bugün

Sevseydi gitmezdi durumudur. Ayrılık yeni başlangıçtır.
dalda muhabbette kumrular. bana ayrılığı sordular. dedim afet yangın dedim kar dedim adet aşkı bulurlar...
Bazen cok da iyi, cok da guzel olandir. Arkasindan ayriligin aslinda kacinilmaz oldugunu anlamak buyuk bir rahatlama saglar. Yurumeyecek olan iliskiyi neden surduresiniz, sinir hastasi olasiniz ki?
Bir üstteki entrynin devamı olarak;

"ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan."

Ne harika bir şiir, ne harika bir yaşanmışlık..
Kötü birşey değildir aslında.
Ve hatta birçok açıdan, fena birşey değildir.

mesela;

birlikte yapmak için ertelediğin şeyler vardır.

Güzel olduğunu duyduğun (evde ya da sinemada izlenecek) filmler.
Gitmek istediğin bir mekan..

Bunları birlikte yapmak için hep erteler durursun.. Filmler biriktikçe birikir, vizyondan kalkar sen izleyemeden..
Gitmek istediğin yerler biriktirirsin, gidemeden..

Yapmak istediğin ve yapamadığın birsürü şey vardır, onun için.. O bunu bilmese de farketmese de..

işte şimdi gitti.. hayat tekrar senin, sahne tekrar senin..

Yaşa gönlünce..

Eksik mi olacak birşeyler...

Saçmalama.. o mu vardı bunca yıl?? Ve eksik olan neyini tamamladı ki senin??

Bırak eksik kalsın.

Uzun lafın kısası, ağıt yakmayın boşuna kendinize acıyıp.. kendinize acımaktan başka birşey değil bu sonuçta.. sadece melankoli..

Hayat devam ediyor ve edecek..
kendisinden pek hazzetmesem de ebru gündeş dinlememe yol açan eylem.
en güzel barış mançonun söylediği türkü.
“ayrılık ayrılık aman ayrılık. her bir dertten ala yaman ayrılık.”
ayrılık da sevdaya dahilmiş de bilmem neymiş ayrılık dediiğin:
(bkz: bok).
en büyük ayrılık ney'in kamışlıktan kesilmesidir. insanın geldiği yeri unutması, memleketin gurbet olmasıdır.
psikoloji anneden kopuş der ilk travmaya, sütten kesilme anı.

asıl ayrılık dünyaya atılmışlıktır kalu bela'dan...

kavuşacağımız, sırlanacağımız günler de yakındır.
Konuyla alakalı eksi sözlükte şöyle bi hikaye var,

kocamustafapaşa da bir evdeyim. istanbulun alışıldık, eski, dökük, eşyaları birbirinden uyumsuz az rutubet kokulu bir bekar evinde misafirim.
normalde bu evde misafir olmam ben çünkü kendi evime en yakın arkadaş evi bu mekandır. bende anahtarı vardır. evde kahve kalmaz gelir alır giderim. bilmukabil, benim evden de gecenin üçlerinde ne çukulatalar kaçar bu eve.

ben lazım oldu diye mavi fularımı geri almaya girdim eve.
yerini de telefonla sorup öğrendim.
kapıyı açmamla içerdeki adam irkildi. ben irkilmeyi geçin bir kalemde çığlığı bastım. evsahibinin babası yok ve bu adam sevgili olmak için fazlasıyla olgun.
o halde iyiniyetli bir seçenek kalmadı geriye sandım.

