bugün

entry'ler (153)

uğur iris

bestekar lakaplı orhan ölçen’in hazırladığı; galatasaray tribün tarihini anlatan, “aslan yürekliler” kitabından alıntıdır..

flamacı uğur (Uğur iris, 1966)

flamacı uğur’la tanışmam bir basket maçına rastlar. darüşşafaka’da (daçka) orta birinci sınıf öğrencisiyken okulun basket maçını izlemeye spor sergi’ye gitmiştik. daçka o yıllarda 2. lig’de mücadele ediyordu. 2. lig maçları sabah erken saatlerde oynandığından biz de okuldan arkadaşlarla sabah erkenden salona gitmiştik. rakip ortaköy’dü. biz sayıca ortaköylülerden daha fazlaydık ama çoğunluğumuz henüz çocuk denecek yaştaydı. ortaköylülerse bizim tam aksimize, çoğunluğu yaşlılardan oluşmaktaydı.
salona girer girmez potanın arkasında, elinde dev galatasaray bayrağı olan bir kişi gözüme çarpmıştı. bizim maçtan hemen sonra galatasaray’ın maçının olamayacağını biliyordum. bu kadar erken saatte 1. lig maçı oynatmazlardı. galatasaray’ın o gün maçı olsa dahi anlayamadığım şey bu saatte bu adamın burada ne işi olduğuydu. galatasaray bayrağı beni ister istemez kendine çekiyordu. bayraklı gence yaklaştığımda onun bizim tribünden simaen tanıyıp ismini bilmediğim kişilerden biri olduğunu gördüm. o da beni tanımıştı. yanına gidip kendimi tanıttım. adının uğur olduğunu, akşam oynanacak galatasaray’ın basket maçı için geldiğini söyledi. çok şaşırmıştım. ben o akşam orada galatasaray’ın maçının olduğunu dahi bilmezken, maçtan yedi saat önce, hem de basket maçına, bu kadar erken gelen birisini o güne kadar hiç görmemiştim. uğur benden iki yaş büyüktü. o da benden dolayı o gün bizim takımı tutmaya karar vermiş, bizim potanın altına gidip dev bayrağını sallamaya başlamıştı.

