bugün

Corona var corona
Sakın çıkma kordona
Bayram geldi sayılır
Baklavanı yiyen bayılır.
Sen her gün başka bir güzel olsan
Ben her gün başka bir âşık
Her göz göze gelişimizde
Yıldırımla vurulmuş gibi olsak
Yepyeni bir aşk olsa aramızdaki
Her seferinde
Ne harika olurdu yaşamak
Hele evlilik
Sen her gün başka bir güzel olsan.
Tavşan gider ekine,
Kulakları dikine,
Bal mı sürdün entryne
Çok tatlı geldi gözüme.
197 gün önce bu başlığa entry giren yazara şiir bırakmaktır.

"benim adım bilinen bütün cevapların üstüne mühürlenmiş
ellerim tütsülenmiş
evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında
dirgenler, bakraçlar, tornavidalar
bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa
gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.
ve bu yüzden yakışıksız oluyor
insanları hummalı baharlar olarak tanımlamak
ve bu yüzden göğsümde dakikalar
ince parmaklar halinde geziniyor
konvoylar geçiyor meşelikler arasından
bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
ölümden anlayani ciddi bir yaprak
unutulacak diyorum, iyice unutulsun
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak."

Tamamı için; (bkz: karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak) (bkz: ismet özel)
Evinin beyi, şahap'ın beybisi
Derdin nedir senin ha abisi
Ne işe yarar ki bu açık eksi
Kızlar, fistingci sahap çok seksi!
Ey aracı ne ararsın,
Derinlerdeki sırrı ne yaparsın,
Bu şehvetin neye, niye kasarsın,
Çok oynak bir karısın,
Bana kaşarlı tost yapar mısın?
Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.

Kırk yıl önce; yani babam ölünce
Kadılıklar hâkimliğe dönünce
Mirasçılar tarla, takım bölünce
irezillik beni buldu hâkim beğ.

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git
Bini buldu burda yediğim zılgıt
Eğer diyeceksen: bana ne, öl git!
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.

Sekiz evlek tarla, bir geverlik su
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu?
Kazanmasam da hu, kazansam da hu!
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ.

Keşife-meşife, damgaya, harca
Kanımız kurudu harca da, harca..
Sayenizde avukatlar yıllarca,
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ.

Mübaşir itekler, kâtip zavırlar
Değişti bizde de göya devirler
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ.

Kabahat sizde mi, kanunlarda mı?
Şaşırdım billâhi yolu yordamı..
Kızma sözlerime alam kadanı
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ.

Mülkün temeliydi adalet hani? ...
Bizim hak temelde saklı mı yani?
Çıkartıp ta versen kim olur mâni?
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ? !

Hem davacı pişman, hem de davalı..
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı.
Sabret makamından çalma kavalı,
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.

Vur Emri

Abdurrahim Karakoç
SESSiZLiĞiM SENDENDiR

Sanmaki sezsizliğim cahilliğimden,
Susuyorsam bilki kuyum çok derin,
Sessizliğim sensizlik endişesi,
Sessizliğim ve ağırlığım taşıdığım yükün kıymetindendir,
O yükün ağırlık merkezi sol yanımdadır,
Kıymetlilerin yeri, kıymeti olanların yeri,
Derin, sessiz ve ağır
Başım öne eğikse bu yine sendendir bilesin
Sesim çıkmıyorsa bu da sendendir ey canan
Sığ sular gibi çok hareketli değilim ama okyanusları gördüğümde anlıyorum sessizliğimin kıymetini
Derinlerde kopar fırtına ama derinler uzaktadır
Sessizliğim sana olan ilgimin seni kirletme endişesindendir
Sessizliğim sana olan sevgimdendir bilesin

Arayıcı
Büyüyünce öğreniyor insan
Ağzında ne varken konuşmayacağını.
seni anan benim için doğurmuş
hamurunu benim için yoğurmuş.
öpünce makyajın, öpmeyince moralin bozulurdu.
doğarken güneş ardından tepelerin,
amına koyım tüm teletabilerin.
Leyla mecnun içün dolaşmış çölleri
Ben öldükten sonra s2yim tüm gölleri.

