Tarihin en çok merak ettiğim dönemlerinden birini konu edinen, derin ve sürükleyici bir roman: Nizamülmülk, Hayyam ve Hasan Sabbah arkadaşlığı. Lübnan asıllı bir hristiyan olan yazarın olaylara tarafsız yaklaştığını düşünmek yanıltıcı olur. Zaten tarihçiler bile, kişisel yargılarından, dönemin baskın anlayışından kendisini kurtararak yazamaz. Bu yüzden Selçuklu'yu tasvir eden yerici ifadeleri dikkate almadan, edebi yönüyle tavsiye ediyorum kitabı.

24 yaşında Semerkant'a gelen Hayyam'ın karşılaştığı ilk manzara, ibn Sina'nın öğrencisi olan Cabir'in felsefeyle uğraştığı için softa takımı tarafından sokak ortasında dövülmesi olur. Onu kurtarmaya çalışınca, aynı saldırının hedefi haline gelmesin diye dönemin kadısı Ebu Tahir tarafından koruma altına alınır. Çünkü kadı, ibn Sina eserlerini ezbere bilen bu gencin methini duymuştur ve kendi abisi de yazdığı bir şiir yüzünden öldürülmüştür.

Hayyam halkın hoşuna gitmeyen sözler etmiştir: "Camiye arada giderim, orası gölgeliktir" cümlesini "Ancak Rabbiyle barış içinde olan insan ibadethanede rahatça uyuyabilir" şeklinde açıklar. "Yobaz değilim ama 1 olana asla 2 demedim" cümlesiyle dindarlığını ifade eder.

Kadı onu Maveraünnehir'in efendisi Nasır Han ile tanıştırır. Huzurunda şiir okuyan kadına "Ağzın altınla dolsun" deyince Cihan bir tepsi dolusu altını ağzıyla toplamaya başlar. Hayyam kadını çok beğense de, bu tavrı onaylamaz. Aynı şey kendisine teklif edilince oruçlu olduğunu uydurarak reddeder. Hayat anlayışları kesişmeyen bu kadınla yolları kesişir. Cihan'ın gözü hep yönetimdedir, Hayyam'ınki ise bilimde. Hükümdarın takdirini kazanarak rasathanesini kurar. Bilinmeyene x denmesi, onun bir isimlendirmesidir.

Bir süre sonra Selçuklular şehre saldırır. Çağrı Bey adamlarına şehri yağmalatmak ister, Tuğrul Bey onu Ramazan ayı hatrına durdurur. O yıl insanlar ilk defa oruç ayı bitmesin diye dua eder. Vakti belli bir saldırıyı beklemek daha zordur ama sonuçta Tuğrul Bey kardeşine engel olur. Bu noktada Selçuklular için şu ifade kullanılır: "Ellerinden hem her türlü alçaklık gelir, hem de her türlü soylu davranış"

Tuğrul Bey kurtardığı Abbasi halifesinin kızıyla evlenmek ister. Halife daha düne kadar putlara tapan bir millete kızını vermeye yanaşmaz. "Bağdat'ı aldığım gibi o kızı da alacağım" diyen Tuğrul Bey muradına ulaşır.

Bu arada Ömer, Hasan Sabbah'la tanışır. 17 yaşındaki bu genç din, felsefe, tarih alanında her şeyi okuyup bitirmiştir. Amacı devlet yönetiminde yer edinmektir. Vezir Nizamülmülk kurt ile kuzunun aynı dereden su içebileceği huzurlu bir memleket düşler. Hayyam'ı istihbarat işlerinin başına getirmek ister. Oysa Ömer sırlar ile o sırları ortaya çıkaranlar arasında kalsa, sırlardan yana tavır koyacak bir adamdır. Bu görev için Hasan'ı önerir.

Hasan zamanla hükümdarı vezirine karşı doldurmaya başlar. Elindeki en önemli silah, cimri Melikşah'a vezirin harcamalarının boyutunu anlatmaktır. Nizamülmülk kendini şu cümlelerle savunur: "Allah'ın elinden daha fazlasının gelmeyeceğini düşünüyorsanız hiçbir şey harcamayın. Ben Rabbimin cömertliğine inanıyorum. Müslümanların iyiliği içinse, tek kuruşu bile hazinede tutmam." Vezirin hesaplarını incelemek için kırk gün süre isteyen Hasan, raporlarının karıştırıldığını fark eder ve Melikşah'a sunacağı belgeleri bulamaz. Bu noktada vezir Hasan'ın katibini satın alan bir dalavereci olarak lanse edilir tarih sahnesinde. Hasan'ın gözlerine mil çekilmesi kararlaştırılsa da Hayyam devreye girer ve gözden düşmenin acısını ancak okuyarak hafifletecek bir adama bu cezanın reva görülmesine engel olur.

