşadığı dünyadan ve insanlığından utandıran, tabiri caiz mi değil mi bilmem, bok gibi hissettiren film...

olay bir grup gencin americanmovievari bar muhabbetleriyle başlar; bira, rock, futbol,geyik, hayaller,umut, umutsuzluk....vs, gençlik işte... ondan sonra ise serdar akar, yolunu bulur...

şiddet, psikopatik şiddet, tecavüz,işkence, cinayet,pervasızlık, hayvanlık , şeref ve haysiyet yoksunluğu, adaletin adaletsizliği, sevgisizlik...vs gözümüzün önüne serilir, tam karşımızdadır artık..biz onlara bakarız onlar bize...dürtüklerler bir taraflarımızdan, biz de varız bu dünyada derler biz de kötüler de...tırsın bizden der gibidirler...

filmin bence en çarpıcı taraflarından biri, yaşanan olayların johhny, liz,mike,jack arasında değil de selim, sevgi, nail, 45 ,çaylak..vs arasında geçmesi ve gözümüzün içine bu şekilde sokulmasıdır...
yabancı menşeli filmlerde hep görürdük...evet kanımız donardı yine, ama "psikopat amerikan toplumu işte canım " derdik ya da derdim ben ve geçerdim ,bizde yani bizim toplumda sanki olmaz böyle şeyler gibi saçma sapan bir düşünceye bürünürdüm,ki niceleri bizlerde yaşanmış olsa da...

bu filmin en önemli tarafı işte bu nokta bence "bu topraklara ait,böylesine hayvani karakterleri , birebir capcanlı ruhlarla gözümüzün içine apaçık sokması ve bize o an'ları yaşatması", ( çünkü gazete sayfalarından okunan haberler bizlerde ne derece etki bırakıyor ki, 15 saniye sonra arka sayfa güzeline bakıp ufff be hatuna bak demiyor muyuz ben dahil çoğumuz)...

--spoiler--
filmden aklıma yadigar birkaç söz :

-birini sevmek için diğerinden nefret etmek gerekmez..
-bara girmeye çalışsak egzozcu lan bunlar diye içeri alınmayacaz farz edelim ki alındık
içeri girince herkes kıllanacak, nerden çıktı lan bunlar ne güzel eğleniyorduk diyecekler...
-hayatını bir çok şekilde yaşabilirdin ama sen kötü olmayı seçtin...
-neden?-biz sadece arkadaş olmak istedik...
-tgg
-telefonun diğer ucunda işlerini bitirmek için bekleyenler var...

bu arada, nejat işler yine çok kral oyunculuk kesiyor, daha fazla filmlerde rol almalı bence, ayrıca çaylak, ve sevgi rolündeki nergis öztürkde çok iyi...yalnız nail karakterindeki arkadaş pek olmamıştı fikrimce...serdar orçin de çok sağlamdı..nil rolündeki melis birkan da çok iyiydi...ve çok güzeldi..dupduru bir güzellik...* ve müzikler de başarılıydı...

--spoiler--

ezcümle, çok etkileyici , vahşi, utandırıcı, üzücü, acıtıcı, insanlıktan soğutucu bir bizden filmdi...salondan çıktıktan sonra istiklal'deki tüm insanlar farklı geldi gözüme...yanımda allahtan, mikrop vardı, konuşabilmek için,kritik için çünkü bu film bittikten sonra konuşmadan tek başıma kalabalıkların arasına karışmak istemezdim...
iki muhabbet bi çay iki sigaradan sonra ben, bir an önce o keşmekeşten evime dönmek istedim ve geldim, su an bilgisayarın başındayım...sıcak, güvenli ve huzurlu...dışarıda ise yüzlerce, binlerce selim dolaşırken, tırsıyor muyum? belki evet, biraz... ama ondan daha fazlası, utanıyorum..evet doğru kelime bu heralde, utanıyorum...toplumlar, insanları nasıl insancıklar haline getiriyor?...

filmden üzerime kan lekeleri , salya sümük , gözyaşı, çığlıklar ve bok sıçradı sanki, kendimi iyi hissetmiyorum...duşa girmem lazım, filmin kirini pasını üzerimdem atmam lazım, arınmam lazım ve kendimizi kandırma oyunumuza hiçbir şey olmamış, olmuyormuş gibi devam etmem lazım...