Tam tersi de olabilir kardo.
Sen yoktun
Terk edilmiş bir istanbul vardı
Yaslanmış gökyüzünün umarsızlığına
Eylül rüzgarlarıyla sararan
Bayram kartpostallarına benzeyen
Sen yoktun
Bir çocuk ağlardı istasyonlarda
Geceyarıları uykumu bölerdi hıçkırıkları
Trenler geçerdi gözbebeklerinden
Kirlenirdi bembeyaz umutlarım
Sen yoktun
Tüm dünyayı değiştirebilirdim
Oysa aynalarda eskiyor yüzüm
Ne yana baksam karşımda bir anı
Meğer istanbul ne çok benziyormuş sana
Sen yoktun
Omuzlarımda paramparça bir yürek
Göğüs kafesimde karmakarışık bir kafa
Kıvranarak olayların burgacında
Gezinirim sensizlikte, deliliğin sınırlarında
Sen yoktun
Kanayan bir istanbul vardı
Yeryüzü ıssızlığında

Yekta'nın şiiri / istanbul Hatırası
Sonra bir gün anneler de ölür
Böcekler ve kertenkeleler ölür
Boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
Sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür
Sonra o gün çocuklar da ölür

Biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk

Sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
Balçıktan bir külçe olan dölleri
En iri elleriyle kepçeliyen
Ve biçimliyen
Ve hep önce kendidiyle biçimliyen
O dehşetli yontucuyu
Doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini
Sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen
Anneyi o usta nakkaşı
Unutmadık

Önce anne doğurdu çocuğu acıya
Sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı
Sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu

Geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar
içti ağulu sütünü hayat denen annenin
Sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini
Hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu
Acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri

Böyle vardı bir ırmak kıyısına
Anne bir tedirginliktir nerede olsa
Bağırgan bir karmaşadır onun sesi
takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne
- bu ayıp bu günah
bu çok ayıp günay
-el ne der sonra
ayak ne der
bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya

ama bir gün anneyle de hesaplaşılır

çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen
ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında
-ah baba
niye baba

ve bir gün babalar ölür

tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde
her tanrı biraz baba gibidir
yiğit ve erkektir çocukları koruyan
umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı
çünki tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır
vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu
acının padişahı elbette zalim olur
ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı
bir soru önce acıya sonra acıya uzanır
-hey tanrı
hani tanrı

böylece o gün tanrı da ölür

şimdi annenin yüreğinde ışıyandır
sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak
bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır
akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse
hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva
yapar
çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva
işte artık ne anne ne tapınak
yıkılır gözyaşlarının sığınağı da

sonra bir gün anneler de ölür

gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin
öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk
çocuk büyür
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek

işte yeniden giyiniyor kendini çocuk
bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan
yanlarını
kendini üstlemişsin var olmak için susmalar köprü
çocuk çocuk sana bir aşk gerek

sen iyilikler ve güzellikler uzmanı
suskunun gizemli sabrı
bir teraziyi en iyi kullanan
iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü
karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu
ey hayat canbazı
ey ip şaşkını
ezberle o incecik tel üzerinde
hayatı dengeliyen asayı:
aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk
ikisini de doğuran şey aynıdır

bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan,
bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan,
uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran,
anneyi üreten babayı çoşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan,
bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten,
umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren
güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.

Sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı
Var kılan umut
Ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden
Can canı sever ötesi yok bunun çocuk
Ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü
Sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü
Ah elbette aşktır dostluğu mayalayan
Ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa
Bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı
Hayır’lara evet’lerle direten
Çirkini öptüren kötüyü sevdiren
Aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla
Kim ki kendini açığa komaktan korkmaz
O saygın bir insandır
Herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da
Böylece lady chatterley de sevilir giovanni de
Böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de
Elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur
Ama elbette her aşk kendine sorumlu
olunca
bir gün aşk da ölür

ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin
yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur
boşlukları
ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı
dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı
ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa
aşkın ve dostluğun varlığını
bir gün ansızın yiter dostalar ve sevgililer
etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar

işte o gün her şey ölür

şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli
bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle
ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri
ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken
şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara

ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için. (Beyaz ölüm kuşları-arkadaş zekai özger)

