bugün

frost nixon

Film, kimler arasında geçtiğini anlamadığımız telefon görüşmelerinin sesiyle başlıyor ve ortada bir sorun olduğunu anlamamız sağlanıyor. Ayrıca daha sonrasında filmin düğüm bölümünde bir kez daha ortaya çıkacak olan ve çözüm bölümünde olayların kaderini belirleyecek Colson ismine dikkat çekiliyor. Watergate sürecinden bahsedildikten sonra ise Richard Nixon ile beraber filmin diğer ana karakteri David Frost seyirciye tanıtılıyor ve bu ikilinin film içerisinde karşı karşıya geleceği Frost'un canlı yayında Nixon'ın Beyaz Saray'dan ayrılmasını izlemesiyle seyirciye hissettiriliyor ve olaylar olgunlaşmaya başlıyor. David Frost herkes tarafından bilinen ve izlenen, birkaç farklı ülkede talk show yapan ünlü bir sunucudur. Frost, Nixon'ın canlı yayınla verilen Beyaz Saray'dan ayrılışının 400 milyon kişi tarafından izlenmesi ve daha sonrasında Nixon'ın yerine gelen yeni başkan tarafından Nixon'ın affedilmesinin ülke çapında geniş kitlelerce olumsuz karşılanmasının ardından bunu bir fırsata çevirme kararını çoktan vermiştir. Filmin bundan sonraki bölümünde ise göze keskin bir şekilde çarpan ilk ayrıntı medya-iktidar ilişkisi oluyor. Her iki tarafında para karşılığı bu söyleşiyi kabul etmesi, medya-iktidar ilişkisinin sadece böyle olağandışı durumlarda değil normal zamanlarda da bu kadar kirli olabileceğini gösteriyor. Nixon, bu söyleşi karşılığında hem kendini temize çıkaracağını düşünüyor hem de üstüne para kazandıracak bir hamle yapıyor. Frost ise bu söyleşiyle birlikte hiç yapılmayanı yapmayı ve zaten var olan ününü daha da arttırmayı hedefliyor. Frost, yapımcısı John Birt ve uçakta tanıştığı daha sonrasında da kız arkadaşı olacak olan Caroline Cushing ile birlikte Nixon'a ilk ziyaretini gerçekleştiriyor. Burada dikkati çeken nokta, filmin sonunda da vurgulanacak bir noktanın ipuçlarını veriyor. Frost ve diğerleri bahçeye girdiklerinde Nixon, evin içinden onları gözlemliyor ve Frost'un ayağındaki ayakkabıları ve arabadan çıplak ayaklarla inen ve üzerinde dekolte bir kıyafet olan Cushing'i dikkatle inceleyerek şaşıran bir ifadeye bürünüyor. Ön görüşme diyebileceğimiz ilk görüşme bittikten sonra da Nixon, sağ kolu olarak adlandırdığı Jack Brennan'a Frost'un ayakkabılarını soruyor ve karşılığında Jack'ten o tür italyan stili bağcıksız ayakkabıların çok feminen durduğunu, bu yüzden de bir erkeğe yakışmadığı cevabını alıyor. Dolayısıyla yönetmen burada belki de filmin ana fikrinianlamamızı ve açıklamamızı sağlayacak olan ayakkabı metaforunu kullanmaya başlıyor. Frost ise bu sırada yayıncı kuruluşlarla görüşmeler yapıyor ve hepsinden ret cevabı aldıktan sonra sadece bir program için kendi yayın kuruluşunu kurmaya karar veriyor ki yönetmen Frost'un elindeki puroya yakın çekim yaparak aslında Frost'un da Nixon kadar güçlü olduğunu hissettiriyor. Çünkü biliyoruz ki elinde puroyla dolaşan ve sürekli puro içen bir adam, gerek ekonomik gerek sınıfsal olarak üst tabakaya ait bir insandır. Filmin bir diğer kopma noktası ise Frost'un yapımcısı ve yeni danışmanlarıyla yaptığı toplantı sırasında gerçekleşmektedir. Frost, bu toplantıda hakkında yapılan olumsuz yorumları öğrenir ve önceden yalnızca ününü arttırmak için kullanacağı bu söyleşiyi artık bir talk show sunucusunun da siyasi bir söyleşide başarılı olabileceğini kanıtlamak amacıyla kafasında kurgulamaya başlar. Söyleşilerin birinci gününde sırasıyla Frost'un ve Nixon'ın söyleşiye giderken ki hazırlıklarını görürüz ve burada göze en çok çarpan Frost'un sevgilisiyle Nixon'ın ise karısıyla vedalaştığı andır. Frost, sevgilisiyle çok samimi bir şekilde vedalaşır. Nixon tam tersine karısıyla vedalaşırken bir o kadar soğuktur ki burada karısı da Nixon'a ürkekçe yaklaşır. Yine filmin final sahnesinde bu ayrıntılara dair yönetmenin