bugün

Hayattayken korkulmaması gereken.
Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz ikinci Söz’ün âhirinde denildiği gibi: Dünyanın bin sene mesudane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen cennet hayatının ve o cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptela ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, onun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi ve bütün cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve cazibeler, bir lem’a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Lâyezal’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan cennete çağrılıyorsunuz. Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.

ASÂ-YI MUSA
Mezarlıklar Bensiz olmaz ve vazgeçilmezim diyenlerle dolu.
Neyin peşindesiniz.
Öyle yakın ki; Yastığının altında.evet.
Her canlının başına gelecek olgu. Doğanın kanunu. Kaçışı olmayan, Bilinmezlik, sonsuzluk.
bir son değildir aksine yeni bir başlangıçtır.
Ölümden korkmayın zira hayattayken ölüm yok ölüm olduğunda ise siz yoksunuz. (Götümden uydurmadım bir filozofun sözüymüş eski manitadan öğrendim.)
Ölümün güzelliği vardı. Yanaklarına dolgunluk veren ufak bir tebessümü, hiç sevmediği kabarık saçları, küçük vücuduna meydan okuyan uzun ince zarif parmakları, dünya hayatını alt üst edecek hayalleri, mitolojiyi kıskandıracak bilimsel hikayeleri, kuşları susturacak bir sesi ve toprağın üstünü kapatamayacağı cennet kadar büyük bir kalbi vardı. Böyle bir ölüme nasıl aşık olunmazdı ?
bir son değil yeni bir başlangıç olarak görmüşümdür hep ölünce anlayacağız son mu başlangıc mı.
tekrarı yaşanmayacak ikinci ve son başlangıç noktası.
Nihai son, tek gerçek.
ansızın gelecek olması üzücü olan durumdur. daha üzücü olanı ise kimsenin ölümü düşünmemesidir. hakkımızda hayırlısı..
her yaratılmış olanın kaçınılmaz sonu.

insan ve cin için yeni bir hayata başlangıç, kalan tüm canlı-cansız varlıklar içinse yok oluş.
bu sabah babannemi defnettik. allah ona merhamet etsin, rahmet etsin. onu rahat ettirsin. olayı anlatıyorum. bir adamın uzunlamasına sağıcağı uzunlukta, yaklaşık iki metrelik bir çukura ceseti indirdik. sonra üstüne sıralı çapraz şekilde tahtalarla cesetin üzerini örttük. ve üzerine toprakları atmaya başladık. işte bu kadar. varacağımız yer belli. kimseyi ne kırmaya gerek var nede üzmeye. nefesimiz sayısınca allah'ın rızasını gözeterek insanları memnun etmeye çalışalım. allah'ı razı etmede insanlarda birer araçtır. hatta büyük bir bölümünü oluşturur bu noktada. uygulaması çok zor. allah hepimize bu gayreti ve bilinci versin. amin.
bir kez canın çok yanınca bir daha o kadar acımayacak gibi geliyor. babam gideli tam 3 ay 29 gün olmuş. herhangi bir şey hissedemiyorum. içim buz gibi. hala. dünyanın dönüp dönmemesi çok da derdim değil. yaşıyor muyum, hayat devam mı ediyor evet. yat kalk işe git yat kalk. filmlerdeki duygusuz robotlar olur ya, içimde öyle bir ruh var sanki. dik durmayı ondan öğrendim. kimseye ah vah dedirtmedim bir kez bile. marifet mi,sanmam. son 2 haftadır hep rüyamda görüyorum. özlemenin gerçekten neye benzediğini 26. yaşımda öğrendim. daha önce bir entryimde "gittiği yerden dönemeyecek olana hasretsindir,ona özlem denmez." yazmıştım hatırlıyorum. evet,içimde bu kadar dev bir hasret büyütebileceğimden haberim yoktu benim. kız çocuğu olmak güzeldi, ben daha büyümek istememiştim.

ben buraya içimi dökmeye geldim sözlük,bazen ciğerlerim dar geliyor.
Herkesin bir gün mutlaka başına geleceği olay.
hah bu konuda yazmak elzem oldu işte...

insan "ölümlü"dür... "mortal" değildir. bir tek yaratıcı "ölümsüz"dür. yaratılışın başında sonsuza dek yaşamak üzere yaratılmışsa da o yaşayışı yaratıcıya bağlıdır. kendi başına bir ölümsüzlüğe veya sonsuz yaşam gücüne sahip değildir. bu 1.

