bugün
- 1 haziran 2024 borussia dortmund real madrid maçı24
- jose mourinho44
- siyasal islamcıların aslında kötü olmaması15
- fethullah gülen öldü mü sorunsalı13
- şu an ihtiyacım olan şey8
- nihavend longa19
- true nickli yazar8
- bir erkeğe nasıl aşık oldunuz18
- icardi190511
- uzun entry giren erkek12
- en objektif siyasi parti9
- sokak kedilerine örgütlü saldırı başlayacağı gün16
- türkiye akp lidir akp'li kalacaktır13
- kadir mısıroğlu'na bir söz bırak14
- amında oyalanmak istiyorum12
- anın görüntüsü10
- kizil kara19
- kadir mısırlıoğlu seven mhp'li sorunsalı15
- 1 metre 55 santim balonu ağzına alan kız12
- eskorta 220 bin lira gönderen adam9
- barbara palvin'in aldatılması15
- bu gece intihar edeceğim10
- albay kemal16
- tecavüz ettiği kızlarını müge anlı da arayan baba18
- magicovento cesurluğu17
- aşkım kapışmak8
- erdoğan'ın mülteci sevdası19
- enes kanter'in cemaate 110 milyon dolar vermesi27
- beli açıp kot şort giymek10
- ahmet uğurlu16
- ismail kartal9
- sözlüğün en güzel kızından aldığım iltifat11
- ağızdan çiş kokusu gelmesi15
- sağlık bakanının suriyeli rakamları12
- fenerbahçe seneye sistemi yenebilecek mi13
- galatasaray'ın en son kırmızı kart gördüğü derbi10
- kılıçdaroğlu'nun kuracağı partiye isim önerileri10
- ateistlerin zeka seviyesi düşüktür15
- jose mourinho nun fenerbahçe ye transferi12
- dinci zekası8
- magicovento38
- cennette ergenliğe yeni giren eşleriniz olacak30
- ben 76 yaşındayım beni tahrik ediyorsun15
- avrupalılar niye mülteci istemiyor sorunsalı10
- sözlük kızları sözlük erkeklerine yazıyor mudur17
- pedofiller niye uyutulmuyor sorunsalı8
- bir erkeğin bir kadına çicek alması16
- almanyada hilafet gösterisi12
- 99 098 146 tl satılan saat12
- almanya türkiye emeklilik karşılaştırması11
Pek çokları için ahlaklı yaşam dindarca yaşamın eş anlamlısı olarak görülür. Matematik öğrencileri için 1=1, kimya öğrencileri için Su=H2O neyse, dini eğitim alan insanlar için de, Ahlak=Din’dir. Bu denklem basitmiş gibi görünüyor ama konuyla ilgili üç değişik çıkarım yapılabilir.
Birinci ihtimal, eğer din ahlağın tek kaynağıysa o zaman din eğitimi almayanlar ahlak yoksunu biçimde günah denizinde başıboş dolanıyorlar demektir. Dini bütün olanların elinde ise çok özel bir ahlaki pusula vardır. ikinci ihtimal, aslında herkesin içinde neyin ahlaki açıdan doğru veya yanlış olduğunu gösteren bir mekanizma vardır, ama dini eğitimi olanlar bu mekanizmayı daha verimli kullanırlar ve kendilerini korurlar.
Üçüncü ihtimal ise, dinler bazı ahlaki değerlere yer vermiş olabilirler, ama bu tüm dini öğütlerin doğru olduğu anlamına gelmez. Bazı dinlerde bulunan merhamet, bağışlama ve empatiyi benimserken, bir yandan da aynı dinlede bulunan ayrımcılığı, nefreti, öfkeyi, din için başkalarını öldürmeyi ahlaksızca bulabiliriz.
Bu yorumlarımla dinlere ya da dinlere inanan topluluklara karşı bir tavrım yok. Ancak “dinler ahlağın tek ve en mükemmel kaynağıdır” tezine karşı duruyorum. Peki ahlaki değerlerimizin kaynağı din değilse, diğer etmenler neler olabilir? Bu soruya verilebilecek yanıtlardan biri, zihin üzerine yapılan çalışmalardan gelebilir. Yapılan son araştırmalarda, tüm insanların, genç ve yaşlı, kadın ve erkek, tutucu ya da liberal, budist ya da yahudi, ilkokul mezunu ya da profesör, dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun ahlakla ilgili aynı biyolojik koda sahip olduğunu gösteriyor.
