bugün

lucky

six feet under'da fischerlar bütün eski eşyalarını yakarken, claire bu şarkıyı çaldığından beri, lucky eşliğinde bir şeyler yakma isteği vardı içimde hep. hatta bir arkadaşımın ankara bahçelievler'in göbeğindeki öğrenci evinin terasında, kullanılmayan mobilyalar vardı. onları yakmaya niyetlenecek kadar kafayı bozmuştum bir ara. allahtan arkadaşım mantıklı, makul bir insandı da, engellemişti beni. kuvvetli bir rüzgarın çıkmasıyla bütün ankara'yı ateşe veremem ihtimalinden de öylece kurtulmuştum.

ama nihayet, altı-yedi ay önce, eski sevgilimden kalan bütün eşyaları yaktım bir parkta. taktım kulağıma kulaklığı, üç kere üst üste dinledim. artistliğindeydim tabi olayın. hem yıllardır yapmak istediğim bir şeyi yapmış, hem de estetik bir ayrılık yaşamış olacağımı zannetmiştim. teker teker attım hepsini. "bak", dedim kendi kendime, "bu t-shirt'ü hatırlıyor musun?". "bak bunu ne zaman almıştı sana." "haha! bunun için şiir yazmıştım lan ben ona..." falan filan diye, ağır ağır yaktım hepsini. bağıra bağıra eşlik ettim thom'a, "i feel my luck could change" diyerek. gözlerim doldu aslında. hatta bir kaç tene damla dökülmüş dahi olabilir. yine de fischerlar'ınki kadar etkileyici, sembolik anlamlar dolu bir eylem olmadı. şarkı üçüncü kez sona erdiğinde, her şey yanmıştı. sağıma soluma baktım ve gidip biraz alkol alayım bari dedim. ondan sonra da "bir yerde denk gelirsem eşlik ederim" şarkısı oldu benim için. ayrıca açıp dinlemedim. bu da böyle bir anım olarak kaldı.

ayrıca yazılarına sürekli denk geldiğim, başarılı olduğunu düşündüğüm bir sözlük yazarıymış da efendim kendisi. şarkı isminden nick seçmenin dezavantajlarından biri olmalı bu işte. nick altınıza biri gelip, geçmişte kalmış saçma sapan aşk acılarından bahsedebiliyor. gerçi benim nickim şarkı ismi değil de herkes akın akın gelip nick altıma mı yazıyor? hayır. belki de en iyisi şarkı ismi. dur nickimi hotel california olarak değiştireyim de, bir anda 5 sayfa entrym olsun.