şimdi ölümü... son nefesini vermek ve yok oluş şeklinde ikiye ayıracağım ki daha iyi anlaşılsın.

bir insan son nefesini verdiğinde. artık yaşayan bir ruh/kişilik değildir. yerin toprağı yani beden + nefes birbirinden ayrılmıştır. ve son nefesini veren kişi şuursuz/bilinçsiz bir nevi uyku halindedir. dirilişe kadar hiçbir şey duymaz/görmez bilmez.

yargı da dirilişte yani sonda verileceği için henüz hali hazırda bildiğiniz anlamda cennette veya cehennemde kimse yoktur ve dolayısı ile öyle bir yer de yok halihazırda şu anda.

kötüler için "söndürülemeyen bir ateş" ki bu gide gide "sonsuza dek yanan/yakan bir ateş" olarak algılanmaya başladı ve kilise vs bu şekilde bir teoloji oluşturdu, paganlığın ve özellikle de grek felsefesinin etkisiyle.

sonda kötüler yağan bir ateşle "yok" olacaklar. yanıp tükenecekler bir kağıdın vs yanıp yok olması gibi.
artık yaşamda var olmayacaklar. sanki hiç doğmamış veya var olmamış gibi.
bu bildiğiniz cehennem cezasından daha ötedir aslında ama yukarıda sizi sonsuza dek kızartacak bir yaratıcı yok.
hah işte bu 2. ölüm denilen şeydir.

cennet konusuna gelirsek... evet bir bin yıl yukarıda yaratıcının önünde yaratıcının verdiği yargılara göz atacağız. ulan babam iyi adamdı niye yok oldu diye. ve emin olun herkes "tanrım haklıymışsın!" diyecek sevdiğimiz kimi kişiler yok olsada.

ve yaratıcı bize sıfırdan... cennet gibi yeni bir evren ve bir dünya yaratacak şu ankini yok edip. insanız olm biz bize dünya lazım.yaratılışımız belli... burnumuza dilimize kulağımıza gözümüze hitap edecek bir dünya gerek bize.

başlangıçtan beri ölümün ve yaşamın hakikati ve gerçeği budur. bunu yahudiler ve hristiyanlar zamanla kaybettiler. diğer dinlerden farkları kalmadı ölüm sonrası cennet cehennem içeren.
ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm ben senin için yaşamayı goze almışım

- (bkz: ali candan).
ah be nail...

sabahın 6'sında uyudum. gecenin huzursuzluğu uyutmadı bir türlü. halbuki bir şişe şarap bitirmişim, mışıl mışıl uyumam lazımdı. 9 gibi uyandım, ne yapacağını bilmeden öyle sağa sola bakındım, baş ucumdaki kitapları karıştırdım, biraz müzik dinledim. sonra telefon çaldı, çok uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaş, zeynel. siverekli, ağa çocuğu zeynel. bir arkadaş grubumuz vardı zamanında, öğrencilik günleri. zeynel ağa çocuğuydu ya, zengindi. ben garibandım. sağolsun her şeyini paylaştı benimle. en değerlisi de soğuk bozkır geceleri, buz tutmuş ankara sokaklarıydı. paramız bittiği zamanlarda tek paket sigarayı paylaştık, yeri geldi gideceğimiz yere yürüdük. çok zaman geçmiş üzerinden. nasıl buldu beni bilmiyorum. tüm geçmişimle, geleceğimle bağımı koparmışken, hatta telefon numaram bile değişmişken. açmadım önce. açmak istemedim. telefon kapanınca hemen bir mesaj, 'uyanınca beni arar mısın?' bekletmeden aradım.