bir ara karşı takım bize faul atarken uğur bayrağını sallayıp faul atanın konsantrasyonunu bozmaya çalıştı. oyuncu iki faul atışını da kaçırdı. olaylar bundan sonra başladı. oyuncularının faul atışlarını kaçırmasına uğur’un sebep olduğunu düşünen ortaköylü taraftarlar, uğur’un olduğu pota altına doğru koşmaya başladı. önceden de dediğim gibi ortaköylü taraftarlar hem yaşça bizlerden büyüktü hem de serseri tipli adamlardı. uğur hiçbir tepki vermeden, bulunduğu yerden de kaçmadan, kendine doğru koşan gruba bakıyordu. koşan grubun önündeki adam uğur’a yaklaşır yaklaşmaz çok sert bir tokat attı. bu tokat bize yardım eden birine atıldığından bizim tribündeki herkes tokatı kendi yemiş gibi hissetti. biz de uğur’a destek olmak için yanına koştuk. karşılıklı itiş kakıştan sonra onlar yerlerine geri dönerken biz de uğur’u yanımıza alıp oturduğumuz yere geri döndük.
bu basket maçı ve çıkan hadiseler, uğurla dostluğumun başlamasına vesile oldu. uğurlar taksim’deki evimizin hemen arka sokağında oturduklarından, uğur’la diğer tribün arkadaşlarımla daha sık görüşmeye başlamıştık. samimiyetimiz arttıkça ondaki galatasaray sevgisini ve takımı için gösterdiği fedakarlığı takdirle gözlemliyordum.
benim odamı galatasaray resimleriyle süsleyip, güzel bir sözü de duvara flama gibi asmayı uğur’la beraber kararlaştırdık. söz de bizim çok beğendiğimiz bir flamada yazan, “nasıl ki bu milletin tacıdır yıldızla ay/ yüksel ta arşa kadar ey şanlı galatasaray”dı. kararı beraber verdik ama icraatın neredeyse tamamını uğur tek başına yaptı. uğur erkenden bizim eve geliyor, ona ayırdığımız masada çalışmaya başlıyordu. önce yazıyı oluşturacak harfleri tek tek özenle kartonlara çiziyor, sonra bunları kesmeye başlıyordu. çok titiz çalıştığından bu işler oldukça zaman alıyordu. bense sadece onun çalışmasını izliyor, hatta bazen dikkatini dağıtıp iyi çalışmasına mani oluyordum. annemle çarşıya pazara gidip üç dört saat sonra döndüğümüzde uğur’u aynen bıraktığımız şekilde çalışırken buluyorduk. uğur’un bu aşırı sebatkar tavrı bizim ev ahalisinin uğur’a şüpheyle bakmasına yol açmıştı. bu yaştaki bir çocuk nasıl sıkılmadan saatlerce arkadaşının duvarını süslemek için çalışır, anlayamıyorlardı. bilmedikleri şey, galatasaraylı alakalı olan herhangi bir şey için bu fedakarlığı her zaman gösterecek olmasıydı.
çok küçük yaşta başlayan tribün maceramda, çok sayıda insanla tanışma fırsatı buldum. karınca ezmez şevki’yi yaş farkımızdan dolayı tanıma fırsatım olmadığından, onu hariç tutarak rahatlıkla söyleyebilirim ki uğur gibi bir galatasaraylıyı hayatım boyunca görmedim. buna bütün amigolar dahildir.
herkes kabiliyeti ve ilgi alanı neyse o konuda ileri çıkar, kendini gösterir. tribünde de bu böyledir. kimisi bıçkın ve atak bir yapıya sahip olduğundan kavgalarda öne çıkarken, kimi sorumluluk sahibi olduğundan uğraş ve emek gerektiren işlerde daha çok boy gösterir. tribün süslemeleri ve flamaların taşınması gibi… kimisi de ön planda olmaktan hoşlanmaz ama takımının amansız bir takipçisidir. bu insanları her gittiğiniz deplasmanlarda ve yurtdışı maçlarında görürsünüz. adını sanını bilmediğiniz bu galatasaray sevdalılarını simalarından tanırsınız. çünkü her maçta vardırlar. bir de şampiyonluklarda takımının bayrağını semtlerine, iş yerlerine asmayı kendilerine görev bilen taraftarlar vardır. bir başka grubun takım sevgisi de farklı bir alanda ortaya çıkar. onlar takımıyla ilgili her şeyi biriktirip toplar. gazeteleri, kitapları, dergileri, maç günü broşürlerini, farklı tasarımlardaki atkı ve bayrakları, rozetleri, galatasaray’la ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi arşivlerine koyarlar.
yukarıda bahsettiğim, tribünün farklı renklerini oluşturan bu insan tiplemelerinin tamamının bir kişide toplanmasına verilen ad uğur iris’tir. uğur kavgacı karakterde birisi olmadığı halde, maçlara sabahlandığı ve kavgaların yapıldığı dönemde, her sabahlamada göreceğiniz biriydi.
onun uzmanlık alanı tribün süslemesidir. dünya üzerindeki taraftarlar arasında bu kadar çok flamaya sahip olan başka birisi var mıdır, merak ediyorum! uğur, stadı birkaç kez dolanacak flama koleksiyonuna sahip olduğundan kendisine “flamacı uğur” denmiştir. 2000 yılına kadar tribünde asılı gördüğünüz flamaların çoğu uğur’a aittir. maç başlamadan stada girip, flamaların düzgün bir şekilde asılması için saatlerce çalışmıştır. zamanla bir çok flama yaptıran kişi de, bu işin meşakkatine bir süre sonra dayanamayıp, flamalarını emin ellere verme adına, uğur’a teslim etmişlerdir.uğur flamalarının tamamına yakınını kendisi boyayarak yapmıştır. uğur’un flamayı boyama metodu, küçük suluboya fırçasıyla günlerce süren, çok emek isteyen bir iştir. büyük fırçayla boyandığında, boyanın kumaşa tam nüfus etmemesinden ve rengini çabuk değiştirmesinden korktuğu için bu zor yolu tercih etmiştir. “bütün flamalarım ilk günkü gibi, pırıl pırıl bende duruyor” diyor uğur.
uğur’un üstünde aslan resmi olan bir bayrağı vardı. 80’li yılların başında, ülkede askeri rejimin hakim olduğu dönemde, uğur bir maça yine aslanlı bayrağıyla gider:
“her zamanki gibi aslanlı bayrağımla maça gitmiştim. ara sıra ayağa kalkıp bayrağımı sallıyordum. bir ara astsubayın beni işaret edip yanına çağırdığını gördüm. yanına gittiğimde sinirli bir şekilde ‘sen stada bu bayrağı nasıl sokarsın!’ dedi. şaşırmış, ne demek istediğini anlamamıştım. ‘bayrağımın nesi var?’ diye sorduğumda astsubay daha da sinirlenmişti. ‘ulan! hem mao’nun resmini getiriyorsun, hem de nesi var?’ diye karşılık verdi. ben ne kadar ‘buradaki aslan resmi, mao’yla bir alakası yok’ desem de dinletemedim. bayrağımı almak istediklerinde askere karşı çıkıp vermemek için direndim. ‘o zaman seni karakola götürmemiz gerek’ diyerek beni maçtan çıkartıp polis karakoluna teslim ettiler.