şık bir takım elbise adamın üzerinde. alışılmış baba figüründen bağımsız, dümdüz bir karın.
elli küsür yıllık saçlarını jölelemiş, bütün salon traş kolonyası kokuyor.

neyse atlattım ben paniği. ziyadesi ile kibar bir beyfendi. aile dostları imiş.
telefonla teyit aldırdı bana güvenebilmem için.arkadaşımı aradım. -gelmiş mi?- dedi.-iyi bir insan, ileride sık sık karşılaşırsın umarım- dedi. gülüyor da şırfıntı içten içe. anlamadım ama adam güvenilir duruyor.

beyefendi (bizim kız adamın adını da söylemedi bana kim olduğunu da) - çok korktunuz siz, bir kahve ikram edeyim acaleniz yoksa-

ne acelem olacak beyfendi, acelem olsa mavi fularları kafaya takıp terliklerle yollara düşer miyim? kahve ise en zayıf olduğum nokta.

ben diyorum ki adama; siz tam olarak nesi oluyorsunuz?
o bir anda tüm mantığını mutfakta bırakmış gibi yerdeki kenarları püsküllü turuncu mindere bakıyor.

başlıyor, başlıyoruz:

yıllardan 1975.
ben o zamanlar harp okulundayım. cerrahpaşa' da da bir güzel restoran var samatyaya inen yokuşta.
aslında yasaktır bize alkollü ortamlar ama, hergün denize bakıp da bir rakıya dilini değirememek zor iş.
kaçıp ayarladık birşeyler arkadaşlarla..

kırmızı kadife sandalyeleri var lokantanın. lokanta diyorum ama şimdiki tabiri ile restaurant.

mezeleri taze, etleri taa erzurumdan geliyor.
iyi biliyorum çünkü yıllarca her hafta gittim sonraları.
neyse, dün gibi aklımda tam su servisi yapıyordum rızanın bardağına, bir sarılık gördüm lokantanın sütunları arkasında. kafamı iyice eğdim ki bu nedir göreyim.
dedim ki- bana deseler, hayalindeki kızı resmet, böyle güzel çizemezdim.-
öyle bir duruluk, hiç boyasız dudakları, hem şuh hem hanımefendi kahkahaları, zaten ses de çizilemez ve anlatılamaz değil mi ya?
bir saçları vardı, dedim ya ilk gördüğümde ışıklı birşeyler sandım.

üç kadehi yarım saatte hiçbirşey duymadan konuşmadan tatmadan içtim.
masadaki vazodan tek gülü aldım, yanına vardım.
saçmaladım sanki, ne dedim hatırlamıyorum. sadece -zahmet etmişsiniz, müesseseden birşey demesinler- dediğini hatırlıyorum. bunu söylerkenki gülüşünü çizebilmek için resim kurslarına gittim sonraları. ama olmadı.

o bana güldü ya, ben hergün samatya yollarını arşınladım. tam 42 gün sonra, başında kara bir yemeni, gözleri ağlamaktan şişmişken gördüm onu.
bir ev kadarlık mahalle camisinde gördüm.

kalakaldım cami kapısında, en sona o kaldı. kollarında iki kadın, ayakta duramıyor.
ama tanıdı sanki beni. kapıdan çıkarken yüzüme baktı -çok gülen gerçekten çok ağlıyormuş- dedi.

doğumgününde ilk kez gördüğüm kadınımı, bir de ailesinin cenazesinde gördüm.
sonra soruşturdum cenaze sahibini, öğrendim.
teyzesinin yanında kalmaya başlamış.
iki ay daha bekledim, sonra bir salı günü izin aldım, teyzesinin evinin orada beklemeye başladım. salıları pazar kurulurdu. bir umudum pazara gider diye..

hakikaten çıktı evden. ben gizli gizli takip ettim. hiç unutmam portakal seçiyordu. pardesüsünün cebine
10 sayfalık mektubumu bıraktım.

gene de haftada iki gün gittim samatyaya görürüm umuduyla.
hiç beklemediğim birgün geldi yanıtı.

sonra 3 ay hayatımın en güzel dönemini yaşadım.
hep film karesi gibiydi buluştuğumuz zamanlar.
her çay bahçesine geri dönerdim onu eve bıraktıktan sonra.
tüm konuştuklarımızı hatırlatırdım kendime.

biraz durgundu.
baba ocağı gibi olmuyor diyordu. hernekadar teyze, anne yarısı olsa da..

istetecektim ki tayinim çıktı.
taa batmana.
onu götüremezdim. tam bir istanbul hanımefendisiydi.
ben zaten aldırırım tayinimi diyordum.