Bu evrensel kodumuz, bilinçaltında kararlarımızı etkileyen ilkeler ve prensipler sağlıyor. Tarafsız, rasyonel ve duygulardan bağımsız ilkeler. Kime yardım edeceğimizi ya da kime zarar vereceğimizi bize doğrudan söylemiyor. Bunun yerine, karşılaştığımız olayları kavramamızı sağlayan soyut kurallar vasıtasıyla neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğunu sezgilerimizle anlamamızı sağlıyor. Üstelik bunu adil biçimde yapıyor.
Peki bunun bir kanıtı var mı?
Çoğu senaryo ahlaki ikilemler içeriyor. Ön yargılı karar vermemeniz için daha önce karşınıza çıkmayan örnekler veriliyor. ‘Ötenazi’ ya da ‘çocuk aldırmak’ gibi tartışmalı, kanunların ya da dinlerin bir şekilde yol gösterdiği veya karara bağladığı sorular sorulmuyor.
Örneğin; bir hastanede ölüm-kalım durumundaki beş farklı hasta, beş farklı organ nakli için beklerken, o sırada tesadüfen hastanede bulunan sağlıklı bir kişinin organlarının alınıp, doktorların diğer beş hastayı kurtarmasına izin verilebilir mi?
Veya bir fabrikada, bir kaçaktan dolayı zehirli gazın sızacağı odadaki kişilerin ölmemesi için, bir başka kişinin bacadan içeri itilerek gaz salınımının durdurulması, böylece 7 kişi yerine 1 kişinin ölmesine izin verilebilir mi? Bunlar gerçekten sezgilerimizi zorlayan ahlaki ikilemlerdir. Bizi ‘hayat kurtarmak iyidir’ ile ‘öldürmek kötüdür’ arasında senaryo gereği bir çatışmaya iter.
Araştırmalarda, bunlar gibi yüzün üzerinde ikileme verilen binlerce cevaba baktığımız zaman insanlar arasında kadın-erkek, inançlı-inançsız, tutucu-liberal, genç-yaşlı hiçbir fark olmadığını görüyoruz. ilk defa karşınıza çıkan olaylarda verdiğiniz ahlaki kararlarda, kültürel geçmişiniz hiçbir rol oynamıyor.
Bu durumlarda sizi bilinçaltından gelen ses, biyolojik kodunuz yönlendiriyor. Eğilimlerimiz, müdahale etmenin kendi haline bırakmaktan daha kötü olduğu yönünde. Birine müdahale ettiğimiz zaman eğer onu mevcut durumundan daha kötü bir duruma getiriyorsak, amacımız çok daha büyük ve önemli de olsa yaptığımızın yanlış olduğunu düşünürüz. Bu, engellenebilen zarar ile engellenemeyen zarar arasındaki farktır. Hastanedeki sağlıklı olan kişiyi öldürmektense, diğer beş kişiyi ölüme terk ederiz.Bu seçim duygusal değildir, taraflı değildir ve genel geçerdir.
Peki bu biyolojik kod evrenselse ve herkesin içinde varsa neden insanlar arasında buna uymayan pek çok yanlış ve ahlaksız davranış var? Bunun cevabını anlamak için duyguları, hisleri ve grup psikolojisini düşünmek gerekiyor.
Sinema sektörünün de favorilerinden olan soğuk kanlı bir psikopatı ele alalım. Onları; pişmanlık duymayan, suçluluk hissetmeyen, utanmaz, doğruyla yanlışı ayırt edemeyen kontrolsüz canavarlar olarak düşünürüz. Ancak yapılan araştırmalarda aslında onların da neyin doğru ya da yanlış olduğunun farkında olduğunu ancak umursamadıklarını gösteriyor. Yani aslında ahlaki algıları bütün, ancak duyguları hasarlı ve davranışları da bu sebeple anormal.
Burada yetiştirmenin ve eğitimin önemi ve tehlikesi ortaya çıkıyor. Bir grupta sürekli grup üyelerini över, kendi kendilerini yüceltirseniz, isteyerek ya da istemeyerek o grubun dışında kalanları ötekileştirir ve nefret tohumları ekersiniz. Bu da gruba dahil olmayanların değersizleşmesine, insan sayılmamasına ve hatta parazit olarak görülmesine sebep olur. Bu nefret ve iğrenme yerleştikten sonra ise grup dışındakiler, gruptakiler tarafından ‘temizlenmek’ istenecektir.
insanlar da dahil tüm hayvanlar grup içi-grup dışı ayrımını yapabilecek kapasiteye sahiplerdir. Ama grubun seçimi genlerden ziyade yaşam deneyimine bağlıdır. Örneğin, çocuklar üzerinde yapılan araştırmalardan biliyoruz ki bir yaşındaki bebekler kendi ırklarından insanların yüzüne bakmaya, kendi anadillerinde konuşan insanları dinlemeye, hatta aynı dilin kendi lehçelerini konuşanlara karşı dikkat kesilmeye eğilimliler.