karakolda nezarethanede epey bir müddet bekledikten sonra beni bir komiserin yanına götürüp ifademi aldılar. ben başımdan geçeni detaylı bir şekilde anlatıp bayrağımı komisere gösterdim. komiser uzun uzun bayrağa baktıktan sonra bana dönüp ‘çocuk haklı, bu mao’nun resmi değil, aslan resmi’ diyerek bana da derin bir nefes aldırdı. bu olay yüzünden tarihi 9-2’lik adanademirspor maçını kaçırmış oldum. diyor uğur.
uğur’un pasaportuna bakıp galatasaray’ın yıllar içerisinde hangi avrupa ülkelerinin takımlarıyla karşılaşmış olduğunu anlayabilirsiniz. ispanya, italya, ingiltere, fransa, norveç, isviçre, danimarka, romanya, almanya, avusturya bu ülkelerden bazılarıdır. bu ülkelerin çoğuna üç dört defa maç seyretmeye gitmiştir. yurtdışı maçlara da flamalarını ve davullarını götürmeyi ihmal etmez uğur. kopenhag’daki final maçında açılan dev bayrağın ve bütün taraftarlara dağıtılan tişörtlerin organizasyonunun başında da yine uğur vardır. suness’in “ulubatlı” lakabını aldığı, fenerbahçe stadı’na diktiği meşhur bayrağı da oraya uğur götürmüştür.
şampiyonluklarda istanbul’un çeşitli semtlerine asılan, hepimizi gururlandıran dev bayrakların birçoğunun altında uğur’un imzası vardır. bağdat caddesi, beyoğlu ve kadıköy gibi stratejik önemdeki semtlere asılan dev bayrakların çoğunu yıllarca uğur asmıştır. hatta 2000’lerden sonra tribünde yaşadığı sıkıntılardan dolayı mecburen geri planda kaldığı dönemde, bile şampiyonluk sonrasında, galatasaray kulübü’nden uğur’a telefon gelir. uğur’un yokluğundaki şampiyonlukta, beyoğlu’nda bir tek bayrak bile asılmamıştır.
galatasaray kulübü, beyoğlu’nu bayraklarla süslemesi için uğur’a ricada bulunmuştu. uğur bir hafta içinde beyoğlu’nu dev bayraklarla donatır.
türkiye’de ve dünyada futbol arşivine meraklı bir sürü insan vardır. küçük ya da büyük arşive sahip olan binlerce kişi vardır. arşivciler genellikle bir konu üzerine yoğunlaşır. kimi atkı koleksiyonu yaparken, kimi de maç biletlerini biriktirir. bazılarının dev gazete ve dergi arşivleri vardır. uğur’un galatasaray arşivinde ise aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. atkılar, formalar, maç biletleri, rozetler, dergiler ve ayıklanmış galatasaray haberlerinin olduğu tonlarca gazete. alman zdf televizyonu dahi uğur’un bu dev arşivinden etkilenmiş ve bir belgesel programında izleyicilerine göstermiştir. tahminimce galatasaray’la ilgili bu kadar kapsamlı bir arşive hiç kimse sahip değildir. uğur’un amacı, ileride arşivini daha profesyonelce düzenleyip kulübe armağan etmektir.
kartallı kemal (metinel) 1970’lerin sonlarında ve yurtdışında yaşamaya gitmeden önce, 1980’lerin başına kadar tribüne gelmiş, çok iyi bir galatasaray taraftarıdır. kemal, uğur’u anlatırken, “o yıllarda bizim için tribün eğlence demekti. maçtan saatler öncesinde stada girer, arkadaşlarımızla sohbet edip, şarkılar söyleyerek eğlenirdik. uğur o yıllarda dahi biz eğlenirken kapalı tribüne flama asmakla meşgul olur, yanımıza ancak maç başlamadan az önce gelebilirdi. bir gün kapalıda oturmuş muhabbet ederken ‘açık çok renksiz gözüküyor. flama asıp süsleyen kimse yok. ben bundan sonra açığa gideceğim’ dedi. biz şaka yapıyor sandık. inanması güç ama uğur birkaç sene her maç açık tribüne gidip orayı flamalarıyla süsledi” diyor.
mert ince, istanbul’da oynanan juventus maçıyla ilgili anılarını şöyle paylaştı:
“juventus maçında, uğur abi’yle beraber, her zamanki gibi sabahtan stada girip süsleme çalışmalarına başladık. bütün gün stat içinde çalışıp, bir de heyecanı çok yüksek bir maçı seyrettikten sonra hepimiz üzerimizde bir bitkinlik hissettik. normalde maç sonunda bizlere yardımcı olan çoğu arkadaşımız da, maçın havasına kapılmış, sonrasında da bizi unutup stadı terk etmişti. ben, sumo emre ve uğur abi bütün stattaki flama ve süslemeleri tek başımıza indirmek zorunda kaldık. zaten daha maç bittiğinde kendimizi çok yorgun hissederken, işimiz bittiğinde artık adım atacak gücümüz kalmamıştı. vakit gece yarısı olmuştu. uğur abi’nin arabasına binip yola çıktığımızda, arabayı zor sürdüğünü fark ettim. ‘abi iyi misin? istersen arabayı ben kullanayayım’ desem de beni dinlemedi. üçümüz de anadolu yakasında oturduğumuzdan boğaz köprüsü yoluna girdik. köprünün üstüne geldiğimizde arabamızın resmen sağa sola yalpalayarak gittiğini gördüm. sumo kızıltoprak’ta indi. ben kartal’da oturuyordum. ama uğur abi’nin beni eve bırakabileceğini hiç sanmıyordum. ‘abi, ben eve giderim, beni bırakmana gerek yok’ dedimse de dinletemedim. erenköy’ü geçip şenesevler’deki caminin önüne geldiğimizde ‘daha fazla dayanamayacağım’ diyen uğur abi arabayı zorlukla yolun kenarına çekip, bayıldı. aslında uyuyakalmıştı, bayılmamıştı ama baygın bir halde uyuyordu. bir iki zorlayıp evine dönmesi için uğraşsam da uyandıramadım. saat 02:30 civarıolduğundan minibüsler de çalışmıyordu.mecburen arabadan inip gecenin o saatinde bostancı’dan kartal’a doğru yürümeye başladım. sonradan öğrendiğime göre uğur abi sabaha kadar orada arabanın içinde uyumuş.”
uğur geçimini fizik, kimya, matematik ve ingilizce dersleri vererek sağlamaktadır. kulüp, galatasaray’ın yabancı futbolcularına türkçe öğretmek için öğretmen aradığında, uğur bu işi para almadan gönüllü olarak yapmıştır.

