bugün

dikenli teller

- flashback -

- aşkım çok acıyacak mı?
- şaçmalama canım ya. bunu sorduğuna cidden inanamıyorum. cesur ol biraz.
- peki.

-şimdiki zaman-

yıllar önce, daha ergenliğe bile girmemiş bir kız çocuğuyken, aynaya bakar ve beni çilli yarattığı için Allah'a sitem ederdim. o sıralarda bana göre, diğer insanların pürüzsüz tenleri, afrikadaki bir beyazınki kadar kıymetliydi; asla eskimeyecek bir geçerliliği vardı. sonra ben büyüdüm, çillerim aynı kaldı. ama artık Allah'a sitem etmiyordum. küçük, gizli bir anlaşmamız vardı. ben dualarımda O'na iyi bir insan olacağıma dair söz verdim ve O'nun da beni iyi insanlarla karşılaştıracağına inandım. Yaratan - kul ilişkimiz ufak bir esnaf pazarlığına dönüşse de, sanırım ikimiz de bundan memnunduk. Sonra ben, ara sıra okuldan kaçan, arkadaşlarıyla mezarlık ağaçlarının altında, babaların ceplerinden çalınmış sigaraları içen, asi bile olamayan, sadece olmaya çalışan bir kız olmuştum. sözüme sadık kalamadım. bunu şimdi anlıyorum.

***

Anadolu'nun ortasına kondurulmuş, yeni gelenlerin Allah'ın unuttuğu yer dedikleri ama gurbetçi hemşehrilerimin her yaz gelip tatil yaptıkları memleketimden ayrılmam için gecemi gündüzüme katık edip, üniversite sınavına çalışmam gerekti. istanbul'daki herhangi bir üniversiteyi kazanmak istediğimi tahmin etmişsinizdir. hadi ama, anadolu'daki her genç istanbul'u görmek, orada yaşamak için bunu ister biliyorsunuz. sanırım bu isteğin ergenlik yıllarına ve dolayısıyla üniversite sınavına hazırlanılan döneme denk gelmesinin en büyük nedeni özgür ruhumuzun sınır tanımadan yaşamak istemesi ve elbette dünyadaki en büyük acıları çekmemize rağmen bizi kimsenin anlamamasıydı. istanbul'a gelip oradaki kaos ve keşmekeşin bize kendimizi unutturacağını hayal etmek ayıp değildi.

sonunda istediğim olmuştu. kazanmıştım. yoo hayır, filmlerdeki gibi haydarpaşa garına inip, istanbul sen mi beni yeneceksin, ben mi seni? diye haykırışta bulunmadım. gayet rahatsız edici, uzun bir otobüs yolcuğunun ardından hareme ilk adımımı attım. yükselmek isteyen her gencin önündeki en büyük engel olan heybetli akrabalardan bende de vardı; hem de fazlasıyla. ben daha otobüse binmeden telefonla tembihlemişti babam; 'aman dikkat et bizim kıza, başına bir iş gelmesin'. emanet edilmiştim. kalacak yerim, yatacak yatağım, yenecek aşım vardı tamam da, benim hayalimdeki üniversite hayatı bu değildi ki. biraz sabrettim. alışmak için kendime zaman tanıdım ama yok, olmadı. bu rahat, rahatsız ediyordu beni. huysuzlandım. okuldan tanıştığım iki kız arkadaşımla eve çıkmanın planını yaptım. bahane bulmam zor olmadı. akrabamın evi ders çalışmak için ziyadesiyle kalabalıktı ve benim derslerim sırf bu yüzden iyi değildi. siz buna inanmadınız ama, babam inandı.

***

yığınla yıkanmayı bekleyen çamaşır, lavabonun içinde birikmiş bulaşık, western filmlerinde düello yapan iki adamın gösterildiği sahnelerde, esen rüzgarla oradan oraya yuvarlanan toz öbeğine eş değer toz kütleleri, yemeği kim yapacak, bulaşığı kim yıkayacak kavgaları arasında, bu üniversite öğrencisi profilinde tek eksiğim olan erkek arkadaşı da nihayet edinmiştim. cemil ile, ev arkadaşım Esra'nın sevgilisi Murat sayesinde tanıştım. zamanı geri alabilseydim ile başlayacak bir cümle kurmayacağım. çünkü ben hatalarından ders almak yerine, aynı hatanın bir daha olmayacağına inanan optimist bir aşığım.

***

hayatıma giren Cemil, yalnız gelmemişti. sadece alkol değil, gözyaşı, ara sıra atılan bir kaç tokat ve sol omzumda, dikenli tellerin içindeki kalpte yazan adı...

***

herşeyiyle herşeyim olması çok uzun zaman almadı. sevdik, sevildik, seviştik. ağladık, ağlatıldık, ağlaştık. sonra alkol yetmedi ona, esrar sarıp içti. içtikçe agresfleşti. tokatları hatırlıyorum en çok; yüzüme ard arda inen. seviyordu oysa. sevmese neden beni incitmek istesindi ki? gece bunlar olurdu, sabaha aşık uyanırdı. işte bu sabahın birinde yüzümü ellerinin arasına aldı 'aşkım, bazı şeyler hiç ölmez. beni hep yanında taşıman için bir yol buldum' dedi. cemil bir dahiydi değil mi? evet ne dediğinizi duyar gibiyim; benim gözlerim kördü. kadıköy barlar sokağındaki dövmeciye gittik. duvarda ne çok simge, yazı, poster vardı ve bu dövme işi ne asi bir iş, ne aşık bir buluştu.

- aşkım çok acıyacak mı?
- şaçmalama canım ya. bunu sorduğuna cidden inanamıyorum. cesur ol biraz.
- peki.

dikenli tellerle çevirdik kalbimi; kimse girmesin, giren çıkmasın diye. içine de adını yazdık cemil'in.

***

tenimde, derimde, içimde, dışımda olan Cemil'in esra'nın yatağında ne işi vardı diye düşünüyorum şimdi.
onları okulda olduğumu sandıkları bir gün, esra'nın odasında gördüm. hatırladığım şeyler kulaklarımdaki uğultu, cemil'in beni sarsması, esra'nın ağlaması, halbuki elimdeki bıçak onları kesmek için değildi.

***

benim adım nurgül. bir elimde valizim var, diğerinde biletim. sol omzumda tam ortasından tek bir hamleyle kestiğim bir dövme. ben dikenli telleri kestim. Allah'ın unuttuğu memleketime dönüyorum. çillerimi yanıma aldım, daha masum olmaya gidiyorum. daha yazardım ama otobüsüm kalkmak üzere. Bir de, Allahım, anlaşmamız hala geçerli mi?

edit: imla.