bugün

ben artık uyumak değil komple uyku olmak istiyorum.
sıkıldımdımdımdım.
kibir ve fazla gurur insanı özgürlüğünden alıkoyuyor.
true senin kalıbını çıkarayım ben ya...
koca sözlüğün derdi sen oldu, sen neymişsin be abi ya...
sende olup diğerlerinde olmayan ne var.
adına ne başlıklar açılıyor, açanların, oraya yorum yapanların umdu ne...
sen ne yapıyorsun true .....
yüzüne bakmaya kıyabilirim çünkü yüzüne bakmak niyetindeyim.
öyle bir bakış ki bu, kendini tanıyan bir utanç içindeyim.
bir korku yaşıyor çünkü bu; duru bir kaygının, kırılgan bir pişmanlığın izini taşıyor.
yaşadığım yirmi küsur yıla biriken her bir duygu dışıma taşıyor böyle olunca, içim dışımı aşıyor.
ama ben yaşamak istiyorum, hiçliğin kıyısından ayaklarımı çekeli birkaç yıl olmuş.
ben yaşamak istiyorum, o akşamın dar vakti ellerini tutalı birkaç ay olmuş.
yaşamak istiyorum atan kalbinin gizlendiği göğsünün tam ortasında, yalvartma beni.
sana bir tepeden değil, geç kalmışlığın çürümüş endişesinden bakıyorum, üzerimde rengi solmuş bir kaygı elbisesi.
onlar bilmeyecek söz veriyorum; saçının rengini, sesinin ahengini.
bilmeyecekler ama ben biliyorum çünkü yine ruhum ayaklandı.
hatırla, kuyruklu bir piyanonun başından, suratıma su gibi berrak gözlerle baktığını.
o akşamın sabahındayım, sabahındayım akşamın.

dilimde biten tüy oldu sana geç kalış, bedeninde gezmesi muhtemel eller benim yüzüme tokattır.
bu yüzden belki kendime ahmak demeliyim, belki artık yanına gelmeliyim.
ama bil ki kendime verdiğim bir sözdür bu yetişememişliğin nedeni.
aslında sana verilmiş bir söz en çok ama sana bir şey denmiyor.
fotoğraflarında gezinen gözlerime dilim eşlik etmiyor.
sana sarf edilmek üzere doğmuş her cümlem, senden uzak bir kâğıda yazılıyor.
bu belki yıllar sürebilir, çocukların olur bana benzemeyen.
belki bir ücrada okuyuverirsin gözlerini dolduran bir plakla.
çünkü delicesine inandığım tanrının nasibi boynuma zincir olduysa eğer, bir roman yazacağım sana yeminler olsun.
sana söz bedenine, ruhuna sarılmış bu ruh, kitap dolu evlerde uyuyup çiçek dolu bahçelerde uyanacak.
söz, bu eller, hayalini kurduklarıma ucuz bir romantizm gözüyle bakan her fikrin ağzına otlar tıkacak.
posta kutuna mektuplar yağacak, dolmakalemlerden dökülmüş.
gri bir akşama uyanacaksın güz doğurmuş kelimelerden korkup.
belki korkunun adı umut olacak.
beklemeni beklemek ne hazin bir arzu, yüz yıl da yaşasam sana söyleyeceklerim hep yarım kalacak..
Bazen kendimi çok değersiz hissediyorum. Neden diğerleri gibi sevilmiyorum, neden bana hep sorunlu insanlar denk geliyor, nerde yanlış yapıyorum bilmiyorum. Ama artık ciddi ciddi sevileceğim günler gelsin istiyorum.
bazı insanlar nasılda bizi bizden iyi tanıyorlar ama. evet fıstık ezmesi kavanozunun yarısını gece gece yedim. söylediğin gibi bana hoş gelen iki gün dayanıyor. sabah deli gibi fitness.
insanlar sevilmek için yaratıldılar, eşyalar ise kullanılmak için. Günümüzdeki kaosun sebebi ise eşyaların sevilmesi ve insanların kullanılmasıdır.