öylesine konuştuk biraz. aynı şehirdeyiz ama aramız uzak. bunu bilmeme rağmen hiç aramadım ben onu, o beni buldu. 'özledim' dedi. 'hep seni anlatıyorum arkadaşlarıma.' yaşamından bahsetti, yaptığı işten, ölen babasından, evleneceğinden, eski arkadaşlardan... 'hep ulaşmaya çalıştım sana' dedi. kolay değil, belki 5 yıldır duymamışız birbirimizin sesini. gece biraz huzursuz, biraz da hüzünlü olunca gözlerim doluverdi o anlatırken. çok şey paylaşmışız; soğuğu, sigarayı, geceyi, garibanlığı... param bittiği zamanlarda karnımı hep onların evinde doyurdum. onun ve nail'in.

'nail' dedi, 'haberin var mı ondan?'. 'yok' dedim. 'uzun zamandır kendimden bile haberim yok.' sahiden de yok. her şey öylesineymiş gibi. 'kaybettik' dedi. şaşırdım, tuhaflaştım, ruhum daraldı. nasıl diye soramadım bile.

çok istiyordu öğretmen olmayı, atanabilmek için deli gibi ders çalışıyordu son senesinde. hiç beklemeden de göreve başladı zaten. kalbi temiz adamdı, ne güzel öğrenciler yetiştirir diyordum hep onun için. siverekte başladı göreve, zeynel'in memleketi. ne kadar zaman kaldı bilmiyorum. sonradan öğrendim, evlenmiş, hatta bir de çocuğu olmuş. uzaktan uzağa sevindim onun adına. kendisine yakışan bir hayat yaşıyor diye düşündüm. hiç aramadım.

'kendini asmış' dedi zeynel. kafam allak bullak oldu. bu hareketi en çok kendimden beklerdim, hiç beklemediğim insanlar yaptı. önce reşat abi astı kendini, sonra nail. ikisine de hiç yakışmadı ama nail çok başkaydı. yüzünü görenin, sesini duyanın içine huzur dolardı sanki. derdimizi çözmek için vardı, hiç elimiz boş göndermedi. ne derdimiz varsa ortak oldu, hep dinledi. hatta içki içmezken paramızın olmadığını bilir, şarabımıza ortak olurdu. bir yudum almışlığını görmedim. istanbula gittiğim, kalacak yer bulamadığım zamanlarda da onu aradım. annesini babasını bir yerlere gönderdi, açtı evinin kapısını bana. hiç olmaz demedi, yok demedi.

ben hiçbir şey sormadım, sadece zeynel anlattı. 'eşinden ayrılmış' dedi, 'evin ortasında kalınca bir iple asmış kendini, sabahına öğretmen arkadaşları bulmuş cesedini' dedi. üzülmekten, kahrolmaktan daha beter bir hal hiçbir şey söyleyememek. 'cumartesi seni görmeye geleceğim' dedi. titrek sesimle gel dedim, ben de özledim.

ölüm, karşısında hiçbir şey söyleyemediğimiz bir gerçek. nail ne düşünüp böyle bir şeye kalkıştı, bilmiyorum. kötü bir hayat yaşıyordu belki. belki de bildiği bazı şeyler fazla ağır geldi. bildiğim şey, talihine ve tabiatına boyun eğmedi. tanrıyı beklemedi, kendi gitti yanına.

ah nail, temiz yüzlü kardeşim. bu, adını son kez anışımdır.
yakındır görüşmemiz,
hoşçakal.

görsel
her zaman her şekilde ani olan.

ilginç olan ise bunun kalanların tespiti olması. allah bizleri affetsin.
Gelse de gitsek artık, can sıkmaya başladı.
Hayattaki en büyük macera Azrail'i gördüğün andır.
Ve ölüm bir son değil bir başlangıçtır.
amaan koy götüne gitsin şeklinde karşıladığım hadise.
It gibi tırstığim sey. Sorasi belirsi. Bu dunyada buraktigin milyonlarc guzel sey var. Umutlarin, hayallerin yarim kalan bir suru sey. Öffff anksiyitemi azdirdiniz dar vakitte.
korkulacak bir şey değildir.

“DON'T THiNK OF iT AS DYiNG, said Death. JUST THiNK OF iT AS LEAViNG EARLY TO AVOiD THE RUSH.”
Zamanın mekandan ayrılmasıdır.