bugün

bu iddia karşısında günümüz kemalistlerin takındığı tavır:

(bkz: fikirlere saldıramayıp şahsa küfretmek)
"“m. kemal de, ismet de, nihayet, enver gibi birer askerdirler. ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden bir ‘askerî dikta rejimi’ olacaktır. cumhuriyet, işin iç yüzünü ‘maskelemekten’ başka bir şey değildir.”[2]"

demiş. helal olsun kardeş kadir mısıroğlu 2 olmaya hak kazandınız.

mustafa kemali çürüten bu başarılı savınız için nobeli size burada mı takalım yoksa paket mi yapalım?
Atatürk çok partili sistemi getirmiştir fakat başarılı olunamamıştır. Bu yüzden bir süreliğine her şey yoluna girene kadar bir süreliğine tek parti kalmıştır.
okul kitaplarında çocuklara yutturulmaya çalışılan yalan.

(bkz: #31332958)
yakın tarih yalanlarından biridir. oysa M. Kemal’den önce çok partili sistem zaten mevcut imiş. 1908’den 1922 tarihine kadar 14 yıl içinde tam 24 hükümet kurulmuş. sonrasında ne olduğu malum..

--------------

Kemalist ideolojinin dayatıldığı eğitim kurumlarından yalan – çakma tarihi “ezberleyip” mezun olanlar, çok partili siyasi hayata M. Kemal Atatürk sayesinde geçildiğini sanıyorlar, ancak aldanıyorlar. Hiç değilse Ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin veya Hürriyet ve Itilaf Fırkası’nın “ne” olduklarını bilmeleri gerekirdi, zira bunların futbol kulübü değil; birer siyasi parti olduklarını ufak bir araştırma ile öğrenmek mümkündür.

M. Kemal’den önce çok partili sistem zaten mevcut idi… 1908’den 1922 tarihine kadar 14 yıl içinde tam 24 hükümet kurulmuştur.[1] Osmanlı Devleti’nde kurulan bazı siyasi partileri ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz.

Buna karşılık M. Kemal dönemi tek parti rejimidir. Bu noktada haklı olarak, “o halde neden Cumhuriyet kurdu?” diye soracaksınız. Bunu ben değil, M. Kemal Atatürk’ün yakın dostlarından Falih Rıfkı cevaplasın:

“M. Kemal de, Ismet de, nihayet, Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı, ister istemez kafasının dikine giden bir ‘askerî dikta rejimi’ olacaktır. Cumhuriyet, işin iç yüzünü ‘maskelemekten’ başka bir şey değildir.”[2]

Bu sözler hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır.

Türk siyasal hayatında, M. Kemal Atatürk’ün ölümünden 8 yıl sonra gerçekleşen 1946 seçimleri, iktidarın bütün baskı ve yolsuzluklarına rağmen[3] tek parti rejiminden çok partili parlamenter sisteme geçişin başlangıç tarihidir. “Beyaz ihtilal” olarak adlandırılan 1950 seçimleri ise 27 yıllık tek parti iktidarına son veren siyasi dönüşümün, bir anlamda demokrasiye geçişin miladı olarak kabul edilebilir.

Önemle ifade edelim ki, bu geçiş başımızdakilerin faziletinden dolayı değil, Batılı devletlerin zorlamasıyla mümkün olmuştur.

Yalta Konferansı’nda, II. Dünya Savaşı sonrası düzeninin temel öğesi olacak, milletlerarası barış ve güvenliği sağlayacak Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın Anayasası’nı hazırlamak üzere San Fransisco’da toplanacak konferansa çağrılacak devletler tespit edilirken Türkiye de tartışılmıştır. Stalin, Türkiye’yi kastederek, Birleşmiş Milletler’de Almanya’ya karşı bütün gücüyle savaşmış devletlerin, savaş sırasında sallantıda kalmış, “hilekârlık” yapmış olanlarla yan yana oturmasının savaşmış devletleri kızdıracağını savunmuştur. Stalin’in önerisi kabul edilerek, 1 Mart 1945 tarihi itibariyle Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiş olan devletlerin San Fransisco Konferansı’na davet edilmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye de 23 Şubat’ta bu iki devlete savaş ilan ederek, BM konferansına kurucu üye olarak katılabilmek için gerekli hukuki koşulu yerine getirmiştir.[4]

