bugün

entry'ler (251)

chokoprince

vahşi ışid'e ''islam devleti'' diyen yazar. ışid ve onun gibi bozgunculuk yapanlar kur'an'a göre cehennemliklerdir.

kur an ve izafiyet teorisi

20. yüzyılın en önemli bilimsel keşiflerinden birinin Einstein’ın izafiyet teorisi olduğu herkesin kabulüdür. Bu teoriyle, değişik çekim alanlarında ve hızlarda, zamanın akışında farklılık yaşanacağı; zamanın, evrendeki kütle ve hızlardan bağımsız bir varlık olmadığı, fakat bağımlı ve “izafi” olduğu anlaşılmıştır. Bu bulgunun, bilimsel açıdan olduğu kadar felsefe ve teoloji alanları açısından da önemli sonuçları vardır. Bu bilgiye sahip olarak Kur’an’ı okuduğumuz ve Kur’an’da “bir gün”ün bin yıla veya elli bin yıla denk olabileceğine dair ayetlere rastladığımızda, modern bilimin bu çok önemli bulgusuyla Kur’an ayetleri arasındaki paralelliğe tanık oluruz:

Gökten yere bütün işleri idare eder. Sonra onlar, sizin saymakta olduğunuz bin yıla denk bir günde O’na yükselir.

Melekler ve Ruh, süresi elli bin yıla denk olan bir günde oraya yükselir.

madem kur an da vardı

yani bu soruyu sormak cahillik ve gafillik göstergesidir. adeta kendinizi inanmamaya programlamaktır.

kuran ve bilim

YUKARIDA BAZI BEĞENDiĞiM KiTAPLARDAN ALINTILADĞIM METiNLER VAR. UMARIM YARDIMCI OLABiLMiŞiMDiR. KUR'AN VE BiLiMSEL GELiŞMELERiN ÖRTÜŞTÜĞÜNÜ ANLATMAK iSTEDiM.

kuran ve bilim

3- Bir de gaz halinde bulunan Evren’e yöneldi, ona ve yeryüzüne “isteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. ikisi de “isteyerek geldik” dediler.

Kur’an’dan, Evren’in ve Dünyamızın, şu anki haline dönüşmeden önce bir “gaz evresi” geçirdiğini anlıyoruz. Evren, başlangıcın ilk aşamalarında, çoğunluk maddesi hidrojen ve helyum atomlarından oluşan bir “gaz evresi” geçirmiştir. Diğer atomlar, başlangıçtaki bu gazların çekim gücü etkisiyle sıkışması sonucu oluşan yıldızların içindeki süreçlerle oluşmuştur. Çıplak gözle evrene bakan 1400 yıl öncesinin herhangi bir gözlemcisinin, evrenin geçmişinde bir “gaz evresi” olduğunu bilebilmesine olanak olmadığı gibi ancak 20. yüzyılda keşfedilmiş böylesine önemli bir bilimsel gerçeğin, tesadüfen söylenmiş olmasına da olanak yoktur.

kuran ve bilim

2- inkârcılar, Evren ve yer birbirleriyle bitişikken onları ayırdığımızı, ayrıca her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?

Newton’la beraber insanlık ilk defa detaylı bilimsel bir kozmoloji (evrenbilim) bilgisine 17. yüzyılda sahip oldu. Fakat bilimsel bir kozmogoni (evrendoğum) görüşüne insanlık ilk defa olarak ancak 1920′li yıllarda kavuştu. Lemaitre ve Friedmann’ın genişleyen evren modeli, zihinsel olarak geriye sarıldığında, “yerin ve göğün bitişik olduğu” bir durum karşımıza çıkar. Zamanla, Evren’in, “her şeyin bitişik olduğu” durumla başlangıcını tarif eden bu model, Big Bang (Büyük Patlama) ismi ile ünlü oldu. Bu modele karşı tüm itirazlar, bilimsel delillerle cevaplandı. Evren’in başlangıcındaki evrelerden kalan radyasyonun bulunmasından, bu modelin mikro dünyayla ilgili oluşumların açıklamasını en güzel şekilde sunmasına kadar sayısız delil bunların içindedir.

