bugün

başkanlık sistemi

yine, yeni, yeniden gündeme getirilen saçmalık. saçmalık dememin sebebini anlatacağım.

zamanında şunu yazmışım: (bkz: #24702043) orada şöyle bir harita linki vermişim: http://en.wikipedia.org/w...e:Forms_of_government.svg

şimdi hazır gündem tekrar buna gelmişken biraz daha detaylandırayım anlatmak istediklerimi. haritaya bir daha bakın. ne dikkatinizi çekti? eğer dikkatle bakarsanız avrupada ağırlıklı olan rengin turuncu ve kırmızı olduğunu ve doğu avrupada da sarı renklerin çoğaldığını göreceksiniz. dikkatinizi çekmesi gereken ilk şey de bu zaten. burada turuncu; seremonik cumhurbaşkanlı parlamenter sistemi, kırmızı da monarklı parlamenter sistemi temsil ediyor. aralarında çok büyük farklılık olmadığını (neticede bu ülkelerde cumhurbaşkanı da monark da oldukça seremonik bir işleve sahip başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerine göre) göz önünde bulundurarak turuncuları da kırmızı yaparsak eğer göreceksiniz ki avrupanın çok büyük kısmı kırmızı renge boyanmış olacak. fransa ve portekiz ile doğu avrupada ukrayna ve romanya hariç.

başkanlık sistemi ise amerika kıtasının büyük çoğunluğuna, afrikanın çoğunluğuna hakim ve dikkatinizi çekmişse eski sovyet ülkeleri olan türk cumhuriyetleri de bu sistemde bulunuyorlar.

şimdi buradan ne çıkarmak gerekir?

oturmuş bir demokrasisi olan ülkelerin neredeyse tamamı (avrupa ülkeleri, avustralya, hindistan, japonya...) parlamenter sistemle ya da yarı başkanlık sistemiyle yönetiliyorlar. buna en önemli istisna abd ve hatta neredeyse tek istisna olduğu da ileri sürülebilir. güney amerika ülkeleri ise genelde yönetici askeri darbelerle boğuşmuş olan ülkeler olduklarından onları biraz farklı kategorilendirmenin gerekliliği açıktır diye düşünüyorum.

peki ya türkiye? türkiye nereye ait?

taa 17.yyda başlayan modernleşme süreciyle birlikte türkiye her zaman kendisine avrupayı örnek almıştı. bu bakımdan bizde parlamenter sistemin geçmişi demokrasinin geçmişinden çok daha köklü ve uzundur. kaldı ki taa o dönemlerde namık kemalin de belirttiği gibi danışarak (meşveret ile) yönetim, kuran'ın da öngördüğü ve osmanlının devlet yönetim şekline uygun bir sistemdi. zaten osmanlı'nın mutlak monarşi ile yönetildiği dönemlerde bile danışma amaçlı olarak ülkenin ileri gelen ulemasının, bürokratlarının bir araya geleceği meclisler kurulur; bunların fikirleri alınırdı. keza 3. selim de iş başına gelir gelmez böyle bir meclis toplamış, hiç kimsenin ifade edeceği düşüncelerinden dolayı suçlanmayacağının garantisini vererek ülkenin ileri gelenlerinden devlet-i ali'nin gerilemesinin sebeplerini ve buna karşı alınacak tedbirleri önermelerini istemişti. bunun sonucunda da 3. selim reformları başlatılmıştı.

ancak parlamenter sistemin türkiyede popülerlik kazanması özellikle tanzimat (1839) sonrasında gerçekleşti. meiji döneminde anayasal parlamenter monarşiye adımını atan japonyanın rusyayı yenmesi ve çok başarılı bir modernleşme süreci geçirmesi de osmanlı aydınlarına bir yandan ilham verirken bir yandan da meclisi askıya almış olan abdülhamide karşı öfkeyi hararetlendirdi. neticede osmanlı devleti tekrar parlamenter sisteme (hem de bu sefer gerçekten sağlam bir parlamentoya) kavuşmuştu. cumhuriyetin kuruluşunda da bu gelenek bozulmadı.