ağlaşa ağlaşa vedalaştık.
tam da kartpostallardaki gibi vedalaştık garda.
saçından tutam aldım, o zamanlar adet öyleydi.
kendi göğsünde üç gün gezdirdiği bir mendil verdi.

dayanamadım batmanda. zaten denizi olmayan memleket denize alışanı daraltır.
kahverengiden başka birşey kalmamış aklımda. hiçbirşey umurumda değildi. istifamı verdim. babadan kalan parayla dükkan açarım dedim.
sevdiğim yanımda olur. kabul ettirene kadar istifamı, bir yığın işler geldi başıma. ankarada askeri mahkemeye çıktım. ama sonunda kurtardım yakamı.

ankaradan mevlana şekeri aldım. batmandan gümüş bilezikler, ipek şallar aldım. istanbula kadar hiç uyumadan geldim.

teyzesinin kapısını çaldım. durumu izah ettim. hayırlı bir iş için de ziyaret edeceğim inşallah dedim.
kadın boynunu büktü.
-size yazdı ama haber alamayınca biz ısrar ettik, nazdır sandık, yalan söylüyor sandık, nişanladık. dedi.

hayatımda ilk kez bir kadına kin duydum. kapısında ağladım yine de yalvardım. o adamla oturacağı evi temizliyormuş.
adresini istedim.
vermedi. ben çağırtayım dedi.

elimde hediye paketlerim, yoluk yoluk olmuş çicekler merdiven basamağında üç saat bekledim.

geldi, gözleri kan çanağı gibiydi.
-neden yazmadın? - dedi. imdat demiş son mektubunda, canımdan can kopuyor demiş.

-gelmedi ki mektup, dedim. ordudan ilişiğimi kestiğime dair yazı vardı elimde onu bıraktım avucuna.
-daha nikah yok ki- dedim.
-alayım gideyim seni-

kurana el bastırmışlar, kayınvalidesi salmamış geri gelmez diye, oğlum öldürür kendini demiş.
ağlamış, yalvarmış gitme diye.
sonra da kurana el bastırmış.

evlendi..
ben öldüm. ne işlerde çalıştım o zamanlar, hiç anlamadım, süründüm oradan oraya. illaki istanbula döndüm her seferinde
anlamsız insanlarla dost oldum belki bir haberini alırım diye..

adam sustu. ben mutfaktan peçete getirdim. kendimi yokladım mutfakta. ilaç almadım, uyuşturucu ile alakam yok. sarhoş değilim. kim bu adam? neden dinliyorum, neden ağlıyorum onunla beraber? başıma neler geliyor benim?

peçetesini uzattım.

sustuk. on beş saat süren beş dakikalık bir sessizlik oldu..

ben dayanamadım;

-sonra bir daha gördün mü abi o kızı?- dedim. bir saattir o anlatmıştı ben dinlemiştim. hem konuşmamaktan hem de boğazıma oturan birşeylerden sesim acınacak halde çıktı. hem de abi dedim babam yaşındaki adama.
o kadar cocukça, o kadar saf ve derindi ki acısı, oğlum desem yeriydi.

-gördüm dedi. pendik' te oturuyormuş. haberini aldım sonra. pendik arşınladım aylarca.
gittim camcı dükkanı açtım oralarda. onu da batırdım sokaklarda sürtmekten.
sonra buldum onu. evini gördüm uzaktan. saklambaç oynadım kendi kendime oralarda.
bebeği vardı ilk gördüğümde. benim gibiydi sanki çocuk.
aynı güzelim sarıdan saçlar. hep uzaktan seyrettim.
koluna girerdi kocasının, ciğerimden boğazıma kadar ateş basardı. daha otuzlarımdaydım ama bembeyazdı saçlarım o elini bir adam kolunda görmekten.
gülerken görünce hem sevinirdim mutlu olduğuna hem de nefret ederdim herşeyinden, benim mutsuzluğumla karşılaştırınca.

