bugün

pavyon

ilk ve son defa gittiğimde aklımda aşağıdaki anıları yer eden mekandır.

Zaman en hızlı zamanlarımız, saçlar kısa ve briyantinli, deri mont, motor, gün içerisinde iki üç defa kıyafet değiştirip alemlere aktığım, mart kedisi gibi aktif, ebabil kuşu gibi sürekli hareket halinde, camgöz köpek balığı gibi hareket eden her şeye ilgimin olduğu zamanlarım. Bakmayın şimdi köşe yastığı gibi takıldığıma, beni bir yerlere davet edenlere mazeret uydurup yatay polarizasyonda yayın yapmak yerine şehirler arası organizasyonlara gezegenin en seksi erkeği olarak imzamı çakmaktayım o dönemler. Ankara’da ikamet eden ve fena halde ilgimi çeken, gün içerisinde sürekli mail, msn, özel mesajlar ve telefon ile sürekli sohbet halinde olduğumuz esmer güzeli, benimle aynı müziği dinlemenin haricinde bu müziği icra eden bir ablamızın hasretine daha fazla dayanamayıp Ankara’da bir imza günü gerekliliğini hissettiğim anda Ankara ili ve civar illerde oturan diğer tüm tanıdıklara “Geliyorum ulenn” duyurusunu yapıp düştüm yollara. isim isim notlar alıp kiminle hangi gün takılacağımı planladıktan sonra görüşmelere başladım. Gündüzleri kafelerde akşamları barlarda sürekli alkol halinde ne kadar tanıdık insan varsa sürekli toplantı halindeyiz. Yaz kızım, ikiyüz kilo çimento iki kamyon çakıl.. Yalnız, beni tanıyanlar bilirler. Arkadaş çevremde zır cahilden master yapmışa kadar, ateistinden işi garantiye alıp iki üç dine birden inananlara kadar her çeşit insan var. Bu farklı arkadaşlardan birisi ben bir bar taburesi üzerinde takılırken beni arayıp “Geyik heykelinin oraya gel seni alıcaz” demesi ile farklı insanların dünyasına doğru yola çıktım.