ilk ajdar söylemişti glb.
görsel
Arkadaşlarımı çok özledim. Birlikte hunharca gülüp saçmalayıp gezip eğlendiğim arkadaşlarımı... Burda yalnız hissediyorum oturup dertleşebileceğim içimi dökebileceğim kimsem yok. Biriktikçe birikiyor her şey sonu gelmeden. Bense bir hayli yorgun umutsuz ve bıkkınım. Bu durum beni gittikçe yok ediyor ama çaresizce yine de bekliyorum.
Gene olaylar boka battı ve ben tam içinde kaldım. Bakalım sonumuz ne olacak.
demiri demir ile dövdüler; biri sıcak biri soğuktu, insanı insan ile kırdılar; biri aç biri toktu.
Körolasıca.
sabah ki saat 10:00 ile 13:00 arasında ki geçen zamanın, akşam ki 22:00 ile 01:00 arasında ki geçen süreyle aynı olduğunu psikolojime bir türlü inandıramıyorum anasını satayım.
Doktora gittim ben bugün. iyiymişim. Kalbim falan hep tertemizmiş. Ay bu arada insanın kendi kalp atışını o makinede duyması ne kadar enteresan bi şeymiş.
Baş ağrısıyla beraber üzerimde biraz yorgunluk var.
Sakin kalmaya,az bile olsa alışmaya çalışıyorum.
kitap okuyamıyorum uzun süredir. yerimi yadırgadım. yerim, işim, ilişkim. Çok şey değişti. ama yine okumam gerek bi düzen kurup.
Herkesin internet sözlüklerini kullanmasını duyurmak isterim.
aslında şöyle bir şey de var bende söylemek istediğim. malum illet corona virüsü, haberler falan duyuyoruz ya. böyle durumlarda psikolojim kontrollü bir şekilde tedirgin düşünüyor. mesela 1999 depreminde, kemal sunal ve barış mançonun vefatında böyle olmuştum. hayal mayal hatırlıyorum ama o kontrollü tedirginlik psikolojisini kelimelerle anlatamam, ifadeyle de anlatamam. bir kokuyla, veya bir müzikle bağdaştırabiliyorum. mesela başta saydığım olaylar zamanında bilgisayarlar yeni modaydı. yeni alınan bilgisayarın kokusuyla, o zamanki olayları bağdaştırmıştım. şimdi uçtu gitti tabii. bunu niye anlattım. hani şimdi okullar falan, çocuklar da bu coronadan böyle bir etki kurarsa diye. kurmalarını çokta istemem açıkçası. herkes tedirginliğini kontrol edemeyebilir.
son dönemde hayatım hayat olmaktan çıkıp, sandalın su almaya başladığı evrelere geçiş yaptı. ne yapıyorum nereye gidiyorum demeyi bir an olsun bırakmamak gerek bu hayatta. becerilerini ve sevdiklerini bir an olsun bırakmamalı ki insan yaşam enerjisi tükenmesin. bitmesin ki göz bebeklerinin içine baka baka yalan söyleyebilmeyi başaran artist kılıklı puştlara, sonsuz bir güveni yıkmayı başaran kemirgenlere, iki bacaklı eklembacaklılara, bakan ama görmeyen; konuşan ama asla söylemeyen, dokunan ama asla değmeyen, çalan ama asla bağışlamayan soysuzluklara karşı savaşım bitmesin!

şimdi fark ettim. aslında hep fark etmiştim ama görmezden gelmiştim, şimdi daha iyi anlıyorum. çok geri kalmışım, çok kaybetmişim daha çok da kaybetmeyi göze almışım. hayat arenasında karşımda konuşma cesaretini kendinde bulamayacak insanlardan dahi geri kalmışım şu kapitalist!, vurdumduymaz!, kendine müslüman! dünyada.

deliriyorum, eskiye tutunuyorum ama şimdiye çözüm olamıyorum. yapabilirim ama yapmayı denemekten çok eskileri arzuluyor, diğerlerine yenik düşüyorum. anlam veremiyorum; ben ne yapıyorum? maziye saplanmış kalmakla gelecek kaygısı arasında kalmış bir halde, eski dostları, saplantım olan eski sevgiliyi, giden güzel zıpır gençliğimi, 1 ay sonrasını, 2 yıl sonraki olası başarılarımı, geçmişe zamanda yolculuk yapma ütopyasını düşünüyorum. bir kanser hastası gibi semptomlar gösteriyorum, ağrıyor tüm bedenim. halsizlik, tükenmişlik, yarını görememek ve yaşlı bir adam gibi hissetmek.

bütün bunları düşünürken başım ağrıyor, midem bulanıyor. durdurun dünyayı! kusmak üzereyim!
Düzenli bir insan olduğum için yapmam gereken işleri bir plan, program çerçevesinde yapıp zamana yayıyorum. Böylece hem daha az yorulup, hem de zamanı daha iyi değerlendiriyorum.
Mesela bugün yapmam gereken işleri öyle güzel yaydım ki ortada iş falan kalmadı, eridi kayboldu resmen.

görsel
Kadıköy'de çok güzel bir otel keşfettim. Minik balkonlarında sadece bir küllük ve bir sandalye var. Ama orada konaklamayı hayal edeceğim biri yok.

Aynı hayal yetmezliği sendromunu konserlerde, tiyatro oyunlarında ve güzel bir restoran keşfettiğimde de yaşıyorum fakat bu otel daha bir buruk hissettirdi.

insanın hayalini bile buruk yaşaması kadar dip bir seviye, zannediyorum görülmemiştir.
beni tanımayan düz biri sanır. tanıyan küfür edip uzaklaşır.
Söyleyemediğim her şey.
Sanki dalgalar tarafından derin mavinin içine doğru sürükleniyormuşum da herkes ellerindeki telefonuyla benim o çaresiz hallerimi çekiyormuş gibi, bir allahın kulu da bir halat ya da can simidi atmıyormuş gibi hissediyorum.