Bu sosyal kategoriler tecrübeyle ve zamanla kurulur. Ancak önemli olan bunların soyut olduğudur. Örneğin yukardaki ırksal ön yargı, anne ve babası farklı ırklardan olan çocuklarda ortadan kalkmaktadır. Çevresinde farklı ırklardan insanlar olanlar, olmayanlara oranla çok daha az ön yargılıdır. Bu nedenle ayrımcılığa ve grupsal ön yargılara karşı en etkili yöntem farklı dini, ırksal, dilsel, sosyal gruplara açık olmaktır. Yanlış anlaşılmamak için söylediklerimi biraz daha netleştireyim, evrimsel açıdan ahlaki bir yaşam sürmek için tamamen donanımlı biçimde evrimleştiğimizi iddia etmiyorum. Bu iki önemli sebepten dolayı pek olası değil.
Birincisi, evrim sürecinin uzunluğu ele alınırsa insanın ahlak değerleri bugün yaşadığımız zamanla karşılaştırılmayacak aşamalardan geçti. Eskiden hiçbir kuralın olmadığı küçük kabileler halinde yaşıyorduk. Şimdiyse kalabalık ve dağınık biçimde, karmaşık kurallar ve kanun uygulayıcılarla beraber yaşıyoruz. Ayrıca bilimdeki büyük gelişim sebebiyle evrim geçiren zihnimizin hiç karşılaşmadığı durumlarla karşı karşıyayız.
ikincisi ise, mevcut ahlaki değerlerimizi anlamaya çalışmak ve mümkünse ilerletmek, ahlaklı bir yaşam sürmenin gereğidir. Bir ahlak eğitimine gerçekten ihtiyacımız var, çünkü kendi ahlak sistemini dayatanlara karşı insanlığın evrensel değerlerini savunan, ayrımcılığa karşı duran ve çoğulculuğu savunan insanlara ihtiyacımız var.
Birinci ihtimal, eğer din ahlağın tek kaynağıysa o zaman din eğitimi almayanlar ahlak yoksunu biçimde günah denizinde başıboş dolanıyorlar demektir. Dini bütün olanların elinde ise çok özel bir ahlaki pusula vardır. ikinci ihtimal, aslında herkesin içinde neyin ahlaki açıdan doğru veya yanlış olduğunu gösteren bir mekanizma vardır, ama dini eğitimi olanlar bu mekanizmayı daha verimli kullanırlar ve kendilerini korurlar.
Üçüncü ihtimal ise, dinler bazı ahlaki değerlere yer vermiş olabilirler, ama bu tüm dini öğütlerin doğru olduğu anlamına gelmez. Bazı dinlerde bulunan merhamet, bağışlama ve empatiyi benimserken, bir yandan da aynı dinlede bulunan ayrımcılığı, nefreti, öfkeyi, din için başkalarını öldürmeyi ahlaksızca bulabiliriz.
Bu yorumlarımla dinlere ya da dinlere inanan topluluklara karşı bir tavrım yok. Ancak “dinler ahlağın tek ve en mükemmel kaynağıdır” tezine karşı duruyorum. Peki ahlaki değerlerimizin kaynağı din değilse, diğer etmenler neler olabilir? Bu soruya verilebilecek yanıtlardan biri, zihin üzerine yapılan çalışmalardan gelebilir. Yapılan son araştırmalarda, tüm insanların, genç ve yaşlı, kadın ve erkek, tutucu ya da liberal, budist ya da yahudi, ilkokul mezunu ya da profesör, dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun ahlakla ilgili aynı biyolojik koda sahip olduğunu gösteriyor.
Bu evrensel kodumuz, bilinçaltında kararlarımızı etkileyen ilkeler ve prensipler sağlıyor. Tarafsız, rasyonel ve duygulardan bağımsız ilkeler. Kime yardım edeceğimizi ya da kime zarar vereceğimizi bize doğrudan söylemiyor. Bunun yerine, karşılaştığımız olayları kavramamızı sağlayan soyut kurallar vasıtasıyla neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğunu sezgilerimizle anlamamızı sağlıyor. Üstelik bunu adil biçimde yapıyor.
Peki bunun bir kanıtı var mı?
Çoğu senaryo ahlaki ikilemler içeriyor. Ön yargılı karar vermemeniz için daha önce karşınıza çıkmayan örnekler veriliyor. ‘Ötenazi’ ya da ‘çocuk aldırmak’ gibi tartışmalı, kanunların ya da dinlerin bir şekilde yol gösterdiği veya karara bağladığı sorular sorulmuyor.