Bu arkadaşlar da ben gibi nerede akşam orada sabah takılan ama benden farklı olarak takıldıkları yerde bi şeye takarlarsa onlara da takan arkadaşlardı. Ben şahsen sevimli bir serseriyim, kavga gürültü ile işim olmaz. Doğal olarak bir rock bar yerine rakı içilen bir ocak başında toplantıya başladık bu arkadaşlarla. Herkes rakısını içiyor eskileri yad ediyorlar. Onlar bir yandan “Aga o çatışmada hani sen vurulduğunda ben seni taşımıştım da sonra ben o ibneyi vurmuş muydım?” “Bilmem nereyi bastığımız gün zaten ben o ipneye ayar olmuştum” gibi Dadaloğlu anılarını paylaşırken ben bir köşede beni arayan valideye telefonda “Ya anne tamam, gelicem.. Bilmiyorum gelirim bi kaç güne ya da haftaya.. Tamam valide.. Hmm.. Oluuurrr” diyorum. O derece ayrı dünyaların insanlarıyız.
Bu arkadaşlar rakıyı içip coştukça anılar depreşiyor bir diğer yandan “Abimiz neler yapar?” diye bana sorup, uzattıkları bardakları benimkiyle tokuşturuyorlar. Alkolün etkisi ile tavan yapan testosteronlar “OoooOOo, abimiz istanbul’dan gelmiş. Bir pavyona götürmeden ciiinnnnaaah bırakmayız” bahanesi ile taksilere doluştuk. Pavyon dedikleri yer ne menem bir yerdir bilmem, ahir ömrümde tabelasını bile görmüşlüğüm yok ama tahminim Ankara’daki pavyonların sürekli misket havası ile insanların oynaştığı hoş bir yer olmalıydı. Değil miydi yoksa? Değilmiş lan .(
Belediyenin kendi ahırı olsa kendisine ruhsat vermeye utanacağı, metroya gider gibi alt katlara uzun bir merdiven ile inilen bir mekana girdik. içerisi alca karanlık kuşağı, ama her anlamı ile. Lan biriniz ışıkları açsın çayına koim, önümü göremiyorum lan? Daha sonra gözlerim karanlığa alışınca neden yer altının karanlık dünya olduğunu anladım. Ben o kadar tek tip adamı askerde görmedim bilader. Bir müşteri kitlesi düşünün hepsi erkek, hepsi ucuz takım elbiseli, hepsi kısa boylu esmer ve kafalar yüzde 50 kel. Biz biraz kalabalık bir grup olduğumuz için bize birkaç masayı birleştirdiler hemen, uzun masanın en ortasına “OoOoo abimiz istanbul’dan gelmiş!” diye beni oturttular. Eh boru mu? Onur konuğuyum bu masal ülkesi mekanda .)
Tüm akşam rakı içen arkadaşlar sözleşmiş gibi hep bir ağızdan bira söylediler. Biralar şişe ile geliyor, müşterinin yanında açılıyor ve 35lik bardağa dolduruluyor. Gözleri bir şahin gibi masada olan garsonlar o 35lik bardak bitince hemen yeni bir şişe açıp bardağı dolduruyorlar ama şişede kalan birayı soran yok, onu hemen iç edip yok ediyorlar. Normalde bu haksızlık yan masada olsa müdahil olurum ama artık bir şeye karışmak istemiyorum, demek racon böyleyse?
Eh, ağabeyleri istanbul’lardan gelir de abimize bir kadın ısmarlanmaz mı? OoooOO abimize abimize diye işaret edip yarı insan yarı pokemon, (kısaca anlatmak gerekirse) “1.50” boyunda bir pigmeyi düğünde damada takılan 20 lira gibi yakama iliştirdiler. Bayana bir bira dediklerinde bir daha baktım, bayan mı lan o? Sanırım olabilir, o sarhoş kafayla o karanlıkta bile kadına benzetemediğim yaşam formu sürekli benimle konuşmaya çalışıyor ama şivesi de bir tuhaf
+senin bir derdin var
-yooo
+var var, anlat bana
-ablacım bak şimdi, zaten yüksek sesli müzik var, beni duyamazsın. Bir derdim yok, olsa bile neden sana anlatayım? Otur işte dalgana bak, biranı iç paranı kazan bana elleşme
+dışarı çıkalım mı seninle? Biraz hava alırız biraz yalnız kalırız hem de konuşuruz
(Allaam kadın kafayı taktı konuşacak!!)
-muhtemelen sen ömür boyu yalnız kalacaksın, burada değil de bence buna alışmaya çalış
-nası yani anlamadım?

