bugün

ateistlerin cevap veremediği sorular

ilkin, 'ateistler'den kimin kastedildiği belirtilmeli.

Kişinin tanıdığı ateistler bir veya birkaç soruya cevap verememişse, bu yetersizlik bireyseldir. Ateist olmaktan değil ateistin olması gerektiği gibi olamamaktan kaynaklanır. Ama bundan yola çıkarak cevap veremeyişi ateizme atfetmek, genelleme yasağını içeren mantık kuralına aykırıdır ve bu genellemeyi yapanın yetersizliğini ortaya koyar.

Kişi ateistim dese bile bu felsefenin gerektirdiği şekilde düşünmeyebilir, davranmayabilir, ya da en azından yanılabilir. ideal insanlarla muhatap olmuyoruz, olamayız. Bir dünya görüşü kusursuz olsa bile her zaman kusurlu kişiler tarafından savunulacaktır.

ikinci olarak, felsefelerin de evrimleştiği (geliştiği) dikkate alınmalı.

Kaldı ki kusursuz dönya görüşü yoktur. En azından ayrıntılara girildiğinde henüz aydınlanmamış sorular ve konular olmuştur, olacaktır. Önemli olan, kusursuz bir dünya görüşüne sahip olmak değil, kusursuzluğa doğru adım adım yürümeyi öngören bir felsefeye sahip olmaktır.

Üçüncü olarak, ateizmin anlamı ve farklı türleri olduğu bilinmeli.

Ateizm, sözcük anlamıyla. tanrısızlık (a-teizm) demektir. Dinsizlik demek değildir. Monoteist (tektanrılı), politeist (çoktanrılı, panteist (evrentanrılı) dinler olduğu gibi ateist din de vardır ve/veya olabilir. Nitekim Zen Budizmi tanrıya gereksinim duymayan bir din olarak görülebilir. Ama bir din değil felsefe olarak da tanımlanabilir. Derinleştirmeyeceğim.

Öte yandan bir 'evrensel ruh'un varlığından yola çıkan bir felsefe (Hegel), idealist bir felsefedir, ama bu 'evrensel ruh'a tanrısal güç ve/veya iktidar atfetmeyebilir.

Bütün bunlara rağmen bu sayfada (ve genellikle) ateizm dendiğinde, diyalektik materyalizm (Marksizm) kastedilmektedir. Oysa bu ikisi çoğunlukla birarada görülse ve aynı kişiler tarafından benimsense bile, birbirine yakın, birdiğeriyle bağdaşır, ama birbirinden farklı şeylerdir.
Dolayısıyla ateizm bir din olarak görülebilir. Çünkü son çözümlemede bilmeye değil, inanmaya dayalıdır. Tanrının varlığını ya da yokluğunu kanıtlama çabası abes, bunua yönelik girişimler de ne kadar ustaca olursa olsun laf cambazlığından ibarettir.

Dördüncü nokta, düşünmenin ve tartışmanın kurallarını bilmek ve uygulamaktır.

Düşünce alışverişinde bulunmak (tartışmak), birtakım kurallar çerçevesinde olur. Bu kurallara uymayı reddeden veya uygulamayan veya uygulayamayanlarla tartışmanın bir anlamı yoktur. Önce kendilerine düşünme ve tartışma kuralları hatırlatılır, anlamaz veya uymazlarsa bunlarla tartışılmaz. Yani konuya girmeden önce ortak bir zemin (mantık kuralları) bulunmalıdır.

Bu aşamada, beşinci nokta gündeme gelir: Bilgi ve inanç arasındaki ayırım.

Düşünmek ve yargılamak, akılcı (mantıksal) eylemlerdir. inanç ise meta-fiziktir. Yani bilginin bittiği yerde inanç başlar. (Fizik / Metafizik). insanlar her çağda her soruyu cevaplandırma özlemi içinde olagelmiştir. Ancak bilgi ve yargı sınırına varıldığında ne yapmalı? Bu noktada kimileri 'bildiğimi bilirim, bilmediğime inanırım' çizgisine yönelir. Sonra da bilmeyip sadece inandıklarını biliyorum sanmaya ve demeye kalkışır.