Örneğin; bir hastanede ölüm-kalım durumundaki beş farklı hasta, beş farklı organ nakli için beklerken, o sırada tesadüfen hastanede bulunan sağlıklı bir kişinin organlarının alınıp, doktorların diğer beş hastayı kurtarmasına izin verilebilir mi?
Veya bir fabrikada, bir kaçaktan dolayı zehirli gazın sızacağı odadaki kişilerin ölmemesi için, bir başka kişinin bacadan içeri itilerek gaz salınımının durdurulması, böylece 7 kişi yerine 1 kişinin ölmesine izin verilebilir mi? Bunlar gerçekten sezgilerimizi zorlayan ahlaki ikilemlerdir. Bizi ‘hayat kurtarmak iyidir’ ile ‘öldürmek kötüdür’ arasında senaryo gereği bir çatışmaya iter.
Araştırmalarda, bunlar gibi yüzün üzerinde ikileme verilen binlerce cevaba baktığımız zaman insanlar arasında kadın-erkek, inançlı-inançsız, tutucu-liberal, genç-yaşlı hiçbir fark olmadığını görüyoruz. ilk defa karşınıza çıkan olaylarda verdiğiniz ahlaki kararlarda, kültürel geçmişiniz hiçbir rol oynamıyor.
Bu durumlarda sizi bilinçaltından gelen ses, biyolojik kodunuz yönlendiriyor. Eğilimlerimiz, müdahale etmenin kendi haline bırakmaktan daha kötü olduğu yönünde. Birine müdahale ettiğimiz zaman eğer onu mevcut durumundan daha kötü bir duruma getiriyorsak, amacımız çok daha büyük ve önemli de olsa yaptığımızın yanlış olduğunu düşünürüz. Bu, engellenebilen zarar ile engellenemeyen zarar arasındaki farktır. Hastanedeki sağlıklı olan kişiyi öldürmektense, diğer beş kişiyi ölüme terk ederiz.Bu seçim duygusal değildir, taraflı değildir ve genel geçerdir.
Peki bu biyolojik kod evrenselse ve herkesin içinde varsa neden insanlar arasında buna uymayan pek çok yanlış ve ahlaksız davranış var? Bunun cevabını anlamak için duyguları, hisleri ve grup psikolojisini düşünmek gerekiyor.
Sinema sektörünün de favorilerinden olan soğuk kanlı bir psikopatı ele alalım. Onları; pişmanlık duymayan, suçluluk hissetmeyen, utanmaz, doğruyla yanlışı ayırt edemeyen kontrolsüz canavarlar olarak düşünürüz. Ancak yapılan araştırmalarda aslında onların da neyin doğru ya da yanlış olduğunun farkında olduğunu ancak umursamadıklarını gösteriyor. Yani aslında ahlaki algıları bütün, ancak duyguları hasarlı ve davranışları da bu sebeple anormal.
Burada yetiştirmenin ve eğitimin önemi ve tehlikesi ortaya çıkıyor. Bir grupta sürekli grup üyelerini över, kendi kendilerini yüceltirseniz, isteyerek ya da istemeyerek o grubun dışında kalanları ötekileştirir ve nefret tohumları ekersiniz. Bu da gruba dahil olmayanların değersizleşmesine, insan sayılmamasına ve hatta parazit olarak görülmesine sebep olur. Bu nefret ve iğrenme yerleştikten sonra ise grup dışındakiler, gruptakiler tarafından ‘temizlenmek’ istenecektir.
insanlar da dahil tüm hayvanlar grup içi-grup dışı ayrımını yapabilecek kapasiteye sahiplerdir. Ama grubun seçimi genlerden ziyade yaşam deneyimine bağlıdır. Örneğin, çocuklar üzerinde yapılan araştırmalardan biliyoruz ki bir yaşındaki bebekler kendi ırklarından insanların yüzüne bakmaya, kendi anadillerinde konuşan insanları dinlemeye, hatta aynı dilin kendi lehçelerini konuşanlara karşı dikkat kesilmeye eğilimliler.
Bu sosyal kategoriler tecrübeyle ve zamanla kurulur. Ancak önemli olan bunların soyut olduğudur. Örneğin yukardaki ırksal ön yargı, anne ve babası farklı ırklardan olan çocuklarda ortadan kalkmaktadır. Çevresinde farklı ırklardan insanlar olanlar, olmayanlara oranla çok daha az ön yargılıdır. Bu nedenle ayrımcılığa ve grupsal ön yargılara karşı en etkili yöntem farklı dini, ırksal, dilsel, sosyal gruplara açık olmaktır. Yanlış anlaşılmamak için söylediklerimi biraz daha netleştireyim, evrimsel açıdan ahlaki bir yaşam sürmek için tamamen donanımlı biçimde evrimleştiğimizi iddia etmiyorum. Bu iki önemli sebepten dolayı pek olası değil.