Enbiya Suresi’nin 30. ayetinde, “her şeyin bitişik iken ayrıldığı” söylenerek, Big Bang teorisiyle ortaya konan evren modeline işaret edilmektedir. Felsefe ve bilimin en temel ilgi alanlarından biri olan bu konuyla ilgili, Kuran’dan önceki hiçbir kaynakta, böylesine açık bir açıklamaya rastlanamaz. Bu kadar önemli bir konuda, böylesine açık bir işaretin; rastgele bir söylemeyle, bir tesadüfle veya Hz. Muhammed’in “şahsi kabiliyeti” ile olduğunu söylemek hiç de akılcı değildir. Üstelik bu ayetin hikmeti, Kur’an’ın vahyinden ancak 1300′den fazla sene sonra anlaşılmıştır; Peygamber’in döneminde böylesi bir iddianın inkârcıların alay konusu olmuş olması bile muhtemeldir. Peygamber’in, böylesi bir bilgiyi, kendi yaşadığı dönemde bilmesi mümkün değildir, ama bu mümkün olsaydı bile, inkârcıların iddia ettiği gibi “kendi menfaatleri için din uyduran” bir insanın, kendi yaşadığı dönemde aleyhinde bir durum oluşturacak bir iddiada bulunması mantıklı değildir. Fakat ne pahasına olursa olsun doğruyu açıklayan Allah’ın, Kur’an’ı vahyettiği anlaşılınca, böylesi bir sorun kalmaz.

Bu ayetin işaret ettiği evren modeli, ateistlerin “Evren/madde ezelidir ve her şeyin tek kaynağıdır” iddiasına, bilimsel ve felsefi temellendirmeyle cevap verilmesine olanak sunmaktadır.[19] Sonuçta, Kur’an ayetlerinde ortaya çıkan olağanüstülüklerin/mucizelerin hiçbiri; sadece ve sadece, bir olağanüstülük gözüksün, insanların bilmediği bir şey söylensin, günü gelince bunun değeri anlaşılsın ve bir mucize olsun diye değildir. Kur’an’ın 1400 yıl önce işaret ettiği hususların, modern bilimlerin ışığıyla değerinin anlaşılmasıyla bir “mucize” oluşmaktadır; fakat ayetin vahyediliş amacı, bundan muhakkak daha fazlasıdır, ayetlerle Allah’ın gözümüzü çevirdiği olgular ve onlardan alınacak dersler ile çıkarılacak sonuçlar da, yani ayetin içeriği de önemlidir. Kur’an’da var olan “olağanüstülükler”in hepsi içerikleri önemli ayetlerde tezahür etmektedir.

madem kur an da vardı

bu soruyu soranların bilimsel keşiflerin ve bilimsel metodolojinin doğasından habersiz olduklarını söyleyebilirim. kur’an’daki doğrudan ifadelere karşın; bilim, nedensel ilişkileri açığa çıkartarak, ayrıca birçok zaman keşfedilen araçların da yardımıyla, yeni olgulara, var olan bu basamaklardan yükselerek erişir. kur’an’ın birkaç kelimeyle ifade ettiği bir hakikate, bilimsel yöntemlerle ulaşmak için, birçok zaman yüzlerce hatta binlerce yıllık bilimsel birikimi kullanmak gerekmiştir. örneğin evren’in genişlemesinin bulunması için; öncelikle einstein’ın formüllerini oluşturabileceği alt yapı, bunun üzerine einstein’ın formülleri, doppler etkisi gibi teleskop gözlemlerinde kullanılan diğer bilimsel bilgiler, optikteki gelişmelerle teleskopun icadı ve geliştirilmesi, ayrıca yüz milyonlarca dolara denk bir bütçenin ayrılarak hubble teleskopu’nun inşası gibi birçok basamağın aşılması gerekmiştir… birçok zaman basamaklar aşılırken -evrenin genişlediğinin bulunmasında olduğu gibi- hiç umulmayan sonuçlarla karşılaşılır. bilimin metodolojisi ve doğası, bilimsel metodolojiyle basamakların aşılmasını gerektirir. olguları gözlemlemek, matematiksel formüller geliştirmek ve sistemli birleştirmeler gerçekleştirmek; bilimin gereğidir. kur’an, doğrudan ifadeler kullanırken, söylediği olguya bilimsel ulaşım için formüller ve teleskop gibi araçlar sunmaz.bu yüzden kur’an okuyanların, kur’an’da işaret edilen olguları, bilimsel metotla neden bulamadıklarıyla ilgili soru; bilimin metodolojisinin doğasını ve kur’an’ın doğrudan üslubunu göz önünde bulundur(a)mamaktan kaynaklanmaktadır. “evren’in genişlemesi” ile ilgili ayeti değerlendirirken yaptığım bu açıklama; modern bilimlerle kur’an arasındaki ilişkiyle ilgili diğer birçok örnek için de geçerlidir.

kuran ve bilim

1- Evren’i kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz.

Zariyat Suresi’ndeki bu ayetin dikkat çektiği husus, binlerce yıldır felsefe ve bilim tarihinde hararetle tartışılmış, düşünce tarihinin çok önemli bir konusu hakkındadır. “Evren sınırsızca sonsuz mudur? Yoksa Evren’in bir yerde sınırları var mıdır?” şeklindeki sorulara felsefe ve bilim adamlarının üç yaklaşım gösterdiğini söyleyebilirim. Aristoteles’in de içinde olduğu birinci grup, Evren’in sabit sınırları olduğunu savunmuştur. Newton’un da içinde olduğu ikinci grup, Evren’in sınırsızca sonsuz olduğunu ifade etmiştir. Kant’ın da içinde olduğu üçüncü grup, aklın bu konudaki ikilemi çözemeyeceğini söyleyerek agnostik bir tutum benimsemiştir. Birçok kişinin çözülemez bir problem olarak gördüğü bu meselede, 1920′li yıllarda, Einstein’ın formüllerinden hareketle ve birbirlerinden bağımsız olarak Georges Lemaitre ve Alexander Friedmann’ın, teorik olarak, evrenin genişlemesi gerektiğini ortaya koymaları bir dönüm noktası oldu. Bundan kısa bir süre sonra Hubble’ın teleskop gözlemleriyle, bu olgu, gözlemsel olarak da doğrulandı Bundan sonra yapılan tüm gözlem ve bulgular da bu olguyu destekledi.

Aristoteles’in sandığı gibi Evren’in sabit sınırları olmadığı gibi, Newton’un sandığı gibi sınırsız-sonsuz bir Evren’de de bulunmadığımızı; Evren’in genişleyen-dinamik sınırları olduğunu, 1920′li yıllardan önce tek ifade eden kaynak Kur’an’dır. Evren’e dışarıdan bakabilecek bir göze sahip olsaydık, belki de ilk söyleyeceğimiz şeylerden biri Evren’in sürekli genişlediği olurdu. Hz. Muhammed’in astrofizikçi olduğunu ve çöle çok donanımlı bir teleskop sakladığını, evrenin genişlediğini bu şekilde bulduğunu veya rastgele bir ifadeyle evrenin genişlediğinin söylenebilecek olduğunu; iddia edebilecek biri olduğunu sanmıyorum!

