bugün

eskiden

eskiden bizim evin perdeleri ağırdı.

böyle sanki yorgan asılmış gibi. gram ışık geçirmezdi. bok rengi gibiydi, kahverengi. üzerinde şekilsiz şekilsiz gül motifleri vardı. kanaviçe derdi annemler sanırım. dışarıdan nasıl gözükürdü bilmem ama içeriden bakıldığında; altında kalsan nefessizlikten öleceğin kadar ağır gözükürdü gözüme.
küçüktüm ben eskiden.

promosyon bir saatimiz vardı. ne markaydı bilmiyorum ama eve ilk geldiğinde duvara asmıştı annem ve karşısında uzuuun süre oturup izlemiştim. çünkü saniyesi yoktu. yelkovanı yavaş yavaş ilerliyordu. hatta bir keresinde duvardan güç bela indirip halıya koyup karşısında uyuyakalmıştım. saati izlerken uyuya kalmıştım ben eskiden.

evimizde soba vardı eskiden. hoş, hala var da; o zamanlar daha bir 'vardı'. ben küçüktüm ve etrafımdaki her şey dikkatimi çekiyordu eskiden.

soba boruları nasıl devrilmiyor diye düşünürdüm. annem demir tellerle bağlardı onları birbirine, sonra bacaya doğru yok yapardı. öyle çok zengin bir familya değildik. almanya'dan halamlar getirene kadar lego'nun ne olduğunu bile bilmiyordum. ama işte bu soba borularını yapmaca; lego'dan daha eğlenceliymiş. legoyla ilk tanışmamda anlamıştım bunu eskiden.
o soba borularını tellerle sarar sarmalar, duvardaki çiviye tuttururdu.
benim annem çok yetenekliydi.

eskiden ben anahtar taşımazdım. babam da taşımazdı. ev ''anahtarla girilen bir yer'' gibi değildi benim gözümde. annem hep evde olurdu. ne zaman kapıyı çalsak annem açardı. sanki kural buydu eskiden. herkes dışarıda olacak; anne evde onları bekleyecek. işler böyle yürürdü eskiden.

mutfak kapısını söktürmüştü annem bir keresinde. giriş çıkış daha rahat olsun diye. hiç unutmuyorum; çok sevinmiştim. çünkü kapılara tırmanmayı severdim ben eskiden. ayaklarımı iki yanına dayar, çıkabildiğim kadar yukarı çıkar; geçmek isteyenlerin de altımdan geçmeleri gerektiğini, yoksa üstlerine atlayıp onları yok edeceğimi söylerdim. ben çok çizgi film izlerdim eskiden.

he-man izler, gölgelerin gücü adına konuşurdum. şirinler izler, uslu bir çocuk olurdum. red kit izler, suçlulara savaş açardım. ninja kaplumbağalar'ı izler, splinter usta olur ya da donatello olurdum.
televizyonun önünde diz çöker, annemin elime tutuşturduğu salçalı ekmeği tırtıklardım. nedense yemek yemeyi sevmezdim eskiden. sanırım çocukların çoğu da böyle. o yüzdendir annem ne zaman ben başka şeye konsantre olsam verirdi elime yarım ekmeği.

çocukken mesela en çok patates kızartmasını severdim. anneannemin yaptığı en güzeliydi. yuvarlak olurdu. bir tanesi incecik olurdu mesela, diğeri kalın. biri pişmiş olurdu, biri çiğ; biri yanmış, biri kıvamında. anneannem pek beceremezdi yemek yapmasını çolak olduğu için. ama ben en çok onun yaptığı yemekleri severdim.

eskiden mesela düşürürdüm başımı dizlerine onun. bit ayıklarmış gibi yapardı başıma. masaj gibi olurdu. eskiden ben yataklara sığardım, anneannemin de dizlerini acıtmazdım.
eskiden her şey çok daha güzeldi.

sokakta oynardık. oyun parklarımız yoktu. tüm sokaklar çocuklarındı eskiden. tüm apartman çocukları hep birlikte giderdik okula, dönüşte de yine birlikte dönerdik. bazen çantalarımızı eve bırakır, üstümüzü bile değiştirmeden koşardık sokağa; bazen de çantalar sokakta bırakılır, cebimizde ne varsa o an için çantaların üzerine kor, başlardık bir topun peşinden koşmaya.

