bugün

nasıl hissediyorsun

bir şeyler hissedebilmek içindi tüm çabam. ruhumdaki boşluğun büyüklüğü ve içimdeki ölünün kaç yerinde vurulduğunu yeniden öğrenmek beni korkutuyordu. ateş sarıyordu vücudumu baştan aşağı. yaşıyormuş gibi yapmak kolay sanıyordum değilmiş. ah küçüğüm hissedebilseydim kalbimin titremelerini okuyabilseydim gözlerindeki satırları ve duyabilseydim kanatlarındaki rüzgarları gökyüzünde süzülen kuşların inan bana böyle olmazdı. kendimden bir kişi bile çıkaramıyorken haksızlık değil miydi bu kalabalık sokaklar. içimde süzülen gözyaşlarım eşliğinde söylüyorum bunları ben fazlayım bu hayata usandım omzumdaki yüklerden ve iyi biri olmaktan. yanlış yerde yanlış zamanda yanlış kişiyle olmaktan. sen de oradayken ölmeliydim. için ürpermeliydi bir anlığına da olsa sonra bir kuş uçmalıydı çatılarına söverek o karanlık şehrin ve bırakmalıydı kendini boşluğa yağan yağmurda artık kendisine ağır gelen kanatlarıyla birlikte. yanmalıydı derisi kavrulmalıydı hatta düştüğünde yere. ama olmadı bunlar. kozmik bir dengesizlik oldu muhtemelen. kızıyorum bazen bunların olması gerektiği gibi ayarlanamamış olmasına. tanrım acıyor diyorum tanrım dayanamıyorum diyorum ama bakmıyor yüzüme. küsüyorum onunla da barışmamak pahasına. nefeslerimi sayıyorum bitmiyorlar tükenmiyorlar doğuyorlar içime ansızın sızlıyorlar yakıyorlar ve sonra fark ediyorum ki o düşemeyen yorulamayan kanatlarını taşıyamayan kuşun kendim olduğunu süzülüyorum boşlukta ve çarpıyorum boşluğun kenarlarına. kan olmuyor belki ama düş kırıklıklarının morluğu oluyor etimde. bir ölünün derisi ne kadar morarırsa o kadar morarıyor elbette. sayıklamalara dönüyor kelimelerim. yanıyor derim kavruluyor düştüğüm yerde. kollarından tutuyorum kendimi sarsıyorum onu hadi diyorum yaşamalısın. söndürebilirsin kendini yapabilirsin bir adım bir adım daha bir nefes bin nefes daha işte oluyor diyorum. ses yok susuyor. çarpıyorlar bana leke gibi etki bırakıyor üstümde etrafımdakiler. silmek gerekiyor bu lekeleri diyorum. biraz daha batıyor üstüm başım. sonra tutuyorum sürüklemeye başlıyorum. bir gün daha yaşamanın sadece diğer günden fazla yaşamak olduğunu fark ediyorum. evin salonunda minderlerden yaptığım evimin içindeki küçük çocuk ağlamaya başlıyor. o zaman başlıyorum korkmaya çünkü böyle ölmemeliydik diyor. böyle yaşayamasak da böyle ölmemeliydin diyor. biliyorum diyorum ama dünün yarından farkının sadece bugün olması içimi acıtıyor. bugün dünden bir fazla ve yarından bir eksik sadece sayısal olarak. başka hiçbir farkı yok. tanrım diyorum bir işaret ama yine susuyor. ama bir minik kuş oluyor bazen avucumda adı da umut. soyadı yok çünkü o kimsenin değil kimse de ona sahip olamıyor kolay kolay. bazen geliyor avucuma. sıcak oluyorum hiç olmadığım kadar. huzurdan tüyleri var ve ürkek de bir o kadar hiç gelemiyor hüzünlü şeylere. ah ne kadar da bilmiyor bu hayatı halbuki diyorum minik kuş bu hayat senin korktuklarından ibaret. seni bana getiren şeyler aynı zamanda seni benden uzak tutan şeyler diyorum. üzülüyor. fısıldıyorum kulağına ben de diyorum ben de en az senin kadar üzgünüm. ölü bir kuş doğup havalanıyor sonra şehirdeki çatılardan, göğün ağırlığından ve ölümün anlamından bihaber olarak boşluğun içine doğru. gün başlıyor yeniden. dünden bir fazla. yarın mı yarın hiç olmadı ki.