kısacası parlamenter sistemin bizde oldukça uzun ve nispeten başarılı bir geçmişi var. gerçekten de türkiye tarihine baktığımızda ülkenin en önemli siyasal sorunlarını bir köşeye sıralasak, zannetmiyorum ki bu sorunların bir kaç tanesini bile doğrudan parlamenter sisteme bağlamak mümkün olsun. öte yandan dünyadaki trende baktığımızda da her ne kadar parlamentarizm ile yarı başkanlık sistemleri arasında gidiş gelişler varsa bile parlamentarizmden ciddi bir kopuş olduğunu söylemek pek mümkün değil. hele hele başkanlık sistemine geçişin yoğunlaştığını iddia etmek akıl karı bile değil.

o halde neden kaynaklanıyor bu başkanlık sistemi hayalleri?

aslında yeni değil bu tartışmalar. menderesten beridir özal ve çiller dahil, demirel dahil pek çok lider bu sisteme geçişi savunmuşlardı. başkanlık sisteminin avantajları ve ciddi dezavantajları var. örneğin abdde güçlü bir başkan ile ona uyumlu çalışan bir meclis (hem senato hem de temsilciler meclisi) bir araya geldiklerinde oldukça güçlü bir yönetim kuruluyor ve etkinlik artıyor. hızlı bir yönetim gerçekleşebiliyor. bununla birlikte meclisin başkanla uyuşmaması durumunda (şu an olduğu gibi) yönetim kilitleniyor (bkz: government gridlock) ve bu durumda çok başlılık hissediliyor.

abd ile ilgili akılda tutulması gereken başka bir şey ise iron triangle denilen durum. abdde şirketlerin, bürokratların ve siyasetçilerin birbirleriyle çok çetrefilli ve iç içe geçmiş bir ilişkisi bulunuyor. işte buna demir üçgen deniliyor. bu durum da abdnin demokrasisini sorgulatır hale getiriyor. çünkü halkın istek ve görüşleri, önemini ciddi ölçüde kaybediyor. ancak bu durum aynı zamanda da ciddi bir check and balance sistemi oluşturuyor.

tayyip erdoğanın başkanlık sistemi hayalleri ise abd'dekinden çok daha farklı sebeplere dayanıyormuş gibi görünüyor. http://www.sabah.com.tr/y...zdaki-prangalarla-duralim şuradan kendi fikirlerine ulaşabilirsiniz.

anlaşıldığı üzere erdoğan başkanlık sistemini:
-daha hızlı ve işler bir yönetim kurulması için
-çok başlılığı ortadan kaldırması için
-başkan olacak kişinin (yani ilk etapta kendisinin) yetkilerinin ve gücünün artırılması için
-cumhurbaşkanı ile hükümet anlaşmazlıklarını çözmesi için istiyor en çok. muhakkak belirtmediği başka sebepler de olabilir.

ancak ifadelerinde bilerek veya bilmeden yaptığı hata şu ki gelişmiş demokrasilerde başkanlık sistemi o kadar da revaçta değil. ingiltere konusunda da erdoğan aynı hatayı yaptı. "“Bana göre ingiltere bile bir yarı başkanlıktır, hakim olan unsur orada kraliçedir” diyerek cehaletini mi gözler önüne serdi yoksa niyetini kitlelere kabul ettirmek için böyle bir yalana mı başvurdu bilemiyorum. ancak siyasetin s'sinden anlayan birisini buna ikna edemezsiniz. zira ingilterenin parlamenter sistemi, dünyada "westminster modeli" diye tanınan bir modeldir. http://en.wikipedia.org/wiki/Westminster_system

hele hele kraliçenin hakim unsur olduğunu iddia etmek, artık nasıl bir aklın ürünüdür onu tahayyül bile edemiyorum. ingilterede kraliçenin rolü tamamen seremoniktir. ne yasama organına ne yürütme organına ne de yargıya herhangi bir şekilde önayak olabilir, onları direkte edebilir. kraliçe sadece devleti temsil eder varlığıyla. aynısı japonya için de geçerlidir. işin daha da komiği ise, erdoğanın ciddi ciddi ileri bir demokrasi olarak gösterdiği ingilterede kraliçenin hakim unsur olduğunu söylemesidir. çünkü dediği şey doğru olsa, yani hakikaten hakim unsur kraliçe olsa bile, bu durumda halkın seçmediği bir monarkın hakim olduğu sisteme demokrasi değil monarşi denir. işte tam da bu noktada erdoğanın başkanlık sistemiyle ne amaçladığını dışa vurduğunu iddia ediyorum.