hatırlayın, eskiden kavga etmezdik. bıçak, soğa, döner bıçağı, sustalı yoktu. bir insana nasıl yumruk atılır, nasıl sopayla vurulur bilmiyorduk. bir kavga olduğunda mahalleden geçen biri ayırırdı. kim olduğunun önemi yoktu. bizleri tanıyıp tanımaması da önemli değildi eskiden. herkes asayiş gibiydi, herkes polis. yaşı büyük olan biri, kim olursa olsun, bize seslense hemen yanına giderdik. çekinmezdik kimseden.

maç yaparken çok susadığımızda, o an en yakın ev hangi arkadaşımızın eviyse ona girerdik. annesi annemiz gibiydi. ''ayakkabılarınızı çıkarmadan girmeyin çocuğum, durun koşturmayın, acele etmeyin.'' derdi. çaldığımız hiçbir kapı yüzümüze kapanmazdı eskiden.

bir poğaça yapardı mesela annem ya da elmalı kurabiye. o gün eğer bizim eve gittiysek su içmeye; o kekler, pastalar, kurabiyeler yenmeden çıkmazdık.

apartmanda kapanmazdı sokak kapıları eskiden. herkes birbirini tanırdı. karşılıklı iki kapı arasında kalan yere kilim serilir, orada çaylar içilir; dedikodu yapılırdı. sahi, o kadar çok konuşacak konuyu nereden bulurdu eskiden kadınlar?
eskiden meyve nasıl soyulur onu bile bilmezdim neredeyse. annem vardı. hem kapı açacağı, hem meyve soyacağı gibiydi annem. elimde elmayla çıkardım karşısına; hoop, tek hamlede soyardı. kabuğunu ayrıca yerdim. ne de olsa eskiden ''vitamini kabuğunda'' idi.

eskiden bir koltuk/kanepe vardı evimizde. nasıl anlatsam; vitrini vardı, kitaplıklı. ön tarafında iki uçta iki büyük kapağı vardı. altında da bir tane 'çekyat' misali bir yatak. ama hep açıktı o. sırtınızı işte o kitaplığa dayayabiliyordunuz. her neyse, öyle bir koltuk/çekyatımız vardı. dedem yatardı eskiden üzerinde. ben, dedemin ayakları ucunda ders çalışırdım. annem elma soyardı, kardeşim televizyon izlerdi.
bir çalar saatimiz vardı. horozlu. o çekyatın üzerinden hiç inmezdi. pili de mi bitmezdi ki? biterdi elbet. sanırım eskiden benim annem ayrıca pil takıcıydı.

babam gelmeden sofra kurulmazdı eskiden. akşam ezanıydı eve giriş zilimiz. ezandan sonra sokaklarda kimseler kalmazdı. sokaklar daha güvenliydi ama. serindi. yazın o sokaklardan itfaiye arabaları geçerdi. sulardı sokakları. itfaiye arabasından fışkıran suların üzerinden atlardık çocukken biz. sinek arabasının peşinden koşardık.
mahalleye gelen dondurmacıdan alırdık dondurmamızı. turşucu gezerdi sokaklarda, beş kuruşluk cipslerle doyururduk karnımızı..

eskiden hayat daha güzeldi.
evde zigon sehpanın üzerinde oturan biblo dede ile nine vardı. otururlardı eskiden orada.
şimdi bakıyorum, hiçbir şey kalmamış eskiye dair.
sezen söylemiş zaten benim için yıllar önce:

''hani erken inerdi karanlık,
hani yağmur yağardı inceden,
hani okuldan, işten dönerken,
işıklar yanardı evlerde,
eskidendi, çok eskiden.

hani ay herkese gülümserken,
mevsimler kimseyi dinlemezken...
hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
eskidendi, çok eskiden.

hani hepimiz arkadaşken,
hani oyunlar tükenmemişken,
henüz kimse bize ihanet etmemiş,
biz kimseyi aldatmamışken,
eskidendi, çok eskiden.

hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
daha biz kimseye küsmemiş,
daha kimse ölmemişken,
eskidendi, çok eskiden.

şimdi ay usul, yıldızlar eski
hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
geçen geçti,
geçen geçti,
geceyi söndür kalbim
geceler de gençlik gibi eskidendi
şimdi uykusuzluk vakti.''