bugün

kahraman dante nasil aglak dostoyevskiye donustu

ORTAÇAĞIN KAHRAMAN DANTESi NASIL MODERN DÜNYANIN AĞLAK DOSTOYEVSKiSiNE DÖNÜŞÜR

20. yy.

Makineler, fabrikalar, makine kırıcılar, maden işçileri, nükleer santral işçileri..
1.Dünya Savaşı, 2.Dünya Savaşı, gerçekleşmemiş bir 3.Dünya Savaşı
NASA, soyuz, sputnik, NATO, Avrupa Birliği, Hitler, SSCB, Nixon;
Yeni arabalar, yeni giysiler, yeni yaşam koşulları...
Sendikalizm, komünizm, kapitalizm, emperyalizm, nazizm, antifaşizm. Köşesini döndüğünüz her sokakta farklı bir izm tabelası.

Acayip bir yy. hani

Sanayileşmenin yerleşmeye başlamasıyla, hatta takım tezgahlarından üretim bantlarına geçmemizden bile önce, hayatımız ta en dibinden değişti. Yukardaki virgüller koca bir dünyayı ve ondan sonra gelecek dünyayı da değiştirdiğini gösteriyor.

Tamam kabul.

Ama benim bahsetmek istediğim, dolaylı olarak sosyoekonominin nasıl doğrudan vicdansal bakış açımızı değiştirdiği. Dikkat edin vicdani yeni değerler demiyorum.

Düzenin gerektirdiği biçimde sanayileşme, beraberinde uzmanlaşma denilen bir kavramı, günlük hayatın göbeğine yerleştirdi. Öyle ki bir tarım toplumunda yaşıyorsanız tarlanızı sürmek için bırakın herhangi bir okula gitmeye, okuma yazma dahi bilmeniz gerekmez. Ancak modern dünyadaysanız asgari düzeyde lise eğitiminizin olması gerekir. 19. yy.dan itibaren okur-yazarlaşma daha sonra okullulaşma çok daha sonra da üniversitelileşme oranı modernleşen toplumlarda hızla arttı. Artmakla kalmayıp toplumların geneline yayıldı. Çünkü en basitinden bir fabrikada çalışmak için öncelikle yapılacak işi bilmek değil, iyi bilmek gerekir. iyi bilmek kısmı uzmanlaşmanın şah damarı oluyor. Uzmanlaştırma işini de ilerleyen on yıllar içerisinde, usta çırak ilişkisi içinde ustalardan, okullar ve üniversiteler devralıyor.

Bu ise yetişkinliğe olanca hızıyla atlamak isteyen gencin, ailesinin çatısı altında, tarım toplumundaki ortalama bir gence göre daha uzun yaşaması demek. Çünkü ortalama beyin aktivitesi ve uzunca bir zaman gerektiren eğitim süreci, gencin hayatını, ailesinden bağımsız ikame ettirmesine elvermez. Dolayısıyla genç, eğitimi bitene kadar ebeveynleriyle yaşar. Babaannem çok demiştir -Eskiden sizin yaşınızda insanlar evlenir çor çocuğa karışırlardı- diye.

19. yy. ortalarından sonra Freud ve ardıllarından oluşan tayfa, ama özellikle Freud, psikanaliz denen bir yöntem ortaya attı. Bu yöntem; süperego-ego ego-id şeklinde çalışan davranış sisteminden bahsederken, kişinin bilinçaltı denen bir yere attığı özel ya da evrensel yaşantıları veya bastırdığı bazı içgüdülerin çok sonra sağlıksız bir biçimde yeniden ortaya çıkması ve buna neden olan olayın bulunup, kişiye bir şekilde kabul ettirilmesiyle ilgili. Hasta bunu kabul edebildikten sonra iyileşiyor.

Bu, şu anda üzerinde çalışılan konu için pek önemli değil. Zaten psikanaliz de artık ilk icat edildiği dönemki kadar rabet görmüyor. Ancak Freud bugün bile adı sıkça anılan biriyse, bu ünü, psikanalizsel diğer teorilerine borçlu. Özellikle de ego-süperego-id üçlüsüne. Dediği şu; insan, öyle kutsal kitapların bahsettiği gibi günahsız değil, evrimsel hayatta kalma içgüdüleriyle donanmış ortalama üstü bir yırtıcı olarak doğar. Bu içgüdülerse hayatta kalma ve neslin devamıyla ilgili; yani vahşilik ve cinsellik. Yine dediğine göre; medeniyet, kutsal aile kurumu eliyle bu dürtüleri bastırmak zorundadır ki devamlılığını sağlayabilsin. Çünkü aşırı derecede bencil ve vahşi ve sapık bireylerden oluşan bir toplum, toplum olarak varlığını sürdüremez. Kendini yer.

