bugün

gördünüz mü keyfini
generalin
başını sıkarken
yüzünde çıkan
sivil'cenin

*
yol kenarlarındaki
yağmur mazgallarını
kumbara sanıp
harçlığımı atardım
bu yüzden en çok
denizden alacaklıyım

*
aslında ben daha güzel ölürdüm
arka bahçede askercilik oynarken
tahta tüfeğimle toprağa uzanır
annemin sesiyle doğrulurdum hemen
-çabuk kalk üstün kirlenecek hınzır!
yerdeyim yine bak anneciğim
n'olur kızma adımı çağır..
*
Bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

sunay akın
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.

nazım hikmet
bakakalırım giden geminin ardından
atamam kendimi denize
dünya güzel
serda erkeklik var
ağlayamam...
yılmaz erdoğan, hz.mevlana'yı anma gecesinde seslendirmiştir. dvd'si alındıktan sonra defalarca arka arkaya dinlenen şiirdir. son zamanlarda yine pek bi dinlenmektedir.

imkansız şeyler için

Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun.. Etme!
Başka Bir Yâr Başka Bir Dosta Meylediyorsun.. Etme!

Sen Yadeller Dünyasında Ne Arıyorsun Yabancı
Hangi Hasta Gönüllüyü Kasdediyorsun.. Etme!

Çalma Bizi Bizden, Gitme Bizden O Ellere Doğru
Çalınmış Başkalarına Nazar Ediyorsun.. Etme!

Ey Ay Felek Harap Olmuş Alt Üst Olmuş Senin için
Bizi Öyle Harap Öyle Alt Üst Ediyorsun.. Etme!

Ey Makamı Var ile Yokun Üzerinde Olan
Sen Varlık Sahasını Öyle Terk Ediyorsun.. Etme!

Sen Yüz Çevirecek Olsan Ay Kapkara Olur Gamdan
Sen Ayında Evini Yıkmaya Kastediyorsun.. Etme!

Bizim Dudağımız Kurur Sen Kuruyacak Olsan
Gözlerimizi Öyle Yaş Dolu Ediyorsun.. Etme!

Aşıklarla Başa Çıkacak Gücün Yoksa Eğer
Aşka Öyleyse Ne Diye Hayret Ediyorsun.. Etme!

Ey Cennetin ve Cehennemin Elinde Olduğu
Bize Cenneti Öyle Cehennem Ediyorsun.. Etme!

Şekerliğimin içinde Zehir Olsan Dokunmaz Bize
Sen Zehri Şeker, Şekeri Zehrediyorsun.. Etme!

Harama Bulaşan Gözüm Güzelliğinin Hırsızı
Ey Hırsızlığa da Değen, Hırsızlık Ediyorsun.. Etme!

isyan Et Ey Arkadaşım Söz Söyleyecek An Değil
Aşkın Baygınlığıyle Ne Diye Meşk Ediyorsun.. Etme!

Hz.MEVLANA
(bkz: can yücel) (bkz: bağlanmayacaksın)
seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harfleri acz tutuyor
bağışlamanı dilerim

sana zorsa bırak yanayım
kolaysa esirgeme

hayat bir boş rüyaymış
geçen ibadetler özürlü
eski günahlar dipdiri
seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harflerinde kimliğim
bağışlanmamı dilerim

sana zorsa bırak yanayım
kolaysa esirgeme

hayat boş geçti
geri kalan korkulu
her adımım dolu olsa
işe yaramaz katında
biliyorum
bağışlanmamı diliyorum
( bkz : sarsılarak duygulanmak, kendini kaybetmek )
Beni guzel hatirla - orhan veli.
Karima mektup- nazim hikmet.
(bkz: mona roza).
barakmuslu mezarliği

kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları
gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
buğdaysız, çavdarsız kara ekmeğe benzersin
yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler
kalbin neden durmuş rüzgarı kesilmiş değirmen gibi
suya indi çakallar, suya indi söğüt dalları
barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
barakmuslu mezarlığında seyran seyran ölüler
kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları
gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
ben ne inim ne cinim, ben bir garip ademim
barakmuslu köyünden selamsız oğlu bekir
yıkılası hanede sekiz boğaz altıma bakar
ben kendimi toprak bilirim, toprak beni baba bilir
benim köyümde avrat bile toprak gibi sevilir
ben ne inim ne cinim, ben bir garip ademim
nideyim bu mezarda babam yok, yalnız anam var
dedem yok bu mezarda, fukara ninem yatar
söyleyin dağlar-taşlar ben selamsız oğlu bekir
iki gözüm iki ateş parçası, iki taş parçası iki elim
yıkılası hanede sekiz boğaz altıma bakar
gece düşer, barakmuslu mezarlığı dirilir
barakmuslu mezarlığında seyran seyran ölüler
bir giden bir daha dönmez, gitti gider
sen harami yusuf, her yaranda bir çiçek açmış
sen hasretlik şakir, mapuslarda ölen şakir
evladım kadir nasıldı o seni dağda mı vurdular?
ya hüsne gelin, yar yoluna serden geçmiş
fadimem, sıtmalar girdi kanına fadimem
barakmuslu mezarlığı cümlemize mekân oldu
barakmuslu mezarlığında koyun koyuna girdiler
bir giden bir daha dönmez, gitti gider
barakmuslu mezarlığı cümlemize mekân oldu
iki elim kızıl kanda selamsız oğlu bekirim
hem babam hem dedem yad ellerde kurban oldu
herkesin kökü toprakta, bir ben köksüz gibiyim
şavkın yok, ateşin yok, sen nasıl gecesin hey gidi
gözün gönlün kararmış, tadın tuzun kalmamış
yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler
ben ne inim ne cinim, selamsız oğlu bekirim
benim babam, benim dedem yad ellerde öldüler
bir giden bir daha dönmez, gitti gider

neylersin oğlum bekir, bak işte ben dedenim
benim mezarım yoktur dardanos şehitleri de
kül oldu yirmiüç baharım kıvırcık bir mart günü
başımı ayrı gömdüler, gövdemi ayrı gömdüler
ya gazi ya şehit diye geldik, şehit olduk
iki gözümle gördüm topların ölüm tükürdüğünü
tövbeler olsun göklerin veremli gibi öksürdüğünü
neylersin oğlum bekir, şehitlik alın yazısı
benim dedemin de trablustan geldi künyesi
biraderim ismail vurulmuş akar kanları
ah şipkanın balkanları, ah şipkanın balkanları
ninen köyde uyudu, biz gazada uyuduk
kırıldı kanadımız, kaldık çöllerde
ya gazi ya şehit diye geldik, şehit olduk

ben sakaryada bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim
sakarya ığranıp gider, ben sakaryayı beklerim
selamsız duran çavuş barakmusludan
ah başıma gelenler, yapraklarım, gözlerim
ben sakaryada bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim
benim mezarım yoktur, ben üçüncü taburdan
bir kahpenin kurşunu geldi, gelip ciğerimi deldi
“at ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır”
ben öldüm, selamsız çavuştan bir garip kavak kaldı
telli kavak, telli kavak ne uzarsın boyuna
suya indi çakallar, suya indi söğüt dalları
söğüt yaprağı narin, gözlerim yanıyor gözlerim
kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları
ben ne inim, ne cinim siz kimsiniz? kimsiniz?
derviş gibi nerden gelip böyle nereye gittiniz?
barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
benim dedem benim babam yad ellerde öldüler
yüreğimi zehir ettin sen nasıl gecesin hey gidi
kapkara, gözü yaşlı mezar taşına benzersin
yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler

ben ne inim ne cinim, selamsız oğlu bekirim
yad elde ölmek istemem, dedem gibi babam gibi
iki elim kızıl kanda, sekiz boğaz altıma bakar
ağlar mı şipkanın balkanları, ben ağlarım
babam duran çavuştan, kavak ağacından dilerim
telli kavak, amanın telli kavak derdime bir çare
yüreğimde bir yılan çöreklenmiş yatar
barakmuslu köyündenim, selamsız oğlu bekirim
ben bu köyde doğmuşum, bu köyde ölmek isterim

attila ilhan
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

(bkz: Ahmet Haşim-Merdiven)
Aşk tesadüfleri sever,
Kader ayrılıklar.
Yıllar geçmeyi sever,
insan aramayı.