Birincisi, evrim sürecinin uzunluğu ele alınırsa insanın ahlak değerleri bugün yaşadığımız zamanla karşılaştırılmayacak aşamalardan geçti. Eskiden hiçbir kuralın olmadığı küçük kabileler halinde yaşıyorduk. Şimdiyse kalabalık ve dağınık biçimde, karmaşık kurallar ve kanun uygulayıcılarla beraber yaşıyoruz. Ayrıca bilimdeki büyük gelişim sebebiyle evrim geçiren zihnimizin hiç karşılaşmadığı durumlarla karşı karşıyayız.
ikincisi ise, mevcut ahlaki değerlerimizi anlamaya çalışmak ve mümkünse ilerletmek, ahlaklı bir yaşam sürmenin gereğidir. Bir ahlak eğitimine gerçekten ihtiyacımız var, çünkü kendi ahlak sistemini dayatanlara karşı insanlığın evrensel değerlerini savunan, ayrımcılığa karşı duran ve çoğulculuğu savunan insanlara ihtiyacımız var.
Bir ihtimal daha var. O da ölmek mi dersin.
Edit: ahlak dinden değil, dinler o toplumun kültürü ve ahlak sisteminden oluşur.
Edit: ahlak dinden değil, dinler o toplumun kültürü ve ahlak sisteminden oluşur.
toplumdur, toplu halde yaşamak belli düzeni zorunlu kılmış insanlar töre, ahlak, din, hukuk gibi şeyleri kurmuş ve geliştirmiştir.
ayrıca bilinçaltının ahlaka etkisi ve ahlakın göreceliği çok derin bir konu.
ayrıca doğada ne iyi, ne kötü, ne güzel, ne çirkin gibi bir algı yoktur. bunların hepsi insanların doğaya yüklediği anlamdır.
mesela estetikte de böyle değil mi? bir çiçeğin görüntüsü o ortamda hayatta kalma üzerine şekillenir ama insan ona baktığında güzelliği görür, hatta şiir bile yazar fakat çiçeğin ne güzel olmak ne de görünmek gibi anlamı yoktur.
işte ahlak da bence böyle, doğada hiçbir şeyin iyi ve kötü algısı yoktur, bunlar toplumun ürünüdür. insanlara bu değerleri benimseten de belli bir kalıba sokan da toplumdur.
eğer insanlar bir araya gelmeseydi asla bir temel ahlak yasası kuramazdı çünkü buna gerek de kalmazdı.
ayrıca bilinçaltının ahlaka etkisi ve ahlakın göreceliği çok derin bir konu.
ayrıca doğada ne iyi, ne kötü, ne güzel, ne çirkin gibi bir algı yoktur. bunların hepsi insanların doğaya yüklediği anlamdır.
mesela estetikte de böyle değil mi? bir çiçeğin görüntüsü o ortamda hayatta kalma üzerine şekillenir ama insan ona baktığında güzelliği görür, hatta şiir bile yazar fakat çiçeğin ne güzel olmak ne de görünmek gibi anlamı yoktur.
işte ahlak da bence böyle, doğada hiçbir şeyin iyi ve kötü algısı yoktur, bunlar toplumun ürünüdür. insanlara bu değerleri benimseten de belli bir kalıba sokan da toplumdur.
eğer insanlar bir araya gelmeseydi asla bir temel ahlak yasası kuramazdı çünkü buna gerek de kalmazdı.
kişinin kendi vicdanıdır öncelikle.
Ahlak fikirden, fikir de ahlaktan mülhemdir. Ikisi birbirine daima mündemiç. Mutlak ahlağın menbaı yaratıcıdır. Insanlarda kemale ermiş zirve ahlak ise son resulun ahlakıdır. Fikrin olmadığı yerde ahlak telakkisi inşa edilemezken, ahlak olmayan yerde de fikirden bahsetmek mümkün değildir. Bu bağlamda bütün medeniyetler, felsefi anlayışlar ve dinler pek tabi ahlak telakkisine sahiptir.
insanlık için ideal olanı da elbette mutlak ahlak sahibinin ahlakı ile ahlaklanmaktır.
insanlık için ideal olanı da elbette mutlak ahlak sahibinin ahlakı ile ahlaklanmaktır.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar