bugün

bir ada rüyası

sahilde denize taş atan çocukların cıvıltısı içinde bir tarafı yosun tutmuş kocaman bir kayanın üst tarafına hem denizi hem sahil şeridini görecek şekilde yan dönmüş olarak oturmuş yeşil sulardan gelen rüzgarda dalgalanan saçlarımdan haz alıyordum. ne iyi ettim de bu saçları uzattım diye düşünüyorum rüzgarla birlikte.uzun saçlarla birlikte rüzgar daha bir tatlı geliyor. zaman zaman terlememe de neden olsa bu uzun saçlar, rüzgarda dalgalanması çok şeye değer. belli belirsiz bir özgürlük hissi doğuruyor bu dalgalanış. oturduğum kayalıkların hemen gerisindeki sahil şeridinde süt mısırcı tezgahını açmış müşteri bolluğu karşısında şükürle karışık bencilce bir para kazanma hırsı içinde olduğu anlamı yüklediğim yüz ifadesiyle ebeveynlere yetişmeye çalışıyor. bir an önce mısırlarına kavuşmak için sabırsızlanan çocukların mısırcının yavaş hareket ettiğine yönelik algıları olabilir ama buradan gayet seri hareket ettiğini görebiliyorum. aralarında oldukça mesafe olan sıra sıra banklara oturmuş insanlardan çekirdek yiyen orta yaşlarda bir aile ve hemen önlerinde bulduğu taşlar ile bir şeyler oynayan çocuk, duygusal bir şeyler konuştuğu izlenimi veren yeni yetme iki aşık, ömrünün son demlerindeki yaşlı amcaların memleket ya da evlat muhabbeti yaptığı izlenimi veren sohbetleri ve üniversiteli gençlerin seslerine karışan, mısırcının sesini bastıran yine de çocukların cıvıltısı ve dalga sesleri. bana yakın olan banklardaki insanlar bunlar. ikindi güneşinin sarıya çalan rengini gölgelerden dolayı daha net seçebildiğiniz neşeli bir zaman diliminde orada bulunmaktan haz alan insanların yoğun olduğu izlenimi veren bir neşe ortamı. kaldırımların hemen gerisindeki yeşil alandaki bodur ağaçların gölgesinde semaver keyfi yapan bir aile ve hemen ötesinde bir başka ağaç altında soğuk içecek tüketen kızlı erkekli bir grup gencin sesleri elbette mesafeden dolayı buraya ulaşacak titreşimde değil. belkide bulunduğum yerde bir başkası otursa dikkatini çekecek ilk ses üniversiteli gençlerin bol kahkahalı muhabbeti olabilirdi ama çocukların birbirleriyle iddialı, nispetli taş yarışlarının cıvıltıları, dalgaların kayalarda erirken köpüklenerek çıkardıkları sesler ve rüzgarın hafif uğultusu algı alanımda öncelikli yer ediyor. doğaya bakışımdaki determinizm dışında nadiren kapıldığım bir duygusallığa kendimi salmışım.

çok sonraları etkilenme nedenimin işte bu anlık gafletimden olduğu yorumunda bulunduğum gözlerin sahibi sahil şeridinin uzağından benim hizama doğru geliyor. sıradan biri henüz; sadece bir fon içindeki sıradan bir figür. gelip de dört beş metre uzağımdaki bir kayaya oturduğunu dahi sonra fark ediyorum. az ilerideki kayalardan denize taş atan çocukların gülen gözlerinden o an için daha değersiz bir çift göz. iri, yuvarlak, fındık şeklinde kibar burnunun hemen üstünde bir çift siyah göz. dikkatimi çekmesinin asıl nedeni ise rüzgarda dalgalanan saçlarımın hazzını yaşadığım o andaki en temel hissime karşı onu öylece başörtülü görmek. nasıl da rüzgardan mahrum bırakıyorlar saçlarını diye düşünürken fark etmeden dikkatli bir şekilde bakmış olmalıyım ki bir anda gözlerimde buluyorum gözlerini. hemen kaçırıyor utangaç bir eda ile. ben de hemen mısırcının çevresindeki kalabalıkta bulunan iki ya da üç yaşlarındaki çocuğa kaçırıyorum bakışlarımı, ilginç ve dikkat çekici bir şey varmış gibi kendime dikte ederek. o anda kafamın içinde baktığım yer değil de az önce bir an gözlerime kilitlenen siyahın olduğunu iyi biliyorum. içimde çaktırmadan bakmakla ilgili derin istek duyuyorum. başörtüsünden dolayı mı gözleri daha büyük görünüyor acaba diyerek düşünceler içinde buluyorum kendimi. ne oluyorsun diyor içimdeki hakim ses; ne oluyorsun?

kısa kısa bakışlarına uzun uzun dalıyorum. uzun uzun uzaklara bakışındaki anlam için kısa kısa uzaklara bakıyorum.

uzaklarda nereye bakıyor?
bana bakışındaki sır sıradan bir kadınsılıkla ilgi çekmiş olmanın verdiği keyiften ve meraktan mıdır?
acaba hala bakıyor mu diyerek içinde oluşan rahatsızlıktan mı bu ara ara bakışlar?
yoksa bendeki bu amansız ve zamansız esen rüzgarla savruluşundan mı?
gözlerini kaçırdıkça içinde uyanan hislerden mi kaçıyor?
yanındaki bu küçük kız da kim?
neyi oluyor acaba?

kayaların içinden seçtiği minik taşları denize atan bu küçük kız dahi az önce ilgimi çeken çocukların cıvıltısının içimde oluşturduğu hoşluğa değiyor. yanındaki kadının bakışları içimdeki kocaman bir boşluğa değiyor. küçük kızın teyze diye seslenerek sorduğu soru kulaklarıma iliştiğinde rahatlıyorum. demek teyzesi imiş bu küçük kızın. içimi bir sevinç kaplıyor.

-teyzesiymiş o kızın, evet teyzesiymiş. annesi değilmiş ne ala!

bir zaman sonra artık bakışlarımı kaçırmıyorum. belkide rahatsız edici oldum bilmiyorum ama iyice gözlerine dalıyorum. evet, evet ben resmen bu kadına derin bir tutku ile bakıyorum. kendime itiraf ediyorum ki tutkuyla bakıyorum. umulmadık bir şey oluyor o anda. uzun uzun bana bakmaya başlıyor o da.

gözlerine baktığımda içime doğru akan bir şeyler var. arada gizli bir nehir bakışlarından yüreğime kesif bir acı ve bir o kadar sevinç taşıyor gibi. hayır hayır olamaz bu, ben aşık olamam diyorum, ama gözlerimi de o gözlerden alamıyorum. kendimi geriye çekmeye çalıştıkça içime akan daha fazla acı ve daha fazla sevinç oluyor. uyanması gereken bir çalışanın çalar saatinden yükselen sesten sonra uykusunun daha tatlı gelmesi gibi işte bu son bakmam, az daha bakayım diyerek içimde gerginlik zemininde acı ve sevinç daha bir depreşiyor. vakit aşk vakti değil diyorum, bu gözlere anlam yükleyen benim; göz işte, bildiğin göz kapakları ile geceleri kapanan uyanınca çapaklanan bir göz. nasıl alamıyorum kendimi bu gözlerden. nasıl vakitsizce çalıyor kapımı, kapılarım aşka kapalıyken. pencereleri kapatsam bacadan sızacakmış gibi duran bir gün ışığı sanki. bir deprem öncesi köpek ulumalarını sıradan gören birazdan ölmesi muhtemel depremzede gibiyim. ne hissediyorum, ne yaşıyorum ifadelere sığdırmaya çalıştıkça ifade edememişliğin sancısına batıyorum. sancı gidiyor yine o gözler karşımdan içime doğru akıyor.

allah'ım diyorum, aşk dedikleri bu mu?