"insan denen hayvanın, tabiatının nelere müsait olduğunu apaçık gözler önüne serer bu film, bitince de oturduğunuz yerde kalakalırsınız ve sonra herhangi izbe bir bar ortamında, aklınıza gelir, acaba dersiniz....."
ankarada bir barda gerçekleştiği söylenen gerçek bir hikayeden yola çıkarılarak yapılmış bir serdar akar filmi.
10 uzerinden 3 alan film.
eski sümerbank arazisinde eski bir binada kurulan stüdyoda çekilmiştir.
bu mekanda çekilen diğer filmler;
(bkz: emret komutanım şah mat)
(bkz: eve giden yol) seti buraya kurulmuştur.

(bkz: dorian) (bkz: yeniden hayata) klip

ayrıca;
(bkz: futbol hiçbir zaman sadece futbol değildir)
her anı, her bir karesiyle bir serdar akar filmi. yine sert, karanlık, karamsar. ne haybeye umut dağıtıyor, ne de izleyicinin vicdanına oynuyor. kurtlar vadisi macerasını doğru yorumlayıp çizginin dışına çıkardıktan sonra, bilenlerin bildiği yol gemide'nin ardından barda devam ediyor.

şiddeti şiddetle anlatıyor hikaye. öyle ki, filmin başından sonuna kadar izlenen kan ve gözyaşı dolu sahneler, bütün o dayak, tecavüz ve işkence görüntüleri, duyulan çığlıklar bir noktada bütün bunların gerçekliğinden şüpheye düşürüyor insanı. ki, tam da bu sırada hatırlanıyor bu filmin yaşanmış bir olaydan yola çıkarak yapıldığı. sorular, sorgulamalar başlıyor böylelikle.

--spoiler--
bizim olduğumuz yerde her şey bizim yüzümüzdendir
--spoiler--

şiddet, filmin hafızalara kazınan bu repliğinin düşündürdüğü gibi tuhaf bir sahiplenme güdüsüyle ortaya çıkmış ve dahası içselleştirilmiş bir olgu. bir olgu evet, gerçek. aksine inanınca yok olmuyor, lanetleyince kurtulmuş olmuyor insanoğlu. serdar akar anlatısının bunu hissettirdiği an, izleyicinin "sebepsiz" yere "masum insanlar"a şiddet uygulayan bu "kötü"lere hiç de lanetler yağdırmadığını fark ettiği an. hatta hikaye bazı anlarda öyle bir hal alıyor ki, kendini o "kötüler" safına yakın bir yerlerde buluyor izleyici. bütün eksikliğini, yaşanmamışlıklarını kendi gerçek hayatlarında yansıtma biçimini şöyle bir aklından geçiriveriyor(tgg!); anlıyor ki, bu insanlar da bizim aramızda, bizden; tanıyoruz onları, biliyoruz. ve şiddet, onlar kadar bizim de içimizde.
(evet, bu son cümlelere katılmayacak ya da yadırgayacak olanları sevgi kelebekleri olarak uçuştukları dünyalarında bırakarak devam ediyorum.)şiddet insanoğlunun doğal bir parçası, şiddet kendiliğinden. filmin meselesi de "bunu yapan insan olamaz" meselesi değil bu yüzden. film, bütün iyi filmler gibi sorularını soruyor ve aradan çekiliyor; nihayetinde, haber bültenleri ve gazetelerin üçüncü sayfaları biraz daha gözümüzün önünde...

film konusu itibariyle kendini tuzağa düşürüp, bizzat şiddete özendirir bir yola girmesi pek mümkün olduğundan ince detaylarla örülmüş ve ustalıkla işlenmiş.

--spoiler--
biz arkadaş olmak istemiştik diyor kötülerden birisi. biz ayı mıyız? diyor diğeri, boynunda parlayan asker künyesi. ve giydikleri, küfürleri..yerli yerine oturmuş bir futbol vurgusu ve konu futbol olduğunda birbirine yaklaşan iki taraf...
--spoiler--

filmin temposunu yavaşlatan ve hikayeyi bölen mahkeme sahneleri bütün bu olup biteni anlamlandırma çabasını yansıtıyor. peki şimdi ne olacak? karşılığı nedir bu yaşananların?
bedeli, cezası nedir?..