Güller açmayı sever,
Zaman soldurmayı.
Eller birleşmeyi sever,
Yollar ayrılmayı.

Herkes geçmişi öder,
Bir yol ayrımında.
Başlamak istersin,
Yeni bir hayata.
Gölgeni yedek,
Bırak arkanda.

Hsyat tekrarları sever,
Yeniden başlamayı.
Kuşlar dalları sever,
Kanatlarsa uçmayı.
FARENiN ÖLÜMÜ



Umutsuzdu, yalnızdı, hali yoktu,

Canı çok yanıyordu günlerden beri.

Ne alnında dolaşan bir dost eli

Ne yardım isteyecek kimsesi vardı,

Ne Tanrısı, ne de peygamberi.



Günlerdir karanlık deliklerde

Yanıp sönüyordu gözleri.

Sevinç değil ki paylaşılsın

Kendi kendinindi kaderi.



Sürüne sürüne dışarı çıktı.

Kıvrıldı ateşte pençeleri.

Kurtuldu rahat etti farecik,

Rahat etti dişleri.



Kibardı, incecikti kuyruğu,

Vücudu, küçücük pençeleri.

Bir makara gibi çözüldü,

Unuttu kedileri.



Farecik! Nazlıcık! Garipçik!

Canı çok yanıyordu günlerden beri.

Kibardı, incecikti kuyruğu;

Boş koydu delikleri.



Bir varken bir yok oldu,

işte dünyamızın işleri.



CAHiT KÜLEBi
evimiz

evimiz , şipşirindir evimiz içi dışı tertemiz
siz de gelip görseniz
onu çok seversiniz.

küçük bir bahçemiz var yaz gelince şenlenir
uçan kuşlar bulutlar
dallarında dinlenir.

hep ağlarım bu şiirde ilkokul 1'de ezberlemiştim. inanır mısın yazarken bile gözyaşları sel oldu. yersen.
Zindandan Mehmed'e Mektup

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
istersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
iplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

(1961)

Necip Fazıl Kısakürek
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...

Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.

Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak
biri sen
biri de ben.

Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?
içimden bir şey , belki diyor.
(bkz: nazım hikmet ran)
Bir gün gelir, 'Tanrım' diyemezsin artık.
Toptan bir temizlik zamanıdır.
Artık 'Sevgilim!' diyemeyeceğin bir gün.
Çünkü boşunalığı kanıtlanmıştır aşkın.
Ve gözlerden yaş akmaz.
Ve ancak kaba işlere yarar eller.
Ve kuruyup kalır yürek.

Kadınlar boşuna çalarlar kapını, açmazsın.
Tek başınasındır, ışıklar söndürülmüş
ve karanlıkta parlar kocaman gözlerin.
Belli ki acı çekmeyi bilmiyorsundur artık.
Ve hiçbir şey istemiyorsundur dostlarından.

Kimin umurunda yaşlanmak, yaşlılık nedir ki?
dünyayı taşıyor omuzların
ve bir çocuğun elinden daha hafif dünya.
Savaşlar, kıtlıklar evlerde aile kavgaları
hayatın sürüp gittiğini kanıtlıyor
ve kimsenin özgür olamayacağını.
Bu gösteriyi acımasız bulanlar (o yufka yürekliler)
ölmeyi yeğ tutacaklardır.
Bir gün gelir ölüm de işe yaramaz.
Bir gün gelir bir komut olur yaşamak.
Yalnızca yaşamak, hiç kaçış olmadan.*
Bu kenti sevdim dedim
Benim olsun demedim ki

Sevdim dedimse akşam kızıllığını
Gönlüm gibi akıp giden şu çayı
Şu ormanı şu denizi şu dağı
Benim olsun demedim ki

Vuruldumsa gözlerinin gül bahçesine
Yürek çizen şimşeklerse kaçamak bakışları
işte buna sevmek derler dedimse

Çattımsa acıların en güzeline
Yedirdimse uykuları o tatlı kuşa
Benim olsun demedim ki

