bugün

insanımız egolu. Birbirine tahammül edemiyor kimse. Sosyal ilişki kalmıyor o yüzden. idare edeyim anlayışı yok bizde. Herkes ben de ben diyor. Ufak bir hatayı yanlış anlıyor. Sonra bunu büyütüp nefrete çeviriyor. Özellikle de gençler birbirini çekemiyor. Amansız bieir rekabet durumu mevcut.
üç sebepten kaynaklanır.

1-tür
2-ki
3-ye
bu ülke toplumunun, hata yapmak ve bu hatalardan deneyim kazanmak konusunda gençlerine en ufak bir alan tanımaması ile ilgili, hayati öneme sahip bir şey bu. neredeyse lüks gibi görünen bu olay, insanın ve toplumun gelişimi için o kadar önemli ki, normal yetişen gençleri görene kadar insan kendisindeki eksik parçayı bile anlayamıyor. birçok insanın kapana kısılmış gibi hissetme ve kaçıp gitmek isteme sebebi de budur.

20'lerimin başında ilk yurtdışı deneyimimde, birçok milletten akranlarımla tanışıyordum.

finlandiyalısı 18 yaşında külüstür bir arabayla birkaç arkadaşını yanına alıp, tüm avrupayı dolaşma ve insan tanıma anılarından,

almanı askerlik yerine bilmem ne adasında yaptığı hizmet sırasında okul inşa ettiklerinden ve eğlendiklerinden, çocuklarla bağ kurup mutlu ettiklerinden,

yunanı adadan adaya hoplayarak geçerken tanıdığı insanlar ve yaşadığı maceralardan,

fransızı şehrinin festivallerinde gençlerin ne kadar özgürce dans ettiğinden; birlik olup organizasyona el atmak konusunda teşvik edildiklerinden,

portekizlisi iber yarımadasının okyanusa bakan tarafındaki dev dalgalarda, gün batımında sörf yapmanın nasıl bir şey olduğundan bahsediyordu.

amerikalı, brezilyalısı, japonu vs apayrı hikayeler zaten... bunların hepsi de zengin insanlar değil, birçoğu gayet sıradan, oranın köylüsü gibi insanlardı.

dönüp kendime bakınca yapmak istediğim ne varsa, nasıl korkutulup ruhumun ezilmeye çalışıldığını, benim için seçilmiş bir yola girmeye zorlandığımı görüp biraz da kıskanıyordum. zamanla yeterinden fazla hata yapıp tecrübe kazanacak şansım oldu ama her şeyin güzel olduğu bir yaş var. zamanında yapılamayan ve geç kalınan hatalar bile insanı hayat boyu süren eksiklik ve boşluk hissi ile bırakabilir. yani yaşanamayan şeylerin travması gibi.

bu eksikliği kendinde görünce, başkalarında da seçebilmeye başlıyorsun. bir çeşit kendini tanıma yolculuğu hakkı ve zamanı tanınan herkes potansiyelini de anlar. işte elimizden alınan tam olarak bu. bir geçiş ritüeli yok, çocuk kalıyoruz sanki. türkiye'de gündelik hayatta tanıştığım hemen hemen herkesin güzel köşeleri de, kötülerle birlikte sistemli bir şekilde törpülenmiş. potansiyellerinin farkında olmadıkları gibi, biraz anlarlarsa da hareket etmeye korkuyorlar, kendilerindeki o güzelliği görmemeye programlanmış gibiler. göreni de bir yengeç sepetindeymiş gibi tekrar aşağı çekiyorlar.

böyle psikolojik rahatsızlığı yüzünden kendine zarar veren, orasına burasına kesikler atan zavallı insanlar vardır. tüm nüfusu tek bir insan, ülkeyi de onun vücudu gibi düşünürsek başta bahsettiğim bu nefretin neyin dışa vurumu olduğu da ortaya çıkıyor aslında. doğasına, tarihine, gencine, kültürüne, sanki en çok da kendi var oluşuna düşman, utanç içinde bir toplum.

bir şeylerin süper olma potansiyeli çok yüksek ve herkese umut veren bu, yani yarın daha iyi olabilir hissi. ama hiç daha iyiye gitmemiş, sadece bu potansiyel güzelce, gıcır gıcır paketlenip bize satılmış ve karşılığında rıza inşası yapılmış. şöyle bir cumhuriyet tarihine baksak saçma toprak kayıpları, darbeler, köy enstitülerinin kapatılması, göçmenler ve besinlerin zehirlenmesine birçok geri adım zamana yayılarak, alıştıra alıştıra atılmış aslında. cumhuriyetin ilk yıllarındaki o "ülkeyi hepimiz el ele vererek güzelleştireceğiz" heyecanının sistematik olarak yok edilmesinden bahsediyorum. öyle hissedebilsek ne güzel olurdu.

toplumun sürekli bir istismar altında, o durumla birlikte yaşayabilmek için olayları rasyonelize etme şekli çok ilginç. vahşi bir simülasyon ya da illüzyonun içindeyiz, bence anadolu insanı olarak üzerimizde kapsamlı ve yüzyıllarca süren bir deney yürütülüyor.

belki son 20-30 senede ülkemizin en büyük düşmanı bile, bizim kendimize verdiğimiz zararı vermemiştir. bakıp "bunlar zaten gerekeni yapıyor, bizlik bir durum yok enerji harcamayalım" diyor ve kadeh tokuşturuyor bile olabilirler. tepeden yuvarlanan kar topunun büyümesi gibi bir olay bu, gayet de normalleşiyor.

halen her yurt dışında bir yerlere gidip geldiğimde bir şeyleri beğenince, dönüş yolunda "ee biz bunun daha iyisini yapabiliriz, neden olmuyor ki" diye düşüncelere dalıyorum.

yüzlerce yıllık kompleks bir probleme karşı "bence şöyle yapalım her şey çözülür" demek zor. birey olarak üzerime düşeni yapmaya çalışsam da, balığın baştan koktuğunu anlayacak kadar öğrendik artık. o yüzden kendimi suçlamıyorum bu ülkenin durumuna karşı.

çağımız "kişisel gelişim" çağı tabii, hayatımızdaki her eksikliğin suçunu üstlenmemizi öğretiyorlar ama almanya, belçika, japonya gibi bir ülkedeki sıradan vatandaşın buradaki herkesten daha huzurlu (daha zengin demedim) yaşamasının sebebi, çok güzel kişisel gelişim kitapları okumaları ya da ne yaptıklarını tam olarak bilmeleri değil. hepimiz sıradan insanlarız işte.