--spoiler--

"adalet, insanların vicdanını rahatlatacak şey değildir" diyor bir yerde hakim. "kanun var diyor, usül var; karar buna göre verilir" diyor. "ben mi salıyorum hapisten bunları?" diyor.

ne ikna edebiliyor bu sözler, ne de yalanlanabiliyor.

hakimin karşısında sıradışı ve hukuk dışı bir savcı. insanın kanını donduracak bir adalet girişimine geçmeden önce "ya senin kızın olsaydı o tecavüze uğrayanlardan biri? diye soruyor. hakimin cevabı: "tecavüz edenlerden biri ya oğlun olsaydı?"

en karamsar yanı da bu hikayenin. adalet kavramı hakkında duyulan şüphe, neredeyse adaletin imkansız olduğu yargısına kadar gidiyor. ister filmde gerçekleşen infaz sonunda, ister tam zıttıyla ya da izleyen herkesin kendi anlayışına göre belirleyebileceği bir "son"la hiç fark etmiyor: adalet yerini hiçbir biçimde bulmuyor. ben korkuyla çıktığımı biliyorum sadece sinema salonundan.

--spoiler--

aliye'den değil de mustafa hakkında her şey filminden tanıyanları şaşırtmayacağı için nejat işler'in performansından ayrıca bahsetmeye gerek yok. sahnelerin zorluğu göz önüne alındığında, ilk kez bir sinema filminde yer alan isimler de dahil olmak üzere her oyuncunun başarılı olduğunu söylemek mümkün. aynı şekilde onbeş gün gibi bir süreye sıkıltırılan çekimler için görüntü yönetimi, bir fabrika alanını ustalıkla bara çeviren sanat yönetimini ve insanı soundtrack almaya ikna eden müzikler için selim demirdelen'i takdir etmek bu sonsuza uzayan yazının son cümleleri olsun.

--spoiler--
mahkumlar(kararlı insanlar!) rolünde çağan ırmak, zeki demirkubuz ve bizzat serdar akar'ı görmek çok hoştu. türk sinemasına inananları, bu inancının bedelini bugünlerde vizyonda olan türden malum türk filmlerini izleyerek ödemek zorunda bırakmayan bu isimlere teşekkür etmek de yazarın kişisel borcudur.
--spoiler--
televizyonda, fragmanını yada kesitlerini gördüğümde bile kanalı değiştirdiğim film. (#1217241)
filmin esinlenme konusu olan durumu yaşayan kişiden dinliyoruz..

"1997 yılında, 18 yaşındaydım ve Ankara'da Şapka Bar'da şarkı söylüyordum. Olayın olduğu apartmana taşınalı henüz 15 gün olmuştu. Bir tarafında Cumhurbaşkanlığı Köşkü, bir tarafında Başbakanlık, diğer tarafında Dışişleri Bakanlığı Konutu ve Mesut Yılmaz'ın evi vardı.

Yani dağ başında değildik. ilk dört daire boş, diğerleri doluydu. O gün üniversiteli iki erkek arkadaşım, akşam yemeğe gelecekti. Aynı gün Mersin'den komşum, 18 yaşındaki A.T.G. bir kız arkadaşıyla Ankara'ya gelmiş ve beni arayıp "Görüşelim" demişti. Onları da yemeğe davet ettim. Beraber yemek yedik, eğlenmeye çıktık. Gece 2'de eve döndük, hemen uyuduk. Sabah 5 civarında gürültüyle uyandık. Eli silahlı, yolda yürürken korkup karşı kaldırıma geçeceğiniz korkunçlukta 7 adamla burun buruna geldik. Yüzlerinden pislik akıyordu. Sonradan öğrendiğimize göre, apartmanın üst katını tutmuşlar. Kuruyemiş dağıtımı yaptıklarını söyleyen, aslında barlardan haraç toplayan bir çetenin adamlarıymış. Ellerindeki silahları ve bıçakları gösterip,"Napıyorsunuz lan, bizden habersiz karı mı s... burada" diye bağırıyorlardı. Aslında amaçları para alıp gitmekti. Kızları görünce kalmaya karar verdiler. Hepimizi odanın duvarına dizdiler, ellerine geçirdikleriyle dövmeye başladılar. Sopayla yorulduklarında tekme atıyorlardı. Dövmekten sıkılmışlardı. "Elektrik verelim lan bunlara" demeye başladılar. Dayaklardan çığlık atacak halimiz kalmamıştı, elektriği yiyince avaz avaz bağırdık. Bu da yetmedi. içlerinden biri elindeki bıçakla penisimi kesmek üzereyken, en gençleri ve kötünün iyisi Murat Gökgöz müdahale etti. Beni kurtardı. Yine de vücudumun her yeri bıçakla kesildi, hálá izlerini taşıyorum.