sıradan iki gözün ışıkla birleşmesi ile görülen ışıltı. gözlerim açık olsa neye yarar ki ışık yoksa o gözleri göremeyeceğim. gözleri görsem o ışıltıyı göremeyeceğim. gözlerine akseden ışık gözlerime taşmayacak. karanlıkta kalan yanlarım mı var diye sorguluyorum; karanlıkta kalan yanlarıma doğan bir ışık mı bu ki hangi boşluğuma hitap ediyor. aşk boşluktan doğan bir zayıflıktır diyerek kestiğim ahkamlar ve çocukça gördüğüm tüm duygular bu gözlerden içime kelimelerden öte saldırıyor. evet bu bir saldırı; kocaman surlar ile ördüğüm benliğime karşı büyük toplarla bir saldırı. bir yıkımı yaşıyorum. kalenin içinde büyüttüğüm bilgeliğin ürünü teorilerim çürütülüyor. yanlışlanıyorum yeni ve taptaze bir bilgi ile.

hicabımdan sandığım kadınlardan gözlerimi kaçırışım bir korkunun eseri miymiş allah'ım?
aşkı derin reddedişlerim kendim için yaptığım koca bir kumdan kale miymiş?
taşlarla ördüğümü sandığım surlarımın yıkılışı güçlü bir dalganın vurmasına kadar mıymış?

imtihan olacağını unutmuş ve öğretmenin derste aniden ''çocuklar kağıtlarınızı çıkarın yazılı yapacağım bu ders'' demesi gibi hazırlıksız bir şekilde yakalanıyorum bu tufana ve irkiliyorum. aşk mı? yoksa bir anlık bir yürek kabarması mı diye hala kendimi sorguluyorum. bilmiyorum, yabancıyım. aşk diye tanımladığım şeyden öte yepyeni şeylere maruz kalmışım. kendimi bakışın derinliğine kaptırmışım ve bırakmışım. aniden; evet evet aniden kalkıyor yerinden. sanki bana doğru gelecek bir şeyler söyleyecek hayalciliğine dalmışım heyecanlanıyorum. kalkıp kayalardan sahil şeridine çıkışı ve hızla uzaklaşması ile içimde büyüyen sevinç ve acıyla karışık his iyice netleşiyor; derin bir hüzün çöküyor içime. işte az önce bana bakan gözler yok. gözden kayboluyorlar hızla. az önce oturduğu kayaya bakıyorum boş boş.

ne oldu allah'ım bu kısa zaman diliminde kimyam değişti. çok şey değişti içimde.
ne oldu?
inkişaf eden bir yürek mi bu?
büyüyen bir kalp?
o kısa zaman diliminde büyüttüğüm onca teori nasıl çöktü?
nasıl bir kendini kapayış içinde imişim ki kapağı açılan asitli içecek gibi saçıldım etrafa.
gitsem peşine, gidemem...
ne o, sokak serserisi miyim ben?
çok mu uzun uzun baktım da rahatsız ettim sorusunun suçluluğu da ayrı bir ızdıraba boğuyor beni.

bir ada rüzgarında sahil şeridinde kaldı yüreğim. çok defa gittim oralara, güzel bir tesadüf aradım hep. yağmurlu günlerde romantik hikayeler yazdım kendime ve tek başıma oynadım o kayanın üzerinde. dağıldım...

şimdi küçük bir ihtimalin peşinde seni sayfalarca yazıyorum işte buraya. belki siyah gözlerin görüverir bunları. belki dersin ki içinden bu kız acaba ben miyim? evet, uzun saçlı, kirli sakallı, mavi gömlekli, keten rengi keten pantolonlu, hafif çekik gözlü, sahilde kaya üstünde oturan yabancı benim. hangi ada ve hangi sahil söylemeyeceğim. eğer sen bu yazıyı okuyor olursan beni bileceksin. bilmeyeceksen zaten hiçbir şeyin önemi yok. bakışlarından tutuşan ateşte yanmayacaksan bilme. yüreğimi dökmüş olmanın hüznü ile kalsın sadece buralarda bu yazı. insanız işte, kim neleri unutmuyor, hangi acılar zamanla azalmıyor? evet; acı olmadan değişmek olmazmış dedi bir dost geçenlerde, o her sözü önemsemeyen ben artık her insandan alabileceğim nasihati gözetir oldum. bu ilk defa senin gözlerinle başladı. iri, yuvarlak ve fındık şeklinde burnunun hemen üstündeki bir çift siyah gözle.