bugün

yerinde olmak istenen roman kahramanları

otel odasında portakalla karnını doyurduktan sonra sokağa çıkıp köşe başında ki puro dükkanın önünden geçerken tüm puroları tüttürdüğünü hayal edip ilerlediğini, sonunda ışıltılı caddeyi bulabildiğin de ayakkabısı tüm servetinden daha fazla olan kızları süzüp bir süre kendinin onların hayatında olduğunu varsayıp caddenin sonunda ki editörün ofisine kendini zor bela atıp ikinci sınıf hikayenin telif ödemesini aldıktan sonra Camilia 'nın çalıştığı ve tüm serseri ve sefillerin takıldığı bara oturup bir koyu kahve söyleyip, içinde kendi öykünün de basılı oldğu dergiyi masaya koyup kendini Nobel ya da Pultizer ödülü almışcasına mutlu ve yetenekli hissedip dehandan habersiz olan Camillia'nın sana da herkes gibi bakmasına bozulunca onu utandırmak için yırtık ayakkabılarına gözünü dikip onu hayatta korktuğu en büyük his olan utancı gözlerinde görmek...Sefil odanı ziyaret eden bu kolombiyalıya bir yandan aşık olurken diğer yandan kendini ona karışmanın korkusundan alamamanın verdiği tedirginlikle iki sokak ilerde ki karanlık Kiliseye gidip ''Tanrım benden iyi bir yazar yarat kiliseye döneyim'' diye bir yakarıştan sonra tanrının cevabı Camillia' nın Panço'yuda alıp sonsuz çöle doğru yürüyüp kaybolmasıyla gelecekti. Bandini kitabını yazdı ve Camillia'nın arkasından çöle doğru fırlattı kitabı, dileği kabul olmuştu, eksik bir duaydı bu, ve Camillia toza karışmıştı. Bandini ise iyi bir yazar olmuştu, iyi bir yazar olmasının bedeli buydu belki de, evet dua eksik değildi. yine de Bandini asla dönmedi kiliseye. Otel odasında kendine aldığı yeni takım elbisesini giydi ve kendine ait olmayan kokular sürdü. Tam çıkacakken aynaya baktı ve o değildi bütün bunlar, garip bir tuzağa düşüyordu. çıkardı yeni elbiseyi üstünden ve tekrar zırhını kuşanan bir asker gibi geçirdi vucuduna o eski kıyafetleri ,
bir yarım portakal atıp ağzına hiç bulamayacağı bir şeyi armaya koyuldu yine sokaklarda. Ateist dindar bandini, hikayen hala dünyanın anlayamacağı kadar eşsiz.