Bir yandan içiyor ve uyuşturucu alıyorlardı. ilk üç saat çığlığımız hiç dinmedi. "imdat bizi öldürüyorlar" çığlığı attıkça, kahkaha atıp "Biz Allahız, kimse dokunamaz" diyorlardı. O kadar bağırmıştık ki, nasılsa birileri duyup polisi aramıştır, diye umutlanıyorduk. Fakat ne gelen vardı ne de giden. 17 saat boyunca kimse yardımımıza gelmeyince "Adamlar haklı, gerçekten bunlara kimse dokunamıyor herhalde" diye düşünmeye başladık. Bugün bile aklım ermiyor: O çığlıkları bir Allah'ın kulu duymadı mı? Kırık kapıdan hiç mi ses çıkmadı dışarı? Duyup, polisi aramayanları affedemiyorum.

Birkaç saat sonra erkek arkadaşlarımızdan Ş.Ş, kaçmayı başardı. Peşinden silahla gidip, herkesin ortasında onu geri getirdiler. Hatta o sırada bir nakliyat kamyonunun şoförü, eli silahlı adamı gördüğünde "Naber abi yine mi kurban kesiyorsunuz" diye gülmüş.

Hepimizi öldüresiye dövdükten sonra, 18 yaşındaki A.T.G.'yi diğer odaya götürüp tecavüz ettiler. "Bakireyim, yalvarırırm beni bırakın" diye ağladı ama dinlemediler. Sonra da kocasından yeni boşanmış ve dört yaşında bir kızı olan 23 yaşındaki N.K.'ya tecavüz ettiler. O da, "Dört yaşında kızım var, ne olur beni ona bağışlayın" diye yalvardı, dinlemediler. Kızların ikisine de 17 saat boyunca defalarca tecavüz ettiler. Yalvarmaları hálá kulaklarımda.

içkileri bitince beni karşıdaki Tekel bayiine içki almaya yolladılar. "Polise haber verirsen kızlardan birinin kafasını uçururuz" dediler.

GÖRENLER POLiSi ARAMADI

Dükkándakilerin her yerimin kan revan içinde olduğunu görünce polisi arayacağını düşündüm. Adam beni süzdü. "Yalvarırım polise haber ver, ne kadar para istersen veririm, senin de çocuğun vardır" dedim. Cevap "Başımı belaya sokamam" oldu. Sonradan öğrendiğime göre, olay ortaya çıktıktan sonra, polisler o adamın kırılmadık yerini bırakmamış.

Ağlayarak eve döndüm. Zorbalar, "Arabaya atıp bir yere götürüp orada mı öldürsek, yoksa öldürüp cesetleri bir yere mi taşısak" tartışması yapıyorlardı. Akşam saat 21.00'e yaklaşırken ibrahim Ural, en sessizimiz Ş.Ş'nin kafasına silah dayayıp "Yürü" dedi. Öldüreceklerini sandım "Nereye" diye sordum. Ş.Ş'yi bırakıp, "Sen gel o zaman" dedi. Apartmanın bodrumuna götürdü. "Buraya kadarmış, öldürecek" diye düşünürken bana tecavüz etti. Tekrar yukarı çıktığımızda, herkese "S... herifi" deyip beni koltuğa fırlattı.

KAÇIP POLiSE GiTTiM

Sonra yanıma oturdu, tişörtümün içinden göğüslerime doğru elini soktu. O sırada, "Bana bir duble rakı verin" diyerek herkesi şoke ettim. Bir dikişte içtim, ikincisini istedim. "Oh, oh keyiflendi bak, madem şarkıcısın bize şarkı söyle" dediler. istedikleri türkünün iki dizesini mırıldanıp, ingilizce şarkıya geçmiş gibi yaptım. Arkadaşlarıma "I will run away, don't afraid" (Kaçacağım, korkmayın) dedim. Kaş, göz işaretiyle "yapma" dediler. Üçüncü dubleyi istedim. Dört ve beşinci dubleleri kendim aldım. 10 dakikada beş duble içmiştim. Tecavüz edip, 17 saat dövüp rahatlamış olmalılar ki, bizimle "Memleket nere" muhabbetine geçmişlerdi. Altıncı duble için ayağa kalktığımda saat 23.00 civarıydı. Muhabbet koyulaşmıştı. Kırık kapıya iyice yanaştım, dışarı çıktım, bardağı bırakıp merdivenlerden aşağı koşmaya başladım. Caddeye çıktığımda ilk gördüğüm arabaya kendimi atıp, "Gaza bas abi, polise" dedim. Karakol 3 dakikalık mesafedeydi. Nöbet değişim saatiymiş, olması gerekenden daha fazla polis vardı. Beni kan revan içinde görünce donakaldılar. "Ne oldu sana" dediklerinde "Sabah 5'ten beri işkence görüyoruz, arkadaşlarım hálá onların elinde, silahlılar" deyince beni de arabaya atıp, çok kalabalık bir grup polisle eve gittik. Evin etrafını sardılar ve diğerlerini de kurtardılar.