Bu örnek ışığında, sıkça sorulan bir soruya da cevap vermeye çalışacağım. Soru şu şekildedir: “Kur’an’da modern bilimlerle keşfedilen birçok olgudan madem önceden bahsedilmiştir, peki neden Müslümanlar bu keşifleri yapmıyorlar?” Bu soruyu soranların bilimsel keşiflerin ve bilimsel metodolojinin doğasından habersiz olduklarını söyleyebilirim. Kur’an’daki doğrudan ifadelere karşın; bilim, nedensel ilişkileri açığa çıkartarak, ayrıca birçok zaman keşfedilen araçların da yardımıyla, yeni olgulara, var olan bu basamaklardan yükselerek erişir. Kur’an’ın birkaç kelimeyle ifade ettiği bir hakikate, bilimsel yöntemlerle ulaşmak için, birçok zaman yüzlerce hatta binlerce yıllık bilimsel birikimi kullanmak gerekmiştir. Örneğin Evren’in genişlemesinin bulunması için; öncelikle Einstein’ın formüllerini oluşturabileceği alt yapı, bunun üzerine Einstein’ın formülleri, Doppler Etkisi gibi teleskop gözlemlerinde kullanılan diğer bilimsel bilgiler, optikteki gelişmelerle teleskopun icadı ve geliştirilmesi, ayrıca yüz milyonlarca dolara denk bir bütçenin ayrılarak Hubble Teleskopu’nun inşası gibi birçok basamağın aşılması gerekmiştir… Birçok zaman basamaklar aşılırken -evrenin genişlediğinin bulunmasında olduğu gibi- hiç umulmayan sonuçlarla karşılaşılır. Bilimin metodolojisi ve doğası, bilimsel metodolojiyle basamakların aşılmasını gerektirir. Olguları gözlemlemek, matematiksel formüller geliştirmek ve sistemli birleştirmeler gerçekleştirmek; bilimin gereğidir. Kur’an, doğrudan ifadeler kullanırken, söylediği olguya bilimsel ulaşım için formüller ve teleskop gibi araçlar sunmaz.Bu yüzden Kur’an okuyanların, Kur’an’da işaret edilen olguları, bilimsel metotla neden bulamadıklarıyla ilgili soru; bilimin metodolojisinin doğasını ve Kur’an’ın doğrudan üslubunu göz önünde bulundur(a)mamaktan kaynaklanmaktadır. “Evren’in genişlemesi” ile ilgili ayeti değerlendirirken yaptığım bu açıklama; modern bilimlerle Kur’an arasındaki ilişkiyle ilgili diğer birçok örnek için de geçerlidir.

kuran ı kerim

*Kur’an, evrenin ve insanın varlık sebebini açıklayan ve anlamlı kılan Allah merkezli bir ontoloji sunmaktadır. Kur’an’ın -tüm ilahi dinlerle beraber- sunduğu ontolojiye alternatif rasyonel bir ontoloji sunmak mümkün değildir.

* Kur’an, sunduğu ontolojinin gereği olan bir pratiği vazetmekte; teori-pratik bütünlüğünü oluşturmakta, ontolojinin merkezindeki Allah’ın, insan hayatının merkezine konmasında Hatırlatıcı/Zikir vazifesi üstlenmektedir.

* Kur’an, insanları sahte tanrılara tapmaktan kurtarmaktadır. Bu sahte tanrılar; güneşten, aydan, putlardan, insan nefsine kadar birçok farklı şekilde insanlığın karşısına çıkmışlardır.

*Kur’an, insanların “Nereden geliyorum” ve “Nereye gidiyorum” şeklindeki egzistansiyel çığlıklarına cevap vermektedir.

*Kur’an, insana, kör tesadüflerin eseri olmadığını ve Yaratıcısı’nın varlığını haber vererek; hayatına gerçek ve aldatıcı olmayan bir anlam sunmaktadır.

*Kur’an, insanlar arası ilişkilerin temelini oluşturan ahlaki yasalara rasyonel temel sunmaktadır.

*Kur’an, bir milyarın üstünde insana rehberlik yapan, dünyanın en çok okunan (namazlarda ve diğer zamanlarda) kitabı olma özelliğine sahiptir.