evet, erdoğan için ileri demokrasi falan hikaye. göreve geldiği günden bu yana her geçen sene söylemleriyle ve eylemleriyle demokrasiye ve çok sesliliğe tahammülü daha da azalan erdoğan, başkanlık sistemine geçerek yolsuzluklarla ve anayasaya aykırı hareket etmekle, hukuku çiğnemekle suçlanan şahsını ve çevresindekileri kurtarmanın hesaplarını yapıyor. çünkü başkanlık sistemine bir kez geçildiğinde, tayyip erdoğan ülkenin bütün iplerini eline geçirebilecek, muhalefet susturulabilecek, seçimler rahatlıkla manipüle edilebilecek, ordu başkanın emrinde uysallaştırılabilecek ve anayasa anlamsızlaştırılabilecek. böyle bir ülkede değil erdoğanı yolsuzlukla suçlamak, ona ciddi bir eleştiri getirmek bile hiç bir şekilde öngöremeyeceğiniz sonuçlar doğuracaktır. söz gelimi facebookta bir muhabbet sırasında "erdoğan diktatördür" dediğinizde hakkınızda bir dava açılıp birkaç yıl hapis cezası almayacağınızı, hapiste de çeşitli işkencelere maruz kalmayacağınızı bilemezsiniz.

öte yandan başkanlık sistemine geçilmesi, akpliler için bile iyi olmayacaktır. şunu unutmamak lazım ki akpliler bugün bile istedikleri zaman başka partilere yönelebilir, kendi elleriyle iktidara getirdikleri partiyi, yine kendi elleriyle düşürebilirler. ancak başkanlık sistemine geçilirse ve pek çok yetki erdoğanın elinde toplanırsa; bu insanların ülkenin gidişatından rahatsız olmaları ve kararlarını değiştirmeleri durumunda bile yönetimi akpnin elinden alabilme ihtimalleri kuşkuludur.

bu meselenin bir de diğer tarafı var. farz edelim ki akp anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşamadı mecliste ve davutoğlu başbakan, erdoğan da cumhurbaşkanı olarak kaldı. o zaman ne olacak? işte orası tam bir muamma. böyle bir durumda seçilmiş ve siyaseten sorumlu ve yetkili bir başbakan, yine seçilmiş ve siyaseten ne sorumlu ne de yetkili bir cumhurbaşkanının kuklası olmaya devam edebilecek midir? bana çok mümkün görünmüyor. illa ki bir yerden kriz patlak verecektir.

biz bunları şimdiden söylediğimizde karşı taraftan sesler yükseliyor "siz herkesi kendiniz mi sanıyorsunuz? davutoğlu ile erdoğanın arası çok iyi, aralarından su sızmıyor. siz boş hayallere kapılıyorsunuz, göreceksiniz hiç bir sorun çıkmayacak" falan diye. yalnız bu adamlara hatırlatmak gerek, biz gezi eylemleri döneminde cemaat ile akpnin arasının açıldığını, aralarında bir krizin patlak verebileceğini söylediğimizde de siz yine aynı şeyleri söylüyordunuz. "gülen hocaefendi" diyordunuz, yere göğe sığdıramıyordunuz. "buna kargalar bile güler" diyordunuz. şimdi ise etmediğiniz küfür, hakaret kalmadı. yarın bir gün aynı küfürleri davutoğlu için, abdullah gül için, bülent arınç ya da başka insanlar için edebilirsiniz. haberiniz olsun.

velhasıl, bu sistem türkiyeye uygun olduğu için ya da türkiyeyi iyiye götüreceği için değil; başımızdaki yolsuzların açıklarını ve eksikliklerini kapatmaları için, onları kurtarması ve daha iyi günlere götürmesi için ısıtılıp ısıtılıp gündeme getiriliyor. haberiniz olsun. sonra pişman olmayın.