hazırlık yaptığı ve seyircinin dikkatini çektiğini görürüz. Çünkü Frost ve Nixon'ın ilk tanışma sahnesinde de Cushing, Frost ile birlikteyken Nixon'ın karısı bahçededir ve bu durum kısa bir süre için Cushing'in dikkatini çekmiştir. ilk söyleşiye başlamadan önce Frost ve Nixon arasındaki diyalog dikkat çekmektedir zira Nixon sürekli olarak Frost'a onu daha da gergin bir havaya sokmaya yönelik söylemlerde bulunur. Bu söyleşi için ne kadar para harcadığını ve yine yeniden Frost'un giydiği ayakkabıları işaret ederek o ayakkabıları çok kadınsı bulmuyor musun şeklinde sorular sorar. Frost'un hayır cevabının üzerine ise Nixon, Frost'un yaşadığı hayata vurgu yaparak bunun normal olduğunu söyler ve yönetmen artık iyiden iyiye ayakkabı metaforu üzerinden Nixon ve Frost arasındaki yaşam farklarını seyirciye hissettirmeye başlar. ilk gün söyleşisinde istediğini alan taraf Nixon olur. Nixon, sorulan kritik sorulara anılarını anlatarak, benzetmeler yaparak cevap verir ve elinden geldiğince uzun konuşarak süreyi doldurmaya çalışır. Bu sahnede ilk aklıma gelen Recep Tayyip Erdoğan'ın Beyaz Tv'de katıldığı söyleşi oldu. Tıpkı burada Nixon'ın yaptığı gibi sorulan soruya anılarından özellikle de ailesinden bahsederek cevap veren Erdoğan, yoğunluktan dolayı kızıyla görüşemediği, bu yüzden kızının ona dargın olduğu gibi ayrıntılara girerek bir nevi duygu sömürüsü yöntemini kullanmıştı ki tıpkı Nixon'ın burada yaptığı gibi. Sonuç olarak ilk gün söyleşisinde Nixon'ın aslında aleyhine olan soruları bu şekilde lehine çevirdiğini görmekteyiz. Söyleşilerin ikinci gününde kayda girmeden önce Nixon yine aynı taktiği uygulayarak Frost'un dikkatini dağıtacak birkaç söylemde bulunuyor ki bunlardan en önemlisi Frost'a kayda girmeden hemen önce yönelttiği soru oluyor. Cushing'i gören Nixon bir süre durduktan sonra Frost'a "Hiç evlilik dışı ilişki yaşadın mı ?" sorusunu soruyor. Aslında burada Nixon'ın artık Frost'u sadece gerginleştirmeye yönelik değil filmin sonlarına doğru açığa çıkacak olan istediği hayatı yaşayamamasından ve bu tür şeyleri merak etmesinden dolayı Frost'a bu tür bir soru yönelttiğini anlamış olacağız. ikinci günde de Frost'un sorularına aynı taktikleri izleyerek cevap veren Nixon, bu günün sonunda da yine kazanan taraf oluyor. Söyleşilerin üçüncü günündeyse Frost, ekibiyle belki de en hararetli tartışmasını yaşıyor çünkü kayıtlar sonunda ekipten iki kişinin Nixon'a yeniden başkanlığa aday olması halinde oy vermeyi düşündüğünü öğreniyor ve Nixon'ı insanlara karşı iyi ve masum gösterdiği için ekibi tarafından adeta eleştiri yağmuruna tutuluyor. Gün sonundaysa yönetmen bizlere yeniden Frost ve Nixon'ın farklı yaşam tarzlarını gösteriyor. Frost, birçok ünlünün de katıldığı bir partide doğum gününü kutlarken, Nixon, evinde sessiz sakin bir şekilde her zaman yanında bulunan kişilere sadece piyano çalarak vakit geçiriyor. Filmin belki de en önemli sahnelerinden biri de gecenin bir yarısı Nixon'ın Frost'u aradığı sahne. Yönetmenin önceki sahnelerde hissettirmeye başladığı Nixon'ın Frost'a kıyasla istediği hayatı yaşayamaması durumu bu sahneyle beraber Nixon'ın ağzından tek tek dökülmeye başlıyor. Öncelikle Frost'un cuma gecesini yalnız geçirip geçirmediğini öğrenerek söze başlayan Nixon, daha sonrasında insanların kendisini hor görmesini, bu yüzden bugüne kadar olumlu olumsuz yaptığı her şeyi o insanların kendisine saygı duymasını istediği için yaptığını içeren bir tirat atıyor. Ve çözüm bölümü yani söyleşilerin son günü. Frost, son güne çok hazırlıklı bir biçimde gelmiştir ve filmin başında adı geçen Colson ile olan görüşmelerini ele geçirerek Nixon'ı hiç beklemediği bir yerden vurup avlamayı başarmıştır. Nixon'ın gardının düştüğü an ise aslında filmin başlığı niteliğindeki şu cümledir: "Bir başkan yaparsa yasadışı olmaz." Bu cümle sonrasında mücadeleyi kaybettiğini anlayan Nixon, daha sonrasında içindeki vicdan duygusuna yenik düşer ve her şeyi açıkça anlatmaya başlar. Bu sırada kameranın Nixon'ı yakın çekimden göstermesi onun ne kadar yorulduğunu, yaşlandığını göstermekle birlikte kendisinin de söylediği gibi politik yaşamının bittiğini gösterir seyircilere ki hemen devamında James Reston'ın söylediği "Yakın çekimin indirgeyici gücüne şahit olduğum an Nixon'ın kaybettiğini anladığım andı. Araştırmacı gazetecilerin, savcıların, adalet komisyonu üyelerinin, siyasi rakiplerinin yapamadığını Frost yaptı." cümlesi bütün bunları destekler niteliktedir. Ayrıca Reston'ın söylediği bu cümle aynı zamanda medyanın dördüncü kuvvet olarak kullanıldığında ne kadar etkili olabileceğini de gözler önüne seriyor. Yönetmenin bütün film boyunca hissettirdiği Nixon'ın bir şeyleri yaşayamama durumundan dolayı kendisini kötü hissettiğini anlatan sahnelerin sonuncusu ise filmin son sahnesinde kendisine yer buluyor. Frost'a içerisinde bulunduğu partilerden ve eğlencelerden gerçekten memnun olup olmadığını soran Nixon, onun ne kadar şanslı bir insan olduğunu, kendisinin hiçbir zaman böyle insanlarla böyle ortamlarda bulunamadığını ifade ederek bütün film boyunca kendisiyle Frost'u karşılaştırdığını açıkça gözler önüne seriyor.
Daha önce de belirttiğim gibi filmin en önemli metaforu olarak gördüğüm ayakkabı metaforunu filmin son sahnesinde yönetmen çok çarpıcı bir şekilde kullanıyor. Frost, film boyunca bahsi geçen ayakkabılardan bir çift Nixon'a hediye ediyor ve son sahnede Nixon, ayakkabıları önüne koyup onlara bakarken ekran yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Aslında o ayakkabılar Nixon'ın hayatı boyunca istediği şekilde yaşayamadığını, hor görüldüğünü, insanlar tarafından sevilmediğini ve bunun gibi daha birçok insani duygudan uzak yaşadığını anlatıyor izleyiciye. Ve son olarak kişisel çıkarımım ya da benzetmem diyebilirim, bir örnek daha vererek yazıyı sonlandırmak istiyorum. Yukarıda bir Recep Tayyip Erdoğan örneği ve benzetmesi yapmıştım. O durum sadece tek bir sahne için geçerliydi ancak şimdi yazacağım durumu aslında filmin geneline daha doğrusu Nixon'ın içinde bulunduğu ruh durumuna denk sayabiliriz diye düşünüyorum. Kendisinden hiç hazzetmesem de ve görüşlerini savunmasam da Yılmaz Özdil'in Abbas Güçlü ile Genç Bakış'a katıldığı bir program vardır. Bu programda Yılmaz Özdil, az önce de söylediğim gibi aslında bu filmin geneline uyum sağlayan ve Nixon'ın neden bu kadar kötü bir insan olduğunu neden onun yüzünden bu kadar insan öldüğünü, her zaman sevgiye ve saygıya aç bir kişilik olduğunu özetler nitelikte bir konuşması vardır. Özdil der ki: "Dağıtmadan toparlayamazsınız ve bunu ancak şimdi yapabilirsiniz. Erik çalın, raylarda koşun. Çünkü en vahim gençlik hatası gençliğini yaşamamaktır. Bugün Türkiye'yi yönettiği iddia edilen insanların dramı gençliklerini yaşayamamış olmalarıdır. Gençlik sadece nüfus kağıdında gün atması değildir. Belki erkek arkadaşının elini tutmaktır belki onun senin yanağından bir öpücük almasıdır. Belki bir tatile gitmenizdir belki de polise taş atmaktır. Polise taş atın manasında söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Gitar çalın. Çalmayanlar size kızıyor. Gençliğinizi yaşayın. Bizi ancak siz kurtarabilirsiniz. Bütün bunları eleştirmeden hatta tam tersine üzülerek söylüyorum. Tayyip Erdoğan bir tane bira içseydi, bugün Türkiye çok daha iyi bir yer olurdu. Bunu alkol manasında söylemiyorum ama bir tane bira içen adamın dinsiz olmadığını görürdü ya da bir bira içtiğin zaman hayata başka pencereden bakmadığını görürdü. Gençliğinizi doya doya yaşayın ki ileride gençliğini yaşayamamış insanların durumuna düşmeyin."