Bu akşam kankırmızı şarap istiyor canım
Bu akşam dünyanın bütün şarkılarını
Bu akşam dünyanın bütün özlemlerini
Bu akşam beni yalnız bırakın
Bu akşam yalnızca onu düşüneceğim
Onu ve kendimi yalnızca..
(bkz: bence malumdur)
Unut demek kolay gel bana sor bir de
Unutamıyorum işte unutamıyorum
Bir şey var şuramda beni kahreden
Şuramda tam yüreğimin üstünde
Çakılı duran bir şey var
Elimde değil söküp atamıyorum
Dalıp dalıp gidiyor gözlerim derinlere
Kimi görsem biraz sana benziyor
Seni hatırlatıyor şu bulut şu gökyüzü
Şu kayaları döven deniz
Şu hüzünlü melodi şu napoliten şarkı
Bir zamanlar beraber dinlediğimiz
Boyuna seni düşünüyorum durmadan usanmadan
Şimdi diyorum o ne yapıyor acaba
O güzelim gözleri kime bakıyor
O canım elleri nerde
Oysa günler o günler değil
Akşamlar o akşamlar değil
Ve kalan şimdi sadece özlemin gecelerde
Durup durup seni büyütüyorum içimde
Seninle acılar büyütüyorum
Yeni yeni kederler büyütüyorum dayanılmaz
Kirli sular yürüyor iliklerime
Bir zehir karışıyor kanıma anlıyor musun
Bir daha görsem seni diyorum bir daha görsem
Bir gün olsun bir dakika olsun
Unut demek kolay, gel bana sor bir de
Hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum
Dilimin ucunda sen; başımın içinde sen
Kader misin, ecel misin nesin sen
Unutamıyorum işte unutamıyorum
yasamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yasayacaksin
bir sincap gibi mesela,
yani yasamin disinda ve ötesinde hiçbir sey beklemeden,
yani, bütün isin gücün yasamak olacak.
yasamayi ciddiye alacaksin,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleginle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin.
hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamisken,
hem de en güzel, en gerçek seyin
yasamak oldugunu bildigin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi,
yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil,
ölmekten korktugun halde ölümune inanmadigin için,
yasamak, yani agir bastigindan.

diyelim ki hastayiz
hem de agir
hem de ameliyatlik,
yani beyaz masadan
kalkmama ihtimali de var.
duymamak mümkün degilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de gülecegiz anlatilan bektasi fikrasina,
hava yagmurlu mu, diye bakacagiz pencereden,
yahut da yine sabirsizlikla bekleyecegiz
ajans haberlerini...
diyelim ki, dövüsülmeye deger birseyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
daha orada ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanip ölmek de mümkün.
tuhaf bir hinçla bilecegiz bunu,
fakat yine de çildirasiya merak edecegiz
belki yillarca sürecek olan savasin sonunu.
diyelim ki, hapisteyiz.
yasimiz da elliye yakin,
daha da on sekiz sene olsun açilmasina demir kapinin.
yine de disariyla beraber yasayacagiz,
insanlari, hayvanlari, kavgasi ve rüzgariyla
yani duvarin arkasindaki disariyla.
yani, nasil nerede olursak olalim
hic ölünmeyecekmis gibi yasanacak...

bu dünya soguyacak,
yildizlarin arasinda bir yildiz,
hem de en ufaciklarindan,
mavi kadifede bir yaldiz zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamiz.
bu dünya soguyacak günün birinde,
hatta bir buz yigini
yahut ölü bir bulut gibi degil de,
bos bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlikta uçsuz bucaksiz..
simdiden çekilecek acisi bunun,
duyulacak mahzunlugu simdiden.
böylesine sevilecek dünya
yasadim diyebilmen için...

NAZIM HiKMET RAN.
Birden

Kurşun yemiş gibi susar

Gözbebeklerine karşı

Susar da

Açılıp yol verir şehir

Sade radyolarda bir gamlı hava

"Elaziz uzun çarşı"

Firarda gözüm yok

Namussuzum yok

Yok pişmanlık bir halim

Yaslanıp bir cigara yakmak isterim

Dumanı cevahir değer

Mağlup mu desem mahçup mu

Ama ikisi de değil

Ben garip sen güzel

Dünya umutlu

Öyle bir tuhafım bu akşam üstü

Sevgilim

Canavar götürür gibi

iki yanım

iki süngü.

(bkz: ahmed arif)
güncel Önemli Başlıklar