uğur iris

(bkz: Flamacı Uğur)

flamacı uğur

(bkz: Uğur iris)
Bestekar lakaplı Orhan Ölçen’in hazırladığı; Galatasaray tribün tarihini anlatan, “Aslan Yürekliler” kitabından alıntıdır..

Flamacı Uğur (iris, 1966)

Flamacı Uğur’la tanışmam bir basket maçına rastlar. Darüşşafaka’da (Daçka) orta birinci sınıf öğrencisiyken okulun basket maçını izlemeye Spor Sergi’ye gitmiştik. Daçka o yıllarda 2. Lig’de mücadele ediyordu. 2. Lig maçları sabah erken saatlerde oynandığından biz de okuldan arkadaşlarla sabah erkenden salona gitmiştik. Rakip Ortaköy’dü. Biz sayıca Ortaköylülerden daha fazlaydık ama çoğunluğumuz henüz çocuk denecek yaştaydı. Ortaköylülerse bizim tam aksimize, çoğunluğu yaşlılardan oluşmaktaydı.
Salona girer girmez potanın arkasında, elinde dev Galatasaray bayrağı olan bir kişi gözüme çarpmıştı. Bizim maçtan hemen sonra Galatasaray’ın maçının olamayacağını biliyordum. Bu kadar erken saatte 1. Lig maçı oynatmazlardı. Galatasaray’ın o gün maçı olsa dahi anlayamadığım şey bu saatte bu adamın burada ne işi olduğuydu. Galatasaray bayrağı beni ister istemez kendine çekiyordu. Bayraklı gence yaklaştığımda onun bizim tribünden simaen tanıyıp ismini bilmediğim kişilerden biri olduğunu gördüm. O da beni tanımıştı. Yanına gidip kendimi tanıttım. Adının Uğur olduğunu, akşam oynanacak Galatasaray’ın basket maçı için geldiğini söyledi. Çok şaşırmıştım. Ben o akşam orada Galatasaray’ın maçının olduğunu dahi bilmezken, maçtan yedi saat önce, hem de basket maçına, bu kadar erken gelen birisini o güne kadar hiç görmemiştim. Uğur benden iki yaş büyüktü. O da benden dolayı o gün bizim takımı tutmaya karar vermiş, bizim potanın altına gidip dev bayrağını sallamaya başlamıştı.