zaten imanı bıraktım bir kenara, kurana el bastığı içindi tüm bu acılarım. her akşam içerdim. hiçbir içki onu gördüğümdeki kadar yakamazdı midemi, genzimi.

tek tesellim, kocası iyi bir adammış. hani şakadan, eğlenceden anlamazmış ama bir dediğini de iki etmezmiş. tüccarmış, hali vakti yerindeymiş.
köşe minderi gibi adam derlerdi. ne hayır demeyi bilir, ne sesini yükseltir.

bir gün sahile gidiyorlardı yine, cocuk o zamanlar yürüyordu. üç yaşında falan. önlerinden koşuyor. o da kocasıyla o kabusum olan eli kolunda haliyle arkadan geliyor.
düştü yavrum. ama nasıl düşmek. etimden et koptu sanki.

tutamadım kendimi fırladım. o da fırladı, kocası rahmetli, ağır adamdı herhalde, arkada kaldı.
çocuğu kaldırırken yerden, eli elime değdi.
-sağolun beyfendi- dedi, sonra kafasını kaldırdı.

sen hiç yüzü değişmeden ağlayan insan gördün mü? ben gördüm.
öylece olanca güzelliği ile resim gibi duruyordu yüzü, ne kaşı oynadı ne gözü, sicim sicim ağladı.

ben sadece;- benim kızım olabilirdi, olsaydı-
diyebildim..

taşıdım evi barkı sonra.. dayanamadım.
kocası vefat etmiş. çook sonraları duydum.
keşke kalsaymışım, kaçmasaymışım.

ağlıyorum ben de. mavi fular diye çıktım evden.şimdi hüngür hüngür ağlıyorum.
tanımıyorum adamı. nedir derdi? kafası mı güzel bilmiyorum.
aşıkla aşık olmuşum, sarsıla sarsıla ağlıyorum.
peçetenin de sonuncusunu ona vermişim.

hıçkırığım bitmiyor ki nefes alıp soramıyorum; -peki siz kimsiniz? diyemiyorum.

20 yaşındayım o zaman, zehir gibi kafam ama ağzımdan sadece mahallenin sokakta çekirdek çitleyen, cama minder koyup karşı komşuyla dedikodu yapan teyzeleri gibi yayvan bir -eeeee?- kopuyor dilimden.

-e' si, - diyor adam,

buldum izini. yemeğe götüreceğim akşama. yüzük de aldım, bak bakalım beğenecek mi?

ben yüzüğe bakıyorum, çok güzel, dünyanın en güzel yüzüğü. kutusunda - naim kuyumculuk/batman- yazıyor.

o eve bakıyor, gülümsüyor.
bir minder daha koyuyor sırtına;

-hala kızımmış gibi-, diyor. -kızımın evi gibi rahatım.

arkadaşımın annesi, rana sultan evleniyor.

https://eksisozluk.com/entry/6260334
Bir ilişki artık sizi ve karşınızdaki kişiyi sadece mutsuz ediyorsa, en kısa zamanda yapılması gerekendir.
Kaçınılmaz sondur.
Kimse kimsenin değildir olamayacaktır.
sevdiğinle tamamen bittiğini hissettiğin an böğrünün ortasındaki o boşluğu hissetmek.
ayrılık çeşitli müzik ve filmlere konu olmuş bir konudur. ayrılık acıtır.ayrılmayın.
insanın göğsüne öküz oturması gibi bir şeydir.
Adanalı Tayfur dublajı ile Öztürk Serengil'e büyük şöhret kazandıran tiyatro ve dublaj sanatçısı Mücap Ofluoğlu'nun bir şiiriymiş.