Bundan sonra Hasan Sabbah kişisel intikamını, devletin başına uzun süre bela olacak bir tarikat kurmaya vardırır. Her yerde peşine taktığı müritleri Alamut Kalesinde teşkilatlar ve suikastler planlar. "Bir balığın denize atılması nasıl lütufsa sizin de ölüme gitmekten korkmamanız gerekir" diyerek müritlerini hedef aldığı insanlara yönlendirir. Kalabalıklar içinde ölüp öldürerek yeni hayranlar kazanırlar. Kendi ailesine karşı da son derece sert olan Hasan, bir suça karıştıkları iddia edilen iki oğlunu da ölümle cezalandırır. Müritlerinin uyuşturucu kullandığı iddiası Marco Polo'ya aittir Oysa onları uyuşturan tek şey son derece bağnaz bir imandır. (Haşhaşiler denilen bu akla zarar tarikatı tanımak isteyenler için Alamut adlı roman bir başyapıttır)

Bu arada Nizamülmülk Melikşah'ın siyasette etkili hanımı Terken Hatun'u kızdıracak hamleler yaptığı için isminin üzeri çizilir. Zaten bacağında ur bulunan vezir kendini Siyasetname adlı eserini yazmaya verir. Ya hastalıktan, ya Hasan'ın müritlerinden, ya hükümdardan gelecek ölümü beklemeye başlar. Ölümünden 35 gün sonra da Melikşah zehirlenerek hayata veda eder. Terken Hatun boğularak öldürülür. Cihan hayatta kalamaz. Ve Hayyam bir asker tarafından kaçırılarak kurtarılır. Hasan o askeri de ortadan kaldırıp Rübailer'in yazılı olduğu eseri kaleye götürür. Amacı Hayyam'ı da yanına çekmektir ama Ömer hiçbir zaman kaleye gitmez. Yazma eserin kalede Moğolların çıkardığı yangında kül olduğu sanılmaktadır.

Bundan sonra hikâye, o eserin peşine düşen anlatıcıya bağlanır. Ve konu yine tarihin merak edilen dönemlerinden biri olan iran devrimine dönüşür. Cemaleddin Afgani kahramanımızı, peşinde olduğu eseri bulabileceği iran prensesi Şirin'e yönlendirir. Bu sırada iran'da şah ve demokratlar arasında rejim mücadelesi devam etmektedir. Meclisin açılmasını sağlayan devrimcilere rağmen, bu model Hindistan'a kötü örnek olur diye Batı tarafından desteklenen Şah galip gelir.

Yazar prenses Şirin'in elinde bulunan Hayyam rübaileri yazmasına ulaşır. Prensesle evlenerek Titanic gemisinde balayı planlar. Büyük faciadan sonra yazma eser sulara gömülürken prenses de ortalıktan kaybolur.

Neden bütün kitabı anlattım? Çünkü yazarın Selçuklu topraklarında başlayan, iran'a bağlanan ve Titanic'de son bulan enteresan kurgusu kayda değerdi. Ayrıntıları işleme biçimi, yazdığı diyaloglar çok ustacaydı. Herhangi bir parçayı atlamak, kitaba haksızlık olurdu. ideolojik boyutunu, tarihi gerçeklik payını bir kenara bırakarak; ben edebi yönünü ve ele aldığı dönemi çok sevdim. Yaptığı sayısız baskıyı hak ediyor bence.
iran ve Selçuklu tarihine meraklı olan, haşhaşilerin bilinmeyen ozelliklerini öğrenmek isteyen ve Ömer hayyam'ı seven herkesin okuması gereken AMiN MAALOUF ŞAHESERi.
antik türk şehri.
görsel
görsel

görsel
görsel
Dün aldım bu kitabı bakalım bakim.
ilk sayfasından son sayfasına kadar heyecanla okudum. ömer hayyam'dan haşşaşilere ve iran meşrutiyet devrimine uzanan tarihi bir yolculuğa çıkarıyor insanı.

amin maalouf'un haşşaşilerle ilgili itirazı da bana kalırsa yerinde bir tespittir.

tarih boyunca insanların inançları uğruna en korkunç cinayetleri işlediklerini biliyoruz. bunun yanında insanların herhangi bir uyuşturucu tesiri olmadan inançları uğruna kendilerimi ateşe verebildiklerini de. intihar bombacilari dahi günümüzde sık rastlanan bir ornek.
bunları düşününce amin maalouf'a katılmamak elde değil. hasan sabbah'in fedailerini bir tur uyuşturucu tesiriyle yönlendirdiği iddiasının rakip tarafların antipropagandası olması gözardı edilecek bir ihtimal değil.
Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır.
- şu anda bu şehirde bizim gibi birbirine kavuşmuş, kucaklaşan kaş aşık vardır?