1 Mart 1945’e kadar Almanya’ya ve Japonya’ya savaş ilan etmiş olan devletlerden oluşan San Fransisco Konferansı, 25 Nisan 1945 günü toplanmış ve 26 Haziran’da “çok partili siyasi sisteme geçişi” öngören Birleşmiş Milletler Anayasası’nın imzalanması ile çalışmalarını sona erdirmiştir.[5] Türk heyeti San Fransisco Konferansı’nda her fırsatta çok partili siyasal rejime geçileceğini ifade etmiştir. Birleşmiş Milletler Anayasası’nın imzalanması, Türkiye’nin demokratikleşmesinde ve Batı dünyasına yaklaşmasında önemli bir adım olmuştur.[6]

Özetlersek, Ikinci dünya savaşının demokratik rejimler tarafından kazanılması ve diktatörlüklerin yıkılması, CHP’nin ülke için daha demokratik bir rejim kurması zorunluluğunu doğurmuştur. Bu zorunluluğa rağmen Ismet Inönü’nün uluslararası sisteme karşı direnişini Şükrü Karatepe şöyle ifade etmektedir;

“Diktatörlüklerin art arda devrildiği bu dönemde bile Ismet Paşa, fazla aceleci davranmıyor ve mümkün olan en az tavizle çok partili hayata geçişin yollarını arıyordu.”[7]


--------



KAYNAKLAR:



[1] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler (Ikinci Meşrutiyet Dönemi 1908-1918), 2. Baskı, Hürriyet Vakfı Yayınları, Istanbul 1988, cild 1, sayfa 6.

[2] Falih Rıfkı Atay, (1961) 2004, Çankaya: Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar, Pozitif Yayınları, Istanbul, sayfa 416.
böyle bir durum yoktur.
çok partili yaşamı falan bırakın ülkeyi nasıl bir durumdan kurtardığına bakın.
okuduğu tarih kitabını bile yanlış yorumlayan birinin saçmalaması.
edit: aziz nesin haklıymış diyeceğim ama onu da yanlış anlamalarından korkuyorum.
edit 2: Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz.
Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir... (atatürk)
akp yi atatürk düşmanı olarak göstermek isteyenlerin hoşuna gidebilecek gereksiz söylemdir efendim .
akp %50 almışken bundan sonra atatürk'ün yalanları diye fütursuzca konuşmaları nankör bünyelerden duymaya kendimizi iyice alıştırmalıyız.
yalan sanılıyorsa eğer ileri demokrasi yalanından daha inandırıcı olan yalandır. ayrıca atamın yalanına kurban.
http://www.swfcabin.com/swf-files/1304884017.swf
devrimlerden sonra demokrasiye hemen geçilmediğini bilmeyen yazarın sebebi değil sonucu gören sözü. ne olmuş atatürk çok partili sisteme geçmediyse ? yıl 1930, aç tarih kitaplarını dünyanın durumunu bir oku.
akp'nin tekrar iktidar olmasıyla cesaret kazanan atatürk düşmanı zırvalarından biridir.
neymiş efendim, atatürk çok partili sisteme geçirtmişmiş. bunu neye dayanarak söylüyorlar anlatalım. terakkiperver cumhuriyet fırkası ve serbest cumhuriyet fırkasını kurdurtmuşmuş. insan da bir nebze, zerre kadar utanma duygusu olur. avrupa, atatürk hakkında diktatör diye bağırıp bağırıp dururken tabiki de bunu yapacaktı. tabi bunu yaptıktan sonra demokrasinin gereğine uymayıp partileri kapattırmıştır. terakkiperver ile şeyh said isyanı arasındaki sikko bağlantıdan mı bahsetsek yoksa serbest cumhuriyet fırkasının saçmalık ötesi bir sebepten kapatılmasından, feshedilmesinden mi bahsetsek.