Bir ara karşı takım bize faul atarken Uğur bayrağını sallayıp faul atanın konsantrasyonunu bozmaya çalıştı. Oyuncu iki faul atışını da kaçırdı. Olaylar bundan sonra başladı. Oyuncularının faul atışlarını kaçırmasına Uğur’un sebep olduğunu düşünen Ortaköylü taraftarlar, Uğur’un olduğu pota altına doğru koşmaya başladı. Önceden de dediğim gibi Ortaköylü taraftarlar hem yaşça bizlerden büyüktü hem de serseri tipli adamlardı. Uğur hiçbir tepki vermeden, bulunduğu yerden de kaçmadan, kendine doğru koşan gruba bakıyordu. Koşan grubun önündeki adam Uğur’a yaklaşır yaklaşmaz çok sert bir tokat attı. Bu tokat bize yardım eden birine atıldığından bizim tribündeki herkes tokatı kendi yemiş gibi hissetti. Biz de Uğur’a destek olmak için yanına koştuk. Karşılıklı itiş kakıştan sonra onlar yerlerine geri dönerken biz de Uğur’u yanımıza alıp oturduğumuz yere geri döndük.
Bu basket maçı ve çıkan hadiseler, Uğurla dostluğumun başlamasına vesile oldu. Uğurlar Taksim’deki evimizin hemen arka sokağında oturduklarından, Uğur’la diğer tribün arkadaşlarımla daha sık görüşmeye başlamıştık. Samimiyetimiz arttıkça ondaki Galatasaray sevgisini ve takımı için gösterdiği fedakarlığı takdirle gözlemliyordum.
Benim odamı Galatasaray resimleriyle süsleyip, güzel bir sözü de duvara flama gibi asmayı Uğur’la beraber kararlaştırdık. Söz de bizim çok beğendiğimiz bir flamada yazan, “Nasıl ki bu milletin tacıdır yıldızla ay/ Yüksel ta arşa kadar ey şanlı Galatasaray”dı. Kararı beraber verdik ama icraatın neredeyse tamamını Uğur tek başına yaptı. Uğur erkenden bizim eve geliyor, ona ayırdığımız masada çalışmaya başlıyordu. Önce yazıyı oluşturacak harfleri tek tek özenle kartonlara çiziyor, sonra bunları kesmeye başlıyordu. Çok titiz çalıştığından bu işler oldukça zaman alıyordu. Bense sadece onun çalışmasını izliyor, hatta bazen dikkatini dağıtıp iyi çalışmasına mani oluyordum. Annemle çarşıya pazara gidip üç dört saat sonra döndüğümüzde Uğur’u aynen bıraktığımız şekilde çalışırken buluyorduk. Uğur’un bu aşırı sebatkar tavrı bizim ev ahalisinin Uğur’a şüpheyle bakmasına yol açmıştı. Bu yaştaki bir çocuk nasıl sıkılmadan saatlerce arkadaşının duvarını süslemek için çalışır, anlayamıyorlardı. Bilmedikleri şey, Galatasaraylı alakalı olan herhangi bir şey için bu fedakarlığı her zaman gösterecek olmasıydı.
Çok küçük yaşta başlayan tribün maceramda, çok sayıda insanla tanışma fırsatı buldum. Karınca Ezmez Şevki’yi yaş farkımızdan dolayı tanıma fırsatım olmadığından, onu hariç tutarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Uğur gibi bir Galatasaraylıyı hayatım boyunca görmedim. Buna bütün amigolar dahildir.
Herkes kabiliyeti ve ilgi alanı neyse o konuda ileri çıkar, kendini gösterir. Tribünde de bu böyledir. Kimisi bıçkın ve atak bir yapıya sahip olduğundan kavgalarda öne çıkarken, kimi sorumluluk sahibi olduğundan uğraş ve emek gerektiren işlerde daha çok boy gösterir. Tribün süslemeleri ve flamaların taşınması gibi… Kimisi de ön planda olmaktan hoşlanmaz ama takımının amansız bir takipçisidir. Bu insanları her gittiğiniz deplasmanlarda ve yurtdışı maçlarında görürsünüz. Adını sanını bilmediğiniz bu Galatasaray sevdalılarını simalarından tanırsınız. Çünkü her maçta vardırlar. Bir de şampiyonluklarda takımının bayrağını semtlerine, iş yerlerine asmayı kendilerine görev bilen taraftarlar vardır. Bir başka grubun takım sevgisi de farklı bir alanda ortaya çıkar. Onlar takımıyla ilgili her şeyi biriktirip toplar. Gazeteleri, kitapları, dergileri, maç günü broşürlerini, farklı tasarımlardaki atkı ve bayrakları, rozetleri, Galatasaray’la ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi arşivlerine koyarlar.
Yukarıda bahsettiğim, tribünün farklı renklerini oluşturan bu insan tiplemelerinin tamamının bir kişide toplanmasına verilen ad Uğur iris’tir. Uğur kavgacı karakterde birisi olmadığı halde, maçlara sabahlandığı ve kavgaların yapıldığı dönemde, her sabahlamada göreceğiniz biriydi.
Onun uzmanlık alanı tribün süslemesidir. Dünya üzerindeki taraftarlar arasında bu kadar çok flamaya sahip olan başka birisi var mıdır, merak ediyorum! Uğur, stadı birkaç kez dolanacak flama koleksiyonuna sahip olduğundan kendisine “Flamacı Uğur” denmiştir. 2000 yılına kadar tribünde asılı gördüğünüz flamaların çoğu Uğur’a aittir. Maç başlamadan stada girip, flamaların düzgün bir şekilde asılması için saatlerce çalışmıştır. Zamanla bir çok flama yaptıran kişi de, bu işin meşakkatine bir süre sonra dayanamayıp, flamalarını emin ellere verme adına, Uğur’a teslim etmişlerdir.Uğur flamalarının tamamına yakınını kendisi boyayarak yapmıştır. Uğur’un flamayı boyama metodu, küçük suluboya fırçasıyla günlerce süren, çok emek isteyen bir iştir. Büyük fırçayla boyandığında, boyanın kumaşa tam nüfus etmemesinden ve rengini çabuk değiştirmesinden korktuğu için bu zor yolu tercih etmiştir. “Bütün flamalarım ilk günkü gibi, pırıl pırıl bende duruyor” diyor Uğur.
Uğur’un üstünde aslan resmi olan bir bayrağı vardı. 80’li yılların başında, ülkede askeri rejimin hakim olduğu dönemde, Uğur bir maça yine aslanlı bayrağıyla gider:
“Her zamanki gibi aslanlı bayrağımla maça gitmiştim. Ara sıra ayağa kalkıp bayrağımı sallıyordum. Bir ara astsubayın beni işaret edip yanına çağırdığını gördüm. Yanına gittiğimde sinirli bir şekilde ‘Sen stada bu bayrağı nasıl sokarsın!’ dedi. Şaşırmış, ne demek istediğini anlamamıştım. ‘Bayrağımın nesi var?’ diye sorduğumda astsubay daha da sinirlenmişti. ‘Ulan! Hem Mao’nun resmini getiriyorsun, hem de nesi var?’ diye karşılık verdi. Ben ne kadar ‘Buradaki aslan resmi, Mao’yla bir alakası yok’ desem de dinletemedim. Bayrağımı almak istediklerinde askere karşı çıkıp vermemek için direndim. ‘O zaman seni karakola götürmemiz gerek’ diyerek beni maçtan çıkartıp polis karakoluna teslim ettiler.