Aileyse bu görevi, ebeveynler ama özellikle de baba tarafından yerine getirtiyor. Bu noktadaysa ego-süperego-id üçlüsü devreye giriyor. Ebeveynlerin oluşturduğu otorite ve baskı bebek-çocukta süperego biçiminde içselleştirilip, en az bi 50.000 yıllık uygar insan denen herkesi ahlak, vicdan, tabu, animistik, totemistik, dinsel düşüncelerle yüklü hale getiriyor. Konu için önemli olan ahlak, vicdan ve tabu. Derin konulara girmeyelim. 10.000 lerce yıl medeniyet işte bu mekanizma sayesinde devamlılığını sağladı.

işin sanayileşmeyle alakasına gelince;

Sputnik, Nixon, üretim, okul, üniversite... aile çatısı altında en az 20 yılını geçiren genç...

Arada yaşam koşulları düzelmiş, ebeveyn başına düşen çocuk sayısı azalmış, çocuk başına düşen ilgi miktarı artmış, üzerine daha çok eğilinmiş..

Sonuç: Modern toplumun 20 yaşındaki ortalama bir bireyi ile 12-13 yaşındaki ortalama tarım toplumu insanının erişkinliğe yakınlık derecesi aynı.

Süreç şöyle:

Modern dünya çocuklarını erken yaşta hayata fırlatamıyor. Tabii uzmanlaşmadan kaynaklı evrensel zorunluluk nedeniyle. Aile içerisinde daha uzun süre yaşadığı için çocuk, daha uzunca bir süre ebeveyn basıncına maruz kalıyor. Ancak Freudun bahsettiği bu basıncın içselleştirilmesi, çocuk üzerinde 20 yıldan daha kısa bir süre etkili. Yani bebeklik ve bebekliğe en yakın yıllar daha önemli. Bununla birlikte modern öncesi toplumlarıyla kıyaslandığında modern çocuk, biyolojik ve fiziksel herhangi bir fark olmaksızın-tabii yaşam koşullarının düzelmesiyle sağlıklı beslenmeyi kıyaslamaya sokmazsak- psikolojik olarak daha uzun bir süre çocuk olarak kalıyor. Bunun başlangıçsal olmasa da sonrasal dinamiğini de 20. yy. da artık iyice düzene yerleşmeye başlayan eğlence sektöründe aramak gerekir sanırım. Gençlerin cep harçlıkları sektörün önemli geçim kaynağını oluşturuyor ve gençlerin genç kalması adamlar için önemli. Çocukluğun uzaması basıncın aynı olduğunu varsaysak bile içselleştirme verimini önemli ölçüde artırıyor. Kaldı ki aile basıncı da 200 yıl öncesiyle aynı değil. Bahsettiğim basınç dayak, işkence, kulak çekme.. falan değil.

Zamanı biraz daha geriye götürüp, Fransız ihtilalinden başlayalım. Konumuz burjuvazi ve soylularla ilgili değil. Ama diğer orta sınıflarla ilgili. Anahtar kelime bu defa orta sınıf.

Burjuvazi iktidar iplerini eline aldıktan sonra, diğer alt sınıflara ihtilal öncesi pek mümkün olmayan sınıf atlama imkanını veriyor. Her ne kadar zor olsa da hiç yoktan iyidir değil mi? Orta sınıflar dedik çünkü bir üste atlamaya en yakın onlar. Atlıyorlar da. Ama atlayamayanlar, kendilerinden sonraki nesli başarılı olmaları konusunda hatta bazen çok ileriye gidebilecek dikte yöntemleri uyguluyorlar. Resmen sonraki neslin üzerine abanıyorlar. Kendilerinin isteyip de başaramadıklarını, oğulların başarmaları yönünde ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Aşağılama, hoşgörüsüzlük, bir çeşit afrodizyak etkisi gösteren aşırı doz ilgi -kişiye aynı doz eroin verseniz, herhalde cehenneme tek kişilik damardan yolculuk bileti kazanır, ya da cennete- ağır dayatmalar, şahsın şahsiyetine uyumsuz şahsi beklentiler, bunun yanında aşırı aynı dozda koruma… Basınçtan kastım işte bu. Fiziksel bir şey değil, alabildiğine psikolojik.