"bir daha göremezsin ağladığımı
geri dönsen de artık
ayrıldığımız yerde değilim"
nasil bir sey oldugu konusunu herkes biliyor. hissedilenleri aktarmak lazim.

sevgilim benimle bulusmak istedigini soyledi. zaten iliskide normal olan bir sey yoktu. bulustuk bi sahil cafede. oyle sessiz sessiz oturdu ve denize daldi bakislari.

bi boklar oldugunu anliyorum aslinda ayrilik olayini da anliyorum ama sormaya cesaret edemiyorum. o denize bakarken ben de ona bakiyorum. acaba iliskiye son bir sans verir mi gibisinden dusunuyorum.

sonra bi ic cekti. acikcasi o ic cekince terlemeye basladim ama usudum de terlerken. adrenalin seviyesinin asiri yukselmesiymis sebep oyle dedi doktor.

ve basladi konusmaya. bu saatten sonra durmayacakti oradi belli. sonucu bildigim halde dinledim. iki kahve soylemistik. o gune kadar icmekten zevk aldigim sutlu kahve o anlarda midemi bulandirdi.

iliskimizin nasil basladigini anlatti. gecmisi dusununce gozlerim doluktu. farkina varmis olacak ki o da gozlerini kacirdi. iliskinin neden bu durumda oldugunu anlatti. acikcasi bana o cumleleri dunyanin en sacma cumlesi geldi.

ilk defa bu kadar agir cumleler soylemeye cesaret eden birisi vardi karsimda bana yuzume. ve ben ilk defa kavga etmedim.

yumruk yemeden en sert vuruslarini yapti bana. ben o esnada sozunu kesip sordum titrek bir sesle "peki bundan sonra ne olacak" o da bilmiyorum dercesine kafasini salladi.

ben ayrilmak istemedigini soyleyecek sandigim bir anda bana "bu iliski artik yurumuyor" dedi. o an bi yutkundum. yutkunugun en son ulastigi yer var ya sanki oraya intihar etmisti yutkunugum.

ben israrci sekilde kurtarilabilir desem de o kabul etmedi. sonra tekrar denize bakmaya basladi. onceki bakisindan sonra bana soylediklerinden tecrube edindigim icin ikinci kez yikilacagimi anladim.

bu kez bana beni artik sevemedigini, sevginin de birgun bitebilecegini soyledi. bu bana o kadar agir geldi ki atesim cikti burnum akmaya basladi. kalbimin atisini hissetmeye basladim.

cevredeki sesleri artik net sekilde duyamiyordum. ucaktayken kulagin tikanmasi gibi oldu. grip bogaz agrisi her sey o anda basima geldi.

ve tekrar denize bakti. uc kez icimi yakti ucunde de bana degil denize bakti. ayrilmak istedigini soyledi.

o an neden "peki tamam" dedim sakince bilmiyorum. ama aninda masadan kalktim. oyle basladim yurumeye. insanlari sesleri hala fark edemiyordum ve daha cok usuyordum.

bi deniz fenerinin oraya oturdum ve agladim sessizce. bu sefer de ben denize baktim. ama kimseye konusamadim.

ruh gibi eve geldim ve uzanip tavana baktim. ertesi gun agzimda zehir varmis gibi hissettim.

boyle bir sey yasadim. allah kimseye ayrilik yasatmasin.
Yavaş olanı en çok acı veren eylem.
birinden ayrılmayalı altı yıl olmuş. özlediğim duygudur.
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
şu an da yaşadığım.
bir sözüyle bana mutlulukların en büyüğünü bağışlar ama o bunun farkında değil.
ya da farkında ama yapmıyor.
yanlış ve yanılmış insan beraberliklerinin kronikleşen yetmezlikler sonucunda ''buraya kadarmış'' diyerek birbirinden uzaklaşması durumudur.
4 gün önce yaptığımdır kendi isteğimle acımadan 1 senelik ilişkimi bitirdim peki neden , onu sevmediğimi hissetmeye başladım seviyor numarası yaptım hatta son 2 haftadır ve sonunda bitti ama canım yanıyor sözlük neden , böyle olmaması gerekiyordu yeni heyecanlar bulmalıydım bir kıza bağlı kalmamalıydım ama öyle olmadı kokusu hala kazaklarımda gömleklerimde heryer fotoğraflarıyla dolu canım yanıyor sözlük ne yapıcam ben.
Bu şarkının Haluk levent versiyonuna betazitta çekilen klibi hayatımı etkilemiştir.