Karakolda nezarethanede epey bir müddet bekledikten sonra beni bir komiserin yanına götürüp ifademi aldılar. Ben başımdan geçeni detaylı bir şekilde anlatıp bayrağımı komisere gösterdim. Komiser uzun uzun bayrağa baktıktan sonra bana dönüp ‘Çocuk haklı, bu Mao’nun resmi değil, Aslan resmi’ diyerek bana da derin bir nefes aldırdı. Bu olay yüzünden tarihi 9-2’lik Adanademirspor maçını kaçırmış oldum. Diyor Uğur.
Uğur’un pasaportuna bakıp Galatasaray’ın yıllar içerisinde hangi Avrupa ülkelerinin takımlarıyla karşılaşmış olduğunu anlayabilirsiniz. ispanya, italya, ingiltere, Fransa, Norveç, isviçre, Danimarka, Romanya, Almanya, Avusturya bu ülkelerden bazılarıdır. Bu ülkelerin çoğuna üç dört defa maç seyretmeye gitmiştir. Yurtdışı maçlara da flamalarını ve davullarını götürmeyi ihmal etmez Uğur. Kopenhag’daki final maçında açılan dev bayrağın ve bütün taraftarlara dağıtılan tişörtlerin organizasyonunun başında da yine Uğur vardır. Suness’in “Ulubatlı” lakabını aldığı, Fenerbahçe Stadı’na diktiği meşhur bayrağı da oraya Uğur götürmüştür.
Şampiyonluklarda istanbul’un çeşitli semtlerine asılan, hepimizi gururlandıran dev bayrakların birçoğunun altında Uğur’un imzası vardır. Bağdat caddesi, Beyoğlu ve Kadıköy gibi stratejik önemdeki semtlere asılan dev bayrakların çoğunu yıllarca Uğur asmıştır. Hatta 2000’lerden sonra tribünde yaşadığı sıkıntılardan dolayı mecburen geri planda kaldığı dönemde, bile şampiyonluk sonrasında, Galatasaray Kulübü’nden Uğur’a telefon gelir. Uğur’un yokluğundaki şampiyonlukta, Beyoğlu’nda bir tek bayrak bile asılmamıştır.
Galatasaray kulübü, Beyoğlu’nu bayraklarla süslemesi için Uğur’a ricada bulunmuştu. Uğur bir hafta içinde Beyoğlu’nu dev bayraklarla donatır.
Türkiye’de ve dünyada futbol arşivine meraklı bir sürü insan vardır. Küçük ya da büyük arşive sahip olan binlerce kişi vardır. Arşivciler genellikle bir konu üzerine yoğunlaşır. Kimi atkı koleksiyonu yaparken, kimi de maç biletlerini biriktirir. Bazılarının dev gazete ve dergi arşivleri vardır. Uğur’un Galatasaray arşivinde ise aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Atkılar, formalar, maç biletleri, rozetler, dergiler ve ayıklanmış Galatasaray haberlerinin olduğu tonlarca gazete. Alman ZDF televizyonu dahi Uğur’un bu dev arşivinden etkilenmiş ve bir belgesel programında izleyicilerine göstermiştir. Tahminimce Galatasaray’la ilgili bu kadar kapsamlı bir arşive hiç kimse sahip değildir. Uğur’un amacı, ileride arşivini daha profesyonelce düzenleyip kulübe armağan etmektir.
Kartallı Kemal (Metinel) 1970’lerin sonlarında ve yurtdışında yaşamaya gitmeden önce, 1980’lerin başına kadar tribüne gelmiş, çok iyi bir Galatasaray taraftarıdır. Kemal, Uğur’u anlatırken, “O yıllarda bizim için tribün eğlence demekti. Maçtan saatler öncesinde stada girer, arkadaşlarımızla sohbet edip, şarkılar söyleyerek eğlenirdik. Uğur o yıllarda dahi biz eğlenirken kapalı tribüne flama asmakla meşgul olur, yanımıza ancak maç başlamadan az önce gelebilirdi. Bir gün kapalıda oturmuş muhabbet ederken ‘Açık çok renksiz gözüküyor. Flama asıp süsleyen kimse yok. Ben bundan sonra açığa gideceğim’ dedi. Biz şaka yapıyor sandık. inanması güç ama Uğur birkaç sene her maç açık tribüne gidip orayı flamalarıyla süsledi” diyor.
Mert ince, istanbul’da oynanan Juventus maçıyla ilgili anılarını şöyle paylaştı:
“Juventus maçında, Uğur Abi’yle beraber, her zamanki gibi sabahtan stada girip süsleme çalışmalarına başladık. Bütün gün stat içinde çalışıp, bir de heyecanı çok yüksek bir maçı seyrettikten sonra hepimiz üzerimizde bir bitkinlik hissettik. Normalde maç sonunda bizlere yardımcı olan çoğu arkadaşımız da, maçın havasına kapılmış, sonrasında da bizi unutup stadı terk etmişti. Ben, Sumo Emre ve Uğur Abi bütün stattaki flama ve süslemeleri tek başımıza indirmek zorunda kaldık. Zaten daha maç bittiğinde kendimizi çok yorgun hissederken, işimiz bittiğinde artık adım atacak gücümüz kalmamıştı. Vakit gece yarısı olmuştu. Uğur Abi’nin arabasına binip yola çıktığımızda, arabayı zor sürdüğünü fark ettim. ‘Abi iyi misin? istersen arabayı ben kullanayayım’ desem de beni dinlemedi. Üçümüz de Anadolu yakasında oturduğumuzdan Boğaz köprüsü yoluna girdik. Köprünün üstüne geldiğimizde arabamızın resmen sağa sola yalpalayarak gittiğini gördüm. Sumo Kızıltoprak’ta indi. Ben Kartal’da oturuyordum. Ama Uğur Abi’nin beni eve bırakabileceğini hiç sanmıyordum. ‘Abi, ben eve giderim, beni bırakmana gerek yok’ dedimse de dinletemedim. Erenköy’ü geçip Şenesevler’deki caminin önüne geldiğimizde ‘Daha fazla dayanamayacağım’ diyen Uğur Abi arabayı zorlukla yolun kenarına çekip, bayıldı. Aslında uyuyakalmıştı, bayılmamıştı ama baygın bir halde uyuyordu. Bir iki zorlayıp evine dönmesi için uğraşsam da uyandıramadım. Saat 02:30 civarıolduğundan minibüsler de çalışmıyordu.Mecburen arabadan inip gecenin o saatinde Bostancı’dan Kartal’a doğru yürümeye başladım. Sonradan öğrendiğime göre Uğur Abi sabaha kadar orada arabanın içinde uyumuş.”
Uğur geçimini fizik, kimya, matematik ve ingilizce dersleri vererek sağlamaktadır. Kulüp, Galatasaray’ın yabancı futbolcularına Türkçe öğretmek için öğretmen aradığında, Uğur bu işi para almadan gönüllü olarak yapmıştır.