Mahkeme devam ederken, bir araba önümde durdu. Daha önce hiç tanımadığım ünlü bir mafya babasının adamları beni arabaya bindirdi. Korkmuyordum çünkü başıma gelebilecek en kötü şeyler gelmişti. Daha kötüsü ne olabilirdi ki? Mafya babası babacan tavırla bir kadeh viski ikram etti. Elime bir telefon tutuşturdu. "Öldür dersen, hattın ucunda bekleyenler, size bunları yapan adamların hepsini içeride öldürecek" dedi. Bir saat düşündüm. Bize biraz daha iyi davranan Murat Gökgöz hariç hepsinin öldürülmesinden yanaydım. ikinci saatte, bana tecavüz eden ibrahim Ural, en acımasızları Murat Yıldırım ve Murat Kandemir'in öldürülmesini düşündüm.

Bir türlü karar veremiyor, ağlıyordum. Onlar karar vermem için sıkıştırıyordu. Birden bu kararı benim veremeyeceğimi, o kadar cani olamayacağımı düşündüm. Bize bunu yapanlar insan değildi ama biz insandık. Daha sonra olayı Ş.Ş'ye anlattım. iyi ki yapmadın, dedi. Sonradan öğrendiğimize göre Murat Gökgöz hariç hepsi içeride tecavüze uğramış.

CiNSELLiĞiMiZi SORGULADILAR

Olay ortaya çıktıktan sonra, Ankara'da barlarda şarkı söylediğim için gece fotoğraf çeken bütün fotoğrafçılardan benim sahnede ibne gibi giyinip süslenmiş fotoğraflarımı aradılar. Bulamadılar tabii. Olaydan sonra en ağırıma giden, en entelektüellerinin bile, "Çocuk zaten eşcinselmiş" demesi oldu. Herkes manidar şekilde "Niye siz" sorgulamasına başladı. Bizden öncekilere neden olmuşsa, bize de o yüzden olmuştu. Sanıklardan biri, 11 yaşındaki erkek çocuğa tecavüzden sabıkalıydı. Çocuk neden tecavüze uğramıştı? Olayı manidar şekilde sorgulayan herkesin başına Allah aynısını versin. "Tecavüze uğrayan sen miydin" dediklerinde bir hafta bunalımdan çıkamazdım. Şimdi rahatım. Ne yüzümü gizliyorum, ne adımı. Utanması gereken ben değil, onlar ve onları hapisten çıkaran politikacılar.

MAĞDURLAR NE HALDE?

Tunç Erden Yakar

28 yaşında. Olaydan sonra ingiltere'ye gitti ve üniversite okudu. Türkiye'de can güvenliği olmadığı gerekçesiyle Hollanda vatandaşlığına kabul edildi. Şimdi istanbul'da reklam şirketi sahibi.

A.T.G

28 yaşında, küçük bir kasabaya yerleşti. Yalnız kalamıyor. Her yıl birkaç kez intihara teşebbüs ettiği için yanında sürekli birileri var.

O.Y

29 yaşında. Olaydan kısa süre sonra büyüdüğü ülkeye, Almanya'ya geri döndü.

Ş.Ş

29 yaşında. Tunç Erden Yakar'ın yardımıyla Hollanda'ya yerleşti.

N.K

33 yaşında. Kızıyla birlikte, geçmişini kimsenin bilmediği küçük bir kasabada, incik boncuk satarak hayatını kazanıyor. Kızının varlığı sayesinde hayatta kalma gücü buluyor."

http://www.hurriyet.com.tr/pazar/5850513.asp?gid=59
sorunlu bir grup kişinin gençlere dadanmasını konu eden film..