- olaya yakından bakalım; canları sıkılan eşleri, itaat eden cariyeleri, bedenlerini satan veya kiralayan sokak kızlarını, iç geçiren bakireleri çıkarırsak geriye kaç kadın kalır? bu gece kaç kadın kendi seçtiği erkeğin koynuna girecek? aynı şekilde kaç erkek sevdiği bir kadının, daha da önemlisi zorunluluk dışında bir nedenle kendini veren bir kadının yanında uyuyacak? kim bilir belki de semerkant'ta bu gece bir tek seven kadın ve bir tek aşık erkek vardır. niye sen, niye ben mi diyeceksin? çünkü allah nasıl bazı çiçekleri ağılı yaratmışsa, bizi de aşık yaratmış da ondan.

amin maalouf-semerkant
(...)

Denize düşüp kaybolan su damlası,
Toprağa karışan toz zerresi.
Nedir bu dünyaya gelip gidişimizin manası?
Fena bir böcek işte bugün var yarın yok.

(...)

(Semerkant - Amin Maalouf, s.162)
koca şehri medrese sanan koca yürekli kezban.

ilgili başlıklar.

(bkz: neden atanamadım)
görsel
Felsefik düşünceler olan kitaptır.
Eleştrel tarafı ise Selçuklu'yu ve türkleri kötü çağrışımla vermiş.
Gidip gezmek istediğim belde.
En sevdiğim amin mauloof eserlerinden biri. Çokça satır altı çizdim, ilerleyen dakikalarda burada paylaşacağım.
2 kısımdan oluşan 1. Kısmı kesinlikle okunası 2. Kısmı olmasada olur amin maalouf kitabi. Kitabın bir diğer güzel yanı ise Ömer hayyam'ın rubailerine denk gelmektir.

--spoiler--

--spoiler--

"her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
altınları, gümüşleriyle övünmeye,
tam işleri dilediği düzene girer,
ecel çıkıverir pusudan: benim ben diye."

--spoiler--

--spoiler--
....spoiler....

Bu kitapta beni en çok etkileyen şey önceden yobaz bir Sünni olan bir adamın sonradan yobaz bir ismaili olmasıydı.

Keşke bu adamin daha derin bir tahlili yapılsaydı.
. spoiler ...
"Geçmişin seslerinden başka bir şey işitmeyip çocukça bir umudu besleyebilmek, ısrarlı bir hayali içimde büyütebilmek için insanlardan uzaklaştım..."
doğuya ve batıya yüksek derecede hakim olan amin malouf un doğuya batılı gözüyle baktığı romanı. Semerkant, rey, ısfahan, Paris, istanbul...da geçen bir macera. Ömer hayyami, nizamulmulku, Hasan sabbahi buluşturmus yazar. diğer yazarların da dediği gibi Selçuklu devrinde geçen ve bu üçlünün ölümüne kadar olan kısım büyüleyici derecede güzel. kitap beni içine çekip yüzlerce yıl öncesine götürdü. olayları okumadim da yaşadım sanki. hayyamin meclisinde oturanlardan biri de ben oldum.

ikinci kısım diyebilecegimiz 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarındaki iranin anlatıldığı bölüm tek başına düşünüldüğünde çok başarılı ama kitabin ilk bölümüne kiyasla daha sönük maalesef. bir rüyadan uyanıp gerçek dünyaya donmuş gibi hissettirdi bana.

nihayetinde amin malouf yaşayan en büyük yazarlardan biri olduğunu bana bu kitabıyla kanıtladı. kulaktan dolma bilgilerle kafamda yer eden hayyam, Hasan sabbah ve hassasilik ile ilgili de derin bir merak uyandırdı.
güzel bir roman olmasına karşın bunun bir tarih kitabı olduğuna inanan asalak bir sürü türedi.

tanrı yardımcımız olsun.
Az önce bitirdiğim roman. Benjamin acaba gerçek mi diye kendime soruyordum. Değilmiş. Kitabın ilk bolumu yani hayyam, sabbah, nizamülmülk arasında gelişen olaylar enfesti. Sonrası da güzeldi ama ilk bolum kadar değil. Şahsen bir filmden daha etkili bir kitap diyebilirim.
Amin Maalouf 'un en sevilen eserlerinden.ilk bölümünün muhteşemliği sonlara doğru yerini yoğun olaylara bıraksa da muhakkak okunmalı.
görsel
Yönetmek için gereken vasıflarla iktidara gelmek için vasıfların aynı olmadıklarını söyle ona. işlerin iyi idaresi insanın kendini unutup sadece başkalarıyla, özellikle de en muhtaç durumdakilerle ilgilenmesini gerektirir; oysa iktidara gelmek için insanların en açgözlüsü olup kendinden başka hiçbir şeyi düşünmemek, en yakın dostlarını bile ezmeye hazır olmak lazım.