bestekar orhan

Ve nihayet, uzun zamandır iple beklediğim Galatasaray tribün tarihini anlatan kitabı 15 Şubat 2012 tarihinde Doğan Kitapçılık tarafından satışa çıkarılacaktır. Kitabın ismi "Aslan yürekliler - galatasaray tribün tarihi" olarak değiştirilmiştir. Kitabı D&R ve GS Storelarda bulabilirsiniz. Fiyatı 33 TL gibi, Türkiye şartlarına göre biraz yüksek kaçsa da çok satacağına eminim. Her şey için tekrar teşekkürler Aslan Yürekli Orhan abim benim!..

peygamber hüseyin

Galatasaray trübünlerinin Sebo reisten evvelki liderinin lakabıdır. Ayrıca, kendisi; ihtilal kuşağının yarattığı apololitik gençliğin simgelerindendir.. Arma sevdası uğruna, inönü kapalı trübününde yer alabilmek için, çok büyük kavga ve çatışmaların olduğu bir dönemde, Galatasaraylılar adına "artık yeter, biz de bu kavgada varız!" diyerek; o döneme kadar dominant durumda olan Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarının Galatasaray taraftarı üzerindeki hegomanyasına son vermiştir. Gözüpek ve teşkilatçı bir kişilik olarak, Galatasaray taraftarlarını o zamana kadar görülmemiş bir şekilde, her konuda organize ederek; bu işte kompetan mevkiine ulaştığında, arkadaşları tarafından kendisine "peygamber" lakabı takılmıştır. Ne yazık ki, 1990'ların başında, elim bir trafik kazası sonucu, genç yaşta aramızdan ayrılmıştır.

dieter bohlen

Bravo dergisinin kendisiyle yaptığı bir röportajda; Organ bağışı hakkında ne düşünüyorsun? sorusuna:
- 'Organ bağışı yapmam. Kendimi seviyorum, kendimden birşey çıkarmayı ve tabutta sol gözüm olmadan yatmayı istemem.
Sevgili Tanrı'ya eksiksiz gitmek istiyorum. Herşeyin öylece devam edeceğine inanıyorum. Büyük ihtimalle gökyüzünde müzik direktörü olurum ya da onun gibi birşey. Ve orada klavye çalarken orta parmağımın eksik olmasını istemem.' diye cevap vererek beni dumura uğratmıştır.

dieter bohlen

Efsanevi 'Modern Talking' grubunun kurucusu ve beynidir. Besteci, yapımcı, vokalist ve söz yazarlığının yanında yazarlık da yapmaktadır. Avrupa'daki lakabı 'Pop Titan''dır.

DIETER BOHLEN HAKKINDA BAZI BiLGiLER:

- 100'den fazla Alman listelerine giren bestesi var

- 50'nin üzerinde dünya genelinde 1 numara olan parçası var

- Dünya genelinde tüm prodüksiyonları 160 milyonun üzerinde sattı ve satmakta

- Global satışları sadece Modern Talking ve Blue System olarak 125 milyon

- Tahmini serveti yaklaşık $250 milyon.

- 398 Altın ve Platin plak aldı

- Almanya'da 20'nin üstünde ilk 10 parçası oldu

- Almanya'da 12 adet 1 numara olan parçası oldu

gemini man

'Smith ve Jones' ve 'Piyango' dizilerinden tanıdığımız Ben Murphy'nin oynadığı fantastik bir diziydi.. Dizi 70lerde çevrilmesine rağmen tıpkı 'Smith ve Jones' gibi ülkemizde 80lerde oynamıştı..

1976 Amerikan CBS yapımı 'Gemini man' (Görünmez adam)'de; Ben Murphy'e başrolde William Sylvester ve Katherine Crawford eşlik ediyordu.

Kahramanımız gizli ajan Sam Casey (Ben Murphy) dalış esnasında oluşan patlamayla, fizyolojik evrim geçirip bir anlık görünmez olur. Onu dalgıç kıyafetlerinin içinde görünmez bulan yetkililer kahramanımızı müşahade altına alıp, DNA'sını incelerler. Yapılan tetkikler sonucu kahramanımızın en fazla 15 dakikalığına görünmez olabildiği çıkar şayet bu süre aşılırsa kahramanımız komaya girerek ölecektir.Sam Casey'in bu özelliğinden yararlanmak isteyen devlet görevlileri tıpkı Michael Night (Kara Şimşek) gibi ondan suçlularla mücadelede faydalanmak isterler hatta istediği an görünmez olmayı sağlayan bir kol saati verirler.. Michael Night nasıl Kitt'le iletişim kurmak için bu saati kuruyorsa, Sam Casey de saati kullanarak görünmez oluyordu..