(bkz: bu gece barda gönlüm hovarda)
Serdar akar yine yapmış yapacağını dedirten, güzel ama sinirleri geren film. En azından çılgın dersane neşeli gençlik vb. gitsem parama acıyacağım türden filmlerin çekildiği türk sinema piyasasında gerçekçi bir yönetmenin olması, ve böyle filmler çekmesi sevindirdi beni.
ankaraya ilk geldigim yil olan ve benim icin dünyanin en sakin en güvenli kenti diye hayal ettigim ankarada oldugu icin beni soka sokan ve bir gün kesin filmini yapmamilar dedigim bir olayin filmi.umarim yurtdisina gelir de izleyebilirim.
1997 senesinde ankara'da gerçekleşen, 7 kişilik bir grubun bir evi basıp sebepsizce evdeki kişilere işkence yapmasından esinlenerek, "nedir bu? bu kadar kolay mı?!" şeklinde yola çıkılarak yapılmış olan filmdir.
--------------------------------------------------- izleyenler için-----------------------------------

(bkz: işte bu)

evet işte bu! tam tamamiyle bu... toplumsal statü denilen olguya karşı intikamdır bu!.. film bittikten sonra, gözümüzün önünden neler geçirdik? nasılda başka birilerine "kro", "ığğğ öküzlere bak" dediğimiz anlardaki insanların nasılda çaresizliklerinin arasında bu olmamışlık durumuna karşı intikam için neler yapabileceğine ağzımız açık şahit olduk.şiddet, işte en çaresizlerin elindeki güç! bir anda susturuyor sizi silahın o soğuk "şlak, şlak" sesleri... işte artık teslim oldunuz o kro o hayvan dediğiniz insanlara... artık kendilerini sizden üstün gördüler işte sonunda yapabildiler işte, elindeki tek alternatif olan bu hayvanlıkla bunu sağladılar..

bu kadar basit işte.. hayatın dengesizliğindeki durum, eğlenceli hayat sürerken birilerinin, bir başka sınıfa ait insanlarla aynı ortamda bulunmanın getirmiş olduğu rahatsızlık, işte bu rahatsızlık değil mi? hakimin sorduğu "cezanız verildi ama merak ediyorum neden?" demesinin cevabı.. bu değil mi? küçük şehirlerlede bulunan üniversite etrafındaki cafelere "sadece öğrenci girebilir" yazısı.. bu değil mi? "damsız girilmez" ya da damsız olsada "tip"i müsaitse girilebilir durumları...

"futbol asla bir futbol değildir" müthiş bir kurgu, işte futbol örneği, statün ne olursa olsun, istersen 5 üniversite bitirmiş, eğitimli, süper zeki bir adam olsan bile karşındaki insanla futbol sayesinde eşitsin.filmde hadi futbol oynayalım diyenler ezebilecekleri tek yer olarak yine o sahaya koştu ama top geçer adam geçmez mantığıyla yenilmeye mecali kalmamışcasına yine şiddetle o sorunu çözdüler...

peki bu nedenler bu insanların bunu yapmalarını meşru kılar mı? şiddetle hayır... ben sebeplere iniyorum, deşiyorum biraz filmi..

bizim gibi olanlara karşı sempati duymak, ve bir başkasının konuşmasındaki bozuk diye, sarı pantolon giyiyor diye bir başkasına "öküz" "kro" diyorsanız işte sizde bu filmin küçük bir aktörüsünüz...

filmin soundtracklerindeki enfes bir parçanın sözleri

dediler ki hayat güzel eğriyi doğruyu bilenler
dediler ki umut sürer insanları seversen eğer
dediler ki hayat kısa eğer mutluluklar olmasa
dediler ki kalmaz yanına yaptıkların bu dünyada

iyiler kazanır, kötülükler kazanır dediler
mutlu olmak için, mutlu etmek yeter dediler..

tekrar gözden geçirdim yalan söylemişler
tekrar gözden geçirdim yalan

son olarak; serdar akar; yine enfes bir bakış açısı, atlama yapılmış diye korkarken filmin sonuna doğru şak! diye o boşluğu kapatman ve yine kusursuz bir akışkanlıktaki film. (bkz: büyüksün baba)
nejat işler ; mustafa hakkında herşey'den sonra yine enfes bir oyunculuk. (bkz: yola devam)
selim demirdelen ; gerek soundtrackler gerekse filmdeki konumlandırmalar enfes.. (özellikle ceza evi sahnesinde ki müzik, keşke o müziğe ulaşabilme şansım olsa)
sezen aray; seni ilk defa fark ettim sinemada güzel kız, msn adresini istiyorum

--------------------------------------------------- izleyenler için----------------------------------------------------------------
tanım: bir yandan şiddete karşı nefretle baktıran ardından şiddeti uygulayanlara şiddet uygulandığında "oooohhh" dedirttiren film.
tutucu bireylerin hayatın baharındaki pırıl pırıl gençlere yaşattığı eziyeti anlatan film.