bugün

adana

bilmem kaç şekilde anlatılabilir bu şehir ama kısaca;
giderek daha da boka saran, köyleşen. çukurlaşan şehirdir.
elimizi attığımız üç beş şey de giderek kurumaktadır. ters yönde büyümek konusunda ustalaşan bu şehrin son mahareti ise, sosyal ve ekonomik bunalımların insanlarını çoğaltmasıdır.

görgüsüz ya da sonradan görme saplamaların giderek çoğaldığı eski-güzel şehrin yerini giderek, taş budalası, bina külhanbeyi, güç delisi ve gösteriş manyağı öküzlerin oryantalist şehri almıştır.

kültürel alanda bir elin parmağını (o bile çok) dahi geçmeyek sayıda etkinlik düzenlenmekte, o etkinliklere de üç beş belli adam gitmektedir.
şu bilmemkaç milyon nüfusa dayanan, şehirler sıralamasında bilmem kaçıncı olan koca köyde, doğru dürüst bir sanat galerisi bile yoktur. (eğrisine de razıyız ama...)

Örneğin (bin örnekten ilk aklıma gelen); Şehrin en köklü derneklerinden olan Afad (Fotoğraf amatörleri) eskiden bir çok organizasyona lokomotif olurken, şu aralar ellerinde bilmem kaç mp kameralarıyla sevişmeye.. pardon fotoğrafçı(!) olmaya giden bebelere bilmem kaç lira karşılığında ders vermekte, karanlık odadan, filmlerden, fotoğraf ya da fotoğrafçılardan doğru dürüst bahsetmemektedir. Analog fotoğraf hakkında soru soran bir öğrenciye (bir de bu adama burayı biz önerdik..!) ne yapacan Analogu, boşver diyebilen adamlara dönüşmüştür bu derneğin üye "sanatçıları". Ki bu dernek, zamanında gayet saygıdeğer bir eğitim vermekte, iyi fotoğrafçılar yetiştirmekteydi. Lakin dediğim gibi, Her bokun yozlaştığı adana'da bu da bok olmasa olmazdı zaten. Çok değil!

Değişmeyenlere gelince; değişmeyen tek şey, kebaptır, şalgamdır. Çünkü öküzü de, entelektüeli de, para babası da, işçisi de, çocuğu da, genci de sever kebabı Adana'da. Hani sevilmeyecek meret değildir ama,
Sadece bu mudur ağalar, bu mudur canlar?
Et - ekmek ne kadar doyurur boş ufukları, yavan zihinleri..?

Bir tek sokak bile kalmamıştır ki ayaklarımız coşkuyla yerlerine değsin. Akşamlarına sohbetler yağdırıp, kokusuna şiir dizelim... Abaza ergenler başka yerlerini sürterek gezinir oldular çünkü en naif caddelerde bile.

Kaçsak gitsek desek buralardan, içimizde bir keder kalıyor. Yaşı 25'in üzerindeki bir çok insan şu şehrin kültürel dokusuna (ki o da yok artık) az da olsa yetişmiştir. Peki ya sonrakiler? Neyi neyle satın alacak, neyin kıymetini ne kadar bilecek, ne okuyacak, ne görecek, kime danışacak ve hangi ufuk sayesinde gözlerini açıp büyüyecektir?

Üniversitede Okuyan gençler (ki Çukurova Üniversitesi apayrı bi konudur!!!) iş bulamadıktan sonra hangi kitabın, hangi filmin, hangi sanatın, hangi serginin ardına düşsün?
iş bulan adamlar, Çalıştıkları yerlerden üç kuruş daha almak için illa ki kodaman götü mü yalasın?
Çalışan ama Sigortası yatmayan Binlerce işçi, kime ne anlatsın?
"Ne kültürü, ne sanatı birader, millet aç diyen" adama az çok cevap verebiliyorken eskiden, artık kime ne dert anlatılsın..?

Ayıptır yahu!

Viva Yozlaşma!
Viva Yozlaştırma!