şener şen

Tanrı vergisi büyük yeteneğe sahip olan, Yeşilçam'ın gerçek starı..Şener Şen şayet ABD'de bir tiyatrocu olsaydı eminim büyük bir hollywood starı olmuştu.

punk

Aslında bir tür ideolojidir. Temel amacı olabildiğince fazla özgürlük tanımak olan düşünce sistemi, bireycilik, otorite karşıtlığı, şart olmamakla beraber politik anarşi, özgür düşünce ve ahlakı içerir. Punk'n dünyaya karamsar bir bakışı vardır çünkü modern uygarlık insanlık üzerinde bilinçli bir baskı kurmaktadır. Punk, düşüncelerini Punk rock, fanzinler ve konuşma yoluyla yaymaya çabalar.
Punk'ın dayalı olduğu ideoloji genelde Anarşidir, fakat başka ideolojilerle de birlikte anıldığı olmuştur, bunlar arasında liberal, sol liberal, sosyalizm, Anarşist komünizm, ve hatta neo-Nazizm vardır.
Çoğunlukla solculukla bağlantılı görülmektedir, fakat punklar çoğu kez solcuları en az sağcıları eleştirdikleri kadar şiddetle eleştirmektedir. Punklar kendilerini punk olarak adlandırır ve ne sol ne de sağ ile ilişkili olmadıklarını söylerler.

playboy

Playboy, ABD kökenli erkek dergisidir. 1953 yılında Hugh Marston Hefner tarafından kurulmuştur. Genellikle pornografi içerir.
1980'li yılların sonuna doğru Erkekçe dergisinin Türkiye'de gösterdiği tiraj başarısı sonucu Türkçe sürümü de dönemin Türkiye yasalarına uyarlanmış fotoğraf biçimleriyle çıkarıldı. ilk Türkçe sayısının Türk güzeli Burçin Orhon'dur.

los lobos

ispanyolca 'Kurtlar' anlamına gelen; 1987'de çevrilen 'La bamba' filminin sound track'i ile aklımda yer eden, 3 grammy ödüllü, ABD'li rock grubu..

mike oldfield

New age akımının önde gelen seslerinden komplike bir müzisyen..
83'de çıkardığı 'Moonlight Shadow'u şiddetle dinlemenizi tavsiye ederim

falco

Jeanny, Vienna Calling, Rock me Amadeus,, Der Commissar ve Emotional gibi şarkılarla 80lerin unutulmazları arasındadır.. Ne yazıkki 1998'de elim bir trafik kazasıyla aramızdan ayrılmıştır.. (Bkz: No Kokain)

pearl harbor

Japon imparatorluk Donanması'nın, 8 Aralık 1941 sabahı, Hawaii adalarının Oahu adasında bulunan Amerikan Pearl Harbor askeri üssüne karşı düzenlediği sürpriz saldırıya verilen addır.

Pearl Harbor saldırısının amacı, Büyük Okyanus'ta gerçekleşebilecek olan muhtemel bir Amerikan askeri müdahalesini önlemekti. Saldırı sonucu; 12 Amerikan savaş gemisini ciddi hasara uğramış veya batmış, 188 savaş uçağı imha edilmiş, 2.403 Amerikan askeri ile 68 sivil hayatını kaybetmiştir. Bununla beraber Pasifik Filosu'nun üç uçak gemisi, üssün önemli tankerleri, denizaltılar ve fabrika gemileri gibi unsurları limanda olmadığından zarar görmekten kurtulnuştur. Bu bakımdan, askeri olarak başarılı sayılmayan bir saldırıdır.

modern talking

Günümüzde yapılan kafa ütüleyici müzikleri görünce; şarap gibi değeri her geçen yıl artıyor..

hepimiz ermeni yiz

Nefretin sevgiden farkı olduğunun en güzel göstergesi..Hepimiz insanız..Hepimiz sevgi yumağının bir parçasıyız..

hümanizm

Hümanist (insancıl) yaklaşım çağdaş bir psikoloji akımıdır. Hümanizm'de; insan için bilim amaç değil, ancak araç olabilir. insanı tanırken dogmatik görüşlerden kaçınmak gerekir. insan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. insanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için içgözleme baş vurmak zorunludur. insan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yordanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır.
Psikolojinin amaçlarından biri insan davranışlarını kontrol etmektir. Oysa Hümanistik yaklaşımda olanlar, psikolojik kontrolün insanlığın zararına kullanılabileceği inancındadırlar. Örneğin, iyi insan yetiştirmek doğru amaç gibi gelebilir. Ancak bu konuda çok çeşitli görüşler ortaya atılabilir.

bruce lee

Ölümü Kennedy ailesini anımsatan şahsına münhasır Kung Fu ustası.. Kuyruğuna basılmış kedi gibi bağırmasını taklit ettiğimden valide hanımdan az papara yememişimdir.. Konfüçyüs onu korusun!..

e t the extra terrestrial

1982 Steven Spielberg yapımı; çocukluğumun en güzel bilimkurgu filmlerinden biriydi.. Konusuna gelince; bir grup uzaylı dünyayı ziyaret eder ve aralarından birini bu yabancı gezegende unuturlar. Bu uzaylı yaratık 10 yaşında bir çocuk olan Elliot tarafından bulunur. Kısa bir süre sonra aralarında iletişim kurmaya başladıklarında ikisi arasında farklı bir arkadaşlık doğar. E.T. dünyadaki yaşam hakkında bilgi edinirken Elliot da arkadaşlığın gerçek anlamını öğrenmeye başlar.
E.T. belirli bir zaman sonra evine dönmek ister, ama bunun için Elliot'un yardımı gereklidir. Elliot, E.T.'ye yardım etmek istemekte, ama yardım ederse arkadaşını kaybedeceği düşüncesi de onu üzmektedir.
E.T. ve Elliot, E.T.'nin eve dönmesi için çalışmalara başlarlar, ancak E.T.'nin farkına varan devlet görevlilerinin E.T.'yi evine yollamak gibi bir niyetleri yoktur. Eliot'un yardımıyla zorda olsa E.T evine döner. Bu filmde burada biter.