Üşengeçler için: "can canı sever ötesi yok bunun çocuk"
siiri bilmem yazilari sahane bakın bence bi http://belkispalali.wordpress.com
şartel attı kız barmene bakınca
nevri döndü buldu bir tabanca
o güne kadar incitmedi karınca
hayatı kaydı kurşun yanlış hedefe varınca

cenaze çıktı kanlı diskotekten
oysa hoş bir geceydi çaldığın felekten
geldi barın sahibi "lütfen içki parası"
demek ki neymiş alkol her fenalığın anası.
“ayakkabılarını kapımın önünde görmeyi istiyorum!
çünkü bu,
seni seviyorumun içine nal salmak demektir
ve hareketinin bana durduğunu akla uydurur.
oysa seni sevmem toplumu meşru kılar
ve gitmen beni dile indirger sevgilim”

–Ah Muhsin Ünlü
görsel
görsel
Milsiz'e bir akrostiş...

Maldın andavaldın,
insan değildin hayvandın,
lakin bir sapkındın.

sendin o sözlük hayvanı,
insan değildin manyaktın,
zaten bir yobazdın.

-invader23
...
Söküyorum şimdi sözleri birer birer
Kalpten kalbe giden yolu kapayan
Kalbim, anlatılmaktan usanmış,
Yıldızı sönmüş bir komedyendir artık,
Dilencinin önünde kahkahalar atıyor,
Kirli bir mendille çıkınlanmış şimdi dünya.
Hayretle bakıyorum kedinin gözlerindeki çapağa,
Geri vermiş hayata çaldığı şiirleri,
Ne zaman aşkı tersinden okusam
Anlıyorum kediler bile meğer alışmış bu yokluğa
Sallayıp duruyorum bu akşam kayboluşumun beşiğini,
Gönüllü hemşire birinci sigarasına.

Sarhoşum kadehlerde biriken tozla
Çekil diyorum kağıda, çekil,
içer ve zehirlenir
Ne zaman gözlerimden mürekkep damlasa.
Kalbime dokunuyorum bir kelebeğe dokunur gibi
Yetmez mi acaba bu dökülen pullar aşka?
Yoksa şu sızıyı
Sobası tüten evin şiirinde mi saklasam?
Şu sardunyanın kırmızı çiçek açışına
Yetmez mi acaba ah kör olmuş bir Türk filminde ağlasam?
Ne zaman sorsam,
Anlıyorum kediler bile meğer alışmış zamana.

Dünyayı bir salyangozun izlerinde dolaşsam,
Elimde parlak bir harita
Hiçbir atlasta henüz yer almamış.
Ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam
Yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba?

Kedilerin Alışkanlıkları/ Didem Mamak
Sevdiğim, kemençede titretiyorken yayı,
Bülbül sustu, unuttu o eski ağlamayı.
Öyle sandım ki gökte kızıllık sardı ayı,
Sevdiğim, kemençede inletiyorken yayı...

Ağaçların dalları saygılarla eğildi,
içimden çarpıntıyı, gözümden yaşı sildi,
Böceklerin sesleri birdenbire kesildi,
Sevdiğim, kemençede söyletiyorken yayı...
Ayın on dördü gökte yavaşça yükselince,
Bir bağlama başladı önceden ince ince ...

Birdenbire gürleşip kemençeye karıştı,
Biri coşkun bir öfke, biri bir yalvarıştı.
Birini inletirken bir kadının elleri,
Birinde bir erkeğin kırılmış emelleri...
Sonra kemençe sustu... Yalnız kaldı bağlama,
Çalkalanarak diyor ki: “Boşunadır, ağlama!
Kemençen, bağlamam ve ... Gönüllerimiz kırıktır;
Her tatlı sevişmenin sonu bir ayrılıktır...

Gök onun kadar derin , o gök kadar berraktı,
Biraz sonra nazik ay bizi yalnız bıraktı...
Bu ayrılık çağının hicranını bir düşün,
Beni hala yakıyor tadı en son öpüşün!?..

Hazin hıçkırıkları bırakılmış bir kızın,
Hatırlattı bütün o eski ayrılıkları.
Söndürür neşesini gönlümüzdeki hızın,
Bırakılmış bir kızın hazin hıçkırıkları...

H. Nihal atsız
Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
''Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz''.
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyalardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
içeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi.
ne ben sezar'ım
ne de sen brütüs'sün
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün
artık seninle ben
düşman bile değiliz.
güncel Önemli Başlıklar