*Kur’an, kendi gücüyle yokluğu aşma imkânına sahip olmayan aciz insana; tüm dertlerini giderme imkânı tekelinde bulunduran Güç olan Yaratıcısı ile bağ kurma imkânı vererek, “Allah’ın yeryüzündeki ipi” (Hablullah)[1]vazifesini görmektedir.

anthropic principle ve materyalizm

materyalist-ateistler maddenin kendiliğinden var olmasının yanında, maddeye içkin olan doğa yasalarının da kendiliğinden var olduğunu savunurlar. tasarım deliliyle ise doğa yasalarının bir tasarım ürünü olduğu; eğer bilinçli bir yaratma eylemi olmasaydı, ancak doğa yasalarının çok ince bir şekilde ayarlanmasıyla mümkün olan canlıların ve insanın var olmasının da mümkün olamayacağı ifade edilir. ilk aşamada temel soru “neden hiçbir şey yerine bir şeyler var” şeklindeydi. burada ise “neden kaos yerine doğa yasaları var” ve “neden doğa yasaları, evrende gözlenen tasarımları ve tüm çeşitliliği ile canlıların meydana çıkışını olanaklı kılacak şekildedir” soruları bizi doğru cevaba götürebilir.

canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. bu kritik değerler 1970′li yıllarda “insancı ilke” (anthropic principle) olarak isimlendirildi. modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebilirim:

1- evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.

2- zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, big bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.

3- çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.

4- hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.

5- zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.9

evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. örneğin s sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; s’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1′dir.

bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1″ demektir.

bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir.

bilimsel gerçekler ve tasarım delilleri

Tektanrılı dinlerin Allah inancında, doğa yasalarının yanında fiziki dünyadaki tüm oluşumların da Allah tarafından meydana getirildiği savunulur. Evrene içkin yasalar (“zorunluluk” alanı diye de anılmıştır) ile fiziki dünyadaki oluşumlar (ateistlerin “tesadüf” alanı diye gördüğü) mahiyet olarak farklı olduğu ve her iki alanda da tasarımın örnekleri karşımıza çıktığı için bu iki alanı farklı iki şıkta ele alıyorum. insancı ilke ile ifade edilen; canlıların ve insanın var olabilmesi için gerekli kritik değerler, bu iki alanla da ilgilidir. Modern bilimin bize sunduklarıyla öğrendiğimiz fiziki oluşumlardaki kritik ayarlara şu beş örneği verebilirim:

1- Evreni meydana getiren patlama biraz daha şiddetli olsaydı, evrendeki tüm madde dağılırdı; eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanacaktı. Her iki durumda da ne galaksiler ne yıldızlar ne dünyamız ne de canlılar oluşurdu. Patlamanın galaksileri, yıldızları, dünyamızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı; havaya atılan bir kalemin sivri ucu üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir.

2- Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır.

3- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kendi anti-maddelerinden daha fazla olmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre belirlenmiş oranlarda yaratılmış olmaları da gerekmektedir.

4- Dünyamızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır. Eğer bu manyetik alan daha güçlü olsaydı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebilirdi. Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten gelen zararlı ışınlar yaşamın oluşmasına olanak tanımazdı.

5- Yaşam için bütün şartları yerine getiren dünyamızın, yaratılma zamanı da yaşama tam uygun olarak seçilmiştir. Dünya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar (karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı. Eğer dünyamızın yaratılışı daha sonraya kalsaydı, Güneş sistemimizi oluşturacak yoğunlukta hammadde kalmamış olacaktı.

doğa yasaları ve tasarım

Canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. Yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. Bu kritik değerler 1970′li yıllarda “insancı ilke” (Anthropic Principle) olarak isimlendirildi. Modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebilirim:

1- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.

2- Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.

3- Çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. Her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.

4- Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.

5- Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.9

Evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Örneğin S sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; S’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1′dir.

Bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. Canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1″ demektir.

Bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir. Doğa yasalarının tasarımı derken, sadece bu yasalardaki ve maddedeki özelliklerin hassas ayarları anlaşılmamalıdır; bu yasaların ve maddedeki özelliklerin bizatihi kendileri de tasarımı gösterir. Sadece protonun kültesinin elektronun kütlesine oranı değil, protonun ve elektronun varlıkları da tasarımı gösterir; çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranının yanında çekim kuvvetinin ve elektromanyetik kuvvetin varlıkları da tasarımı gösterir. Bu yasalardan ve bunlarla ilgili kritik değerlerden birinin bile olmaması durumunda canlılık oluşamazdı.

Materyalist-ateizmin kör tesadüfleri, birçok canlıyı meyve verecek şekilde maddeye içkin böylesi kritik ayarların varlığını açıklayamaz. Oysa tasarım deliliyle; doğa yasalarının ve gözlenen çeşitliliği oluşturacak şekilde potansiyeli mümkün kılan böylesi kritik ayarların varlığı rasyonel bir açıklamaya kavuşur.

doğa yasaları ve teizm

Materyalist-ateistler maddenin kendiliğinden var olmasının yanında, maddeye içkin olan doğa yasalarının da kendiliğinden var olduğunu savunurlar. Tasarım deliliyle ise doğa yasalarının bir tasarım ürünü olduğu; eğer bilinçli bir yaratma eylemi olmasaydı, ancak doğa yasalarının çok ince bir şekilde ayarlanmasıyla mümkün olan canlıların ve insanın var olmasının da mümkün olamayacağı ifade edilir. ilk aşamada temel soru “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var” şeklindeydi. Burada ise “Neden kaos yerine doğa yasaları var” ve “Neden doğa yasaları, evrende gözlenen tasarımları ve tüm çeşitliliği ile canlıların meydana çıkışını olanaklı kılacak şekildedir” soruları bizi doğru cevaba götürebilir.

Canlıların var olması için gerekli olan şartlar sıradan şartlar değildir. Ancak çok çok kritik değerlerin seçilmesi sonucunda bütün canlıların ve biz insanların varlığı mümkün olmuştur. 20. Yüzyıldaki bilimsel gelişmeler sayesinde, artık matematiksel dille de ifadesi mümkün birçok kritik değer açığa çıktı. Bu kritik değerler 1970′li yıllarda “insancı ilke” (Anthropic Principle) olarak isimlendirildi. Modern bilimlerdeki gelişmelerle keşfedilen doğa yasalarındaki binlerce kritik ayara şu beş örneği verebilirim:

1- Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton ve elektronun kütleleri mevcut şekilde olmalıdır. Eğer protonun kütlesinin elektronun kütlesine oranı 1836/1 oranında olmasaydı, canlılığı mümkün kılan uzun moleküller oluşamazdı.

2- Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’de çok fazla hidrojen helyuma dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.

3- Çekim kuvveti daha şiddetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden karadeliklere dönüşürdü. Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar oluşamayacaktı. Her iki durumda da canlılık mümkün olamazdı.

4- Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon yetersiz olurdu.

5- Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvvetinin belli hassas ayarlamalar gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun şekilde de yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların hem de tüm canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir. Bu hassas dengeye şöyle bir örnek verilebilir: Çekim kuvvetinin elektromanyetik kuvvete oranı sırf 1040‘da 1 oranında bile değişseydi, yıldızların oluşumundaki olumsuzluklar canlılığın oluşumuna izin vermeyecek seviyede olurdu.9

Evrende mevcut olan bu hassas ayarların hepsinin birden gerçekleşmesiyle ancak canlılığın mümkün olduğuna dikkat edilmelidir. Olasılık hesapları açısından, bu tip durumlarda, bütün olasılıkların çarpımının, amacın gerçekleşmesinin olasılığını verdiğini unutmamalıyız. Örneğin S sonucunun gerçekleşmesi ilk olarak milyarda bir, ikinci olarak katrilyonda bir, üçüncü olarak trilyonda bir olasılıklarının hepsinin gerçekleşmesine bağlıysa; S’nin gerçekleşme olasılığı milyar x katrilyon x trilyon’da 1′dir.