Masadaki arkadaşlar memnuniyetsizliğimi görünce diğer yanımda oturan kendi arkadaşlarını kaldırıp diğer yanıma da bira söyler gibi bir kadın daha istediler. “OooOoo abimiz istanbul’dan gelmiş bi grup yaptırmadan gönderir miyiz?” der gibi sanki. Tahmin edebileceğiniz üzere müşterileri gibi çalışanlar da tek tip. Aynı modelden bir fotokopi de diğer yanıma oturdu. Kaldım mı kaknemlerin arasında? Masadaki kadınlar horhor çeşmesine denk gelmiş yarış atı gibi sürekli bira içiyorlar. Daha doğrusu içtiklerini zannediyordum. Bardakların temizlğinden emin olamadığım için şişeden bira içtiğimden yanılıp yanımdaki amipin şişesini diklediğimde ağzıma gelen vişne suyunu masaya püskürttüğümde anladım içtiklerinin bira olmadığını. Artık iyice sıkılmaya başlamıştım, hayallerimdeki eğlence ortamı yerine sahnede sürekli “oyyy babam öldüüü, anam amcama verdi karım beni terk etti öllem öllem ben öllem gardaşşşş” tarzında türküler söylenmekte. Hayır zaten bunu da hiç anlamam. Bir insan dertlenmek için neden gidip buralarda müzik dinler de para verir? Para eğlenceye verilir, çok meraklıysan ağlamaya aç haberleri seyret hem zihnin açılır hem de memleket hakkında bir iki bilgin olur gündeme dair.
Sıkılmam yerini asabiyete bırakmaya başladığı dakikalarda suratım mahkeme duvarından öte adliye sarayı gibi olmaya başladığında sahneye o çıktı. Ohha, bu bildiğin güzel lan? Eh akşam beri tavada üç kere unutulup kızartılmış patates formundaki insanların arasında primat koysan göze güzel görünür elbet ama bu bildiğin deniz kızı gibi bişi? Upuzun sapsarı saçları, uzun boynu ve beyaz teni ile sahnede şarkılarını söylüyordu. Arada göz göze geliyorduk ama ben pavyonda sanatçıyı taciz eden sarhoş adam gibi görünmek istemediğimden hemen kafamı çevirip başımı öne eğiyordum. Zannımca sahnedeki ablamız da benim bu hareketimi gamdan kederden sanmış olacak ki mikrofonu ile yanıma gelip “Neeemmmrudunnnn kıızzıııı, yaaannndır dııı biiziiii” diye söylemeye devam ederken göz göze geldiğimizde gözleri dolmaya başladı. Belli ki beni aşırı duygusal bişi zannetti o da aynı moda girdi kendince. Bu arada masadakiler beni daha da memnun etmek için “OooOooo istanbul’dan abimiz gelmiş” diyip nereme sokacaksam bana üçüncü pokemonun siparişini verdiler. Çarlinin meleklerini üç çarli ile çekmekteyiz. Bir yandan da garsonlara sürekli banknot bozdurup kafayı yemiş atm gibi sahneye sürekli para saçıyoruz. Sanatçı sarışın sahnesini bitirip gittikten on dakika sonra garson kulağıma eğilip “Abi, sahnedeki bayan sanatçımız sizi çok beğenmiş. Çok asil çok ağır başlı efendi bir delikanlıymışsınız, iş çıkışında kendisini almanızı istedi” dediği anda cümlesini bitirir bitirmez kahkahayı basıp garsona “Canım kardeşim, ben şu anda göründüğü gibi sessiz sakin birisi değilim, bildiğin zıpırım la” dedim ama o gürültüde beni anladığını zannetmiyorum. Sabaha karşı hava aydınlanmaya doğru tüm zombilerin yaptığı gibi oradaki insanlar da artık izbelerine çekileceğinden masaya hesap geldi. Oturduğumuz dakikadan beri masadaki konslara şampanya fiyatına vişne suyu ısmarlayan, sahneye nerden baksan bi kaç bin lira para saçan onlar değilmiş gibi “hesapta 50 lira fazla var, bizimi gondikliyonuz hulean” tartışması başladı. Hayır, o kafa ile bir elinde on beş parmak görüyorsun o hesabı kafadan nasıl yaptın mübarek? Ortam bir anda teksas barına döndü, beş dakkada değişir bütün işler..
Arkadaşlar bir dahaki rakı masasında “Aga o pavyonda ben yerdeki adamı tekmelerken hani senin kafana şişeyle vuran ipne var ya ben onu geçen şeyde gördüm, şeyde ya hmm..” hikayelerine yeni senaryolar eklerken ben sandalyemden hiç kalkmadan bir sigara daha yakıp biramı içerek bu teksas filmini canlı izlemeye başladım. Gençler enerjilerini boşalttıktan sonra “Siz büyüklerisiniz elinizi öpsünler özür dilesinler barışın” elçileri araya girince hesaptan 50 lira düşülerek hesap ödendi. O sahnedeki kadın saat kaçta ne zaman çıktı mekandan hiç haberim bile olmadı. Zaten onun nazarında ben asil, sessiz, çatık kaşlı sert suratlı yağız bir Anadolu delikanlısı efsanesiydim. Hiç bozmak istemedim bu hayalini. Taksilere binildi evlere gidildi akşama kadar yatıldı.
Şimdi siz bütün bu hikayede muhtemelen o müzisyen esmer ablamız ile ne yaptığımı merak ediyorsunuz. Biliyorum içinizde bazı kıl kuyruklar “ O kadar merak etmiyorum ki sus sus” diyor ama olsun söyleyeyim. “Canım, kuğulu parka gel seni oradan alacam” telefonunun ardından parkta buluşup arabasına bindim. Bana bizimle beraber gelebilecek bir arkadaşım daha olup olmadığını sordu. Ben de “Tanıdığım bir siyam ikizi var burada, istersen onu çağırayım hem ben gittikten sonra üçüncü sıkıntısı çekmezsin” dediğimde gözleri parlayıp “Tamam, arasana” dediğinde o telefonda saatler boyu geyik sardığımı zannettiğim bebenin aslında geyikten değil gerçekten saf olduğunu anlayınca Esra Erol tadında bir çay içip arkadaşlarımın yanına döndüm. Zeka önemli azizim, zeka önemli .)