Bilmediklerine inanmak, kişiye iç rahatlığı, hatta mutluluk verebilir. Ama bu, bireysel bir tercihtir. Kişi bilse de bilmese de neye isterse inanabilir. Yani inanç, iradeye bağlıdır.

Oysa olgular ve bilgi, iradeye bağlı değildir. Bir şeyin varlığının saptanması ve bir düşüncenin doğruluğunun kanıtlanabilmesi için, metafiziğe girmemek gerekir. Başka bir deyişle, tartışmada haklı olabilmek için, akılcı temele dayanan ve dostun düşmanın kabul etmek zorunda olacağı dayanaklar göstermek zorunludur. Bunu yapmayan kendisi söyleyip kendsi dinlemeye müstahaktır.

Akılcı felsefeler yönünden, bu konuyla ilgili bir sorun yoktur. Zaten dünyaya bakışları bu şekildedir. Ama temelini metafiziğe, yani bilinenlerin ötesinde kalan yargılara dayamış olanlar, sık sık mantıktan ayrılır ve dağarcıklarındaki (bilinmeyip sadece inanılan) malzemeyi kullanırlar.

Tabii ki bu, inanca odaklanmış insanların mantıklı düşünemeyecekleri anlamına gelmez. Zihinsel faaliyet, kendiliğinden akılcı çözümler üretmeye, akılcı yargılara varmaya yöneliktir. Ama inançlar, zihinsel faaliyeti köstekleyici etki yapar, aklın önünde bir tür ayak bağıdır.

Nitekim bir inancı (dini) bütünüyle sorgulamayan, onu sadece açıklamaya, geliştirmeye ve yorumlamaya çalışanlar (teologlar) da akılcı yöntemler uygulamak zorundadır. (Bu yüzden en iyi teologların aslında ateist oldukları da söylenir.)

Altıncı olarak, inançların tartışma konusu yapılmamasına özen gösterilmelidir.

Akılcı bir temele dayanmadıkları ve sadece iradeye (ve eğitime / şartlanmaya) dayalı oldukları için inançlar sadece ilan edilebilir. Sen ona inanırsın, ben buna inanırım. (Senin dinin sana benim dinim bana.) Bunları birbirimize açıklayabiliriz. Böylece birbirimizi biraz daha iyi tanımış oluruz. O kadar. Ama bir kişi inancını diğerine kabul ettirmeye çalışırsa, bu iş akılcı yoldan olmaz. Zorla olur, tehditle olur, beyin yıkamayla olur, laf cambazlığıyla ve mantık dışı ve sahte 'kanıt'lar getirerek olur...

Ateizm kavramına dönelim. Kişi açısından, yani bireysel çerçevede, bir veya çok tanrı tanımak veya tanımamak, tanrı dediğine istediği özellikleri atfetmek, tanrısını veya tanrılarını putlaştırmak,... iradeye bağlıdır, serbesttir. Ateist olmanın asıl anlamı ve önemi, bir veya çok tanrının varlığını kabul etmek veya etmemek değildir.

Asıl önemli olan, hayatını yönlendirirken bir tanrıya ihtiyaç duyup duymamaktır.

Birçok kişiden 'dini olmayanın vicdanı da olmaz' yahut 'dini olmayanın ahlakı da olmaz' gibisinden sözler işitiriz. Bu sözler, aslında, söyleyenin içini dışına vuran ifadelerdir. Vicdan, ahlak vs. gibi özellikler çeşitli yollardan ve şekillerde edinilir. Sosyalizasyonun bileşenleridir bunlar. Sen ahlakı din ile birlikte ve din içinde öğrenir ve benimsersin. Bense başka öğretilerden yola çıkıp ahlak ve vıcdan sahibi olurum. Vardığımız konumlar birbirine yakın veya çok farklı olabilir. Hangi ahlakın (etik) hangisine ne zaman, nerede, ne ölçüde ve hangi koşullar çerçevesinde üstün olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Kaldı ki bu doğruluk / üstünlük payları da kalıcı değil, değişkendir. Derinleştirmiyorum.

Son olarak, 'ateistlerin cevap veremediği sorular'a tek tek girmeyeceğimi belirteyim. Bunların çoğu, tartışmayı gerektirmeyecek kadar düzeysiz iddialar. Ciddiye alınabilmek için neyin nasıl ele alınması gerektiğini açıklamaya çalıştım.