Ve böylece oğulların da sınıf atlamak konusunda kafayı çizdikleri yeni bir dönem başlamış oluyor. Sınıf atlayanlar başarılı oluyor, geride kalanlar kaseti baştan sarıyor. Ortaya çıkan bireyse, kafasal sürekli ilerleme takıntısıyla başarıyı kucaklasa bile, doyumsuzluk hissiyle kendiyle yarışıyor.

20. yy. sanatlarının alayı bu dönüşümden doğrudan ya da dolaylı olarak bahseder. Picasso zamandan intikam almaya çalışırken, çizdiği resimler neden bir çocuğun elinden çıkmış gibi dersiniz? Özellikle edebiyatçılar, yarattıkları kahramanların rezilliklerini bağıra çağıra haykırmazlar mı, salya sümük ağlatırken onları, aslında ağlayan kendileri midir yoksa kendileriyle birlikte ağlayan koca bir nesil mi. Ya da Dostoyevski, Raskolnikovuna ev sahibesi kadını öldürtüp neden sonra adaletin adaletli ellerine teslim etmiştir sizce.. Süperego ve id arasında dengesiz bir egonun histerik hikayesi..Sartre anmaya bile gerek yok sanırım. Ya sinema ve onları izleyenler. Artık modern korku insanlığı korkutmuyor. Onun yerine izleyeni koltuğuna çivileyecek postmodern insan uzvu kesimi dalgası.Yeni dalgaya ne oldu ki. TESTERE kaç yüz bin kişi tarafından izlendi. Polisiye edebiyat ve onun seri katilleri peynir ekmek gibi satılmıyor mu? Sizce insanlık aşırı gelişmiş vicdan kisvesiyle kendine meşru doyumlar mı yaratıyor. Meşru kelimesinin altını çizeyim. Meşru olmazsa zaten vicdan azabından hali nice olur sonra

Sabahtan beri anlatmaya çalıştığım dinamik şu;

ÇOK FAZLA SÜPEREGO iÇSELLEŞTiRiYORUZ

Bu da bizi hasta ediyor. Obsesif, komplesif, depresif. Modern dünyanın her köşesini döndüğünüz sokaklarının ..izm tabelaları, postmodernin...sif tabelalarına dönüşürken, arada nevrotikleşiyoruz.

Nevroza, kapitalist örgütlenme biçiminin tıkandığı başka bir nokta mı demek lazım yoksa. Bir tür yapmama ya da yapamama hali. Gencin kendine güven kazanımının, ebeveynin aşırı doz eroini sayesinde sekteye uğraması. Deneyim ve sorunlarla baş etmek yerine tüm bunların aileye bırakılması. Özellikle anne, yeni dünyanın dokunulmaz tanrısı (tanrıça değil) bu görev için biçilmiş kaftan...

Şuç kapitalizmde mi yoksa annelerde mi?

Ve karşınızda daha ergen olan 30 yaşındaki yetişkin. Hayatını idame ettirmesi, ekonomik yönden değil ruhsal yönden zor gibi görünüyor. Ekonomik yönden değil dedim çünkü bu defa baba her şeyi düşünmüş.

Yada şuçlu olan babadır?

Ve hayat yap-bozunun eksik parçaları; para, eş, soysal statü, 2.yeni ev, fetişizm derecesinde marka tutkunluğu, çocuklar ile doldurulur, ki toplumumuz kişi kişi, birey birey kendini kotarsın. Kapitalist açgözlülük bu cümlenin tam ortası.

Ekonominin de işine geliyor hani. Bireyler eksiklik abidesi, aynı zamanda para ödeyip kendini tamamlamaya proglamlamış..işin sonu Orwelsal anti ütopyaya gidiyor,biraz da paranoya sezdim burada kesiyorum.

Ahlaksızca özgürlük istiyoruz, bağımlılığımızın kendimiz olduğunu bilmeden

Az miktarda özgüvenimiz,bir şeyler yapma enerjimiz, bununla birlikte fazla miktarda ahlak irinimiz, vicdan parçalarımız var. Gittikçe tanrısızlaşıyoruz, tanrıya ihtiyaç duymuyoruz çünkü. içimizde zaten yeterince varken gökteki daha soyut olanı ne yapalım ki.

Nietzschenin bahsettiği bu muydu acaba.

Ortaçağın cesur süvarileri nerde, şimdinin nevrotik...

DANTE NiYE Mi DOSTOYEVSKi OLUR!