Bunlar da göstermektedir ki modern bilimle son dönemde ortaya çıkan veriler, tarih boyunca tasarım delili ile ortaya konan anlayışla uyumludur. Canlılığın varlığı, birkaç olasılıktan birine bağlı gerçekleşmesi sıradan bir olasılık değildir; canlılığın varlığı için gerekli çok basit bir ön şart, örneğin sırf 5. maddedeki şart bile 1040‘da 1 olasılığa denk gelmektedir ki, bu olasılık ise “trilyon x trilyon x milyar x on milyon’da 1″ demektir.

Bu veriler evrende sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzen olduğunu gösterir.

caner taslaman

yerçekimi ve entropiye inanılmaz. bunlar bilimsel gerçeklerdir. inançla alakası yoktur. ya hadi by arkadaşım ya.

caner taslaman

TANIM: YOBAZ ATEiSTLERi ÇILDIRTAN MÜSLÜMAN FELSEFECi.

caner taslaman

BU SENiN GÖRÜŞLERiN. KiMSE SENiN BU SAÇMA FiKiRLERiNE iNANMAK ZORUNDA DA DEĞiL. BANA GÖRE KUR'AN iLAHi BiR KiTAPTIR. VE BUNU SANA ZORLA DAYATMIYORUM. OKURSUN, iNANIRSIN VEYA iNANMAZSIN.. BU SENi BAĞLAR. demagojiDEN BAŞKA BiR ŞEY YAPMIYORSUN.

ibrahim 52

هذا بلغ للناس ولينذروا به وليعلموا انما هو اله وحد وليذكر اولوا الالبب

Hâzâ belâgun lin nâsi ve li yunzerû bihî ve li ya’lemû ennemâ huve ilâhun vâhidun ve li yezzekkere ûlul elbâb|i|

14:52 Bu, insanlara bir bildiridir. Bu uyarıyı dinlesinler, O'nun yalnız tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.

caner taslaman

BiLiM, iNSANIN ANLAM ARAYIŞINA CEVAP VEREMEZ. HATTA BAZUI MATERYALiST, ATEiST BiLiM ADAMLARI ''ANLAM YOKTUR'' DEMiŞTiR. HAHAHA NEYSE BUNDAN SONRA YAZMAYACAĞIM. BENi iSLAMA iNANIYORUM VE MÜSLÜMANIM. SiZ iNANMIYORSANIZ SAYGI DUYUYORUM. HADi iYi GECELER. BY

caner taslaman

CANER TASLAMAN'I CiDDiYE ALAN ALIYOR. DENEYCiLiK VE BiLiM HER ŞEYi AÇIKLAYAMAZ. AHLAK iLE iLGiLi BiR SÜRÜ SORUN ORTAYA ÇIKAR. ESTETiK iLE iLGiLi BiR SÜRÜ SORUN ORTAYA ÇIKAR. BiLiM EVRENiN NASIL OLDUĞUNU AÇIKLAR. NEDEN OLDUĞUNU AÇIKLAYAMAZ. ANCAK EVRENiN TASARIMLI OLDUĞUNA DAiR DELiLLER TANRIYI KANITLAYABiLiR. VEYA TASARIMLI OLMADIĞINA DAiR KANITLAR OLMADIĞINI.. ANCAK HASSAS AYARLAR GiBi TASARIMA iŞARET EDEN BiR SÜRÜ KANIT VARDIR. HAYATA MATERYALiST BiR BAKIŞ AÇISIYLA BAKANLAR ZATEN iNANAMAZLAR. YANi METAFiZiKE iNANMA iHTiMALLERi YOKTUR. O YÜZDEN TARTIŞMALARI ANLAMSIZDIR. ANCAK HER ŞEYiN MADDE OLMADIĞINI GÖREBiLENLER GERÇEĞi GÖRECEKTiR.

O

caner taslaman

AN iTiBARiYLE TWETTER DA TT OLMUŞTUR.