bugün

kardeşlerinin ismine aldanmaktır. kardeşlerinin ismi Şahinşah, Tuğtekin, Tacilmülk Büri, Seyfettin Ebu Bekir, Turanşah, Sitt al-Sham Hatun, ve Rabia Hatun. olan bir insanın türk olması ne kadar saçmadır?

misal büri; yani börü; öztürkçe kurt demektir. tuğtekin, şahinşah, turanşah gibi öztürkçe isimlere sahip kardeşleri olan, kendi ismi de arapça olan bir insanın kürt olması daha mantıklıdır ? ya da böyle düşünen insan zır zıbıldak salaktır demek daha makul sanırım.

aynı zamanda börü taktiği, yani kurt taktiği; bilinen popüler ismiyle hilal taktiğini en iyi kullanan komutan olması da bir şey değiştirmez; asırlar boyu yüzlerce büyük komutan yetiştiren kürtlerden birisi olabilir gene de.. mi acaba?

şimdi oturup mantık kurarsak, tarih boyunca kaç tane ünlü türk komutan vardır? tarih boyunca türkler tarafından kaç tane savaş kazanılmıştır? peki kaç tane kürt komutan vardır? kürtler tarihte kaç savaş kazanmıştır? selahaddin gibi bir komutanın hangi soydan olduğu sadece bu mantıkla dahi bulunabilir. salaklığın lüzumatı yoktur vesselam.

selahaddin eyyübi büyük komutandır. annesi kesinlikle türktür. babasının ise göçmen arap mı, yoksa türk mü olduğu tartışılmaktadır; kürt olmak veya kürt olabilmesinin ihtimali dahi yoktur.

nereden uyduruyorsunuz böyle şeyleri anlamıyorum.
doğru sanmaktır.

--spoiler--
Selahaddin Eyyubi Türk'tür

Marksistler bir zamanlar, benim millîyetçi muhteşem asiler olarak kabul ettiğim Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi halk şairlerini sınıf savaşçısı ilân ederek, komünizme tarihî ve millî boyut kazandırmak istemişlerdir.
Halbuki bu Celalî ozanların işçi veya köylü diktatörlüğü kurmak gibi bir niyetleri yoktu. Aksine Türk halk edebiyatının bu seçkin ve eylemci simaları, dönme-devşirme enderun iktidarında pekişen Osmanlı egemen sınıfına başkaldıran birer Türk milliyetçisiydiler.

Şimdi aynı çabayı, farklı bir biçimde bölücülerden görüyoruz.
kürtlere ayrı bir ırk şuuru kazandırarak, Türkiye'nin Güneydoğusunda bir kürt devleti kurulması fikrini telkin edenler, halkın kendilerine sempati ile yaklaşması için tıpkı komünistler gibi tarihî şahsiyetleri ve tarihî olayları istismar etmeye başladılar.

Hemen hemen bütün açık oturumları kürtçülere tahsis eden televizyon kanallarında sık sık tekrarlanan iddialar, özellikle Selahattin Eyyûbi ile Malazgirt Savaşı etrafında yoğunlaşmaktadır. Haçlı ordularına karşı verdiği mücadelelerle bütün islâm Dünyasında sarsılmaz bir şöhrete kavuşan Selahattin Eyyûbi'in bir kürt hükümdarı, Eyyûbi Devleti'in de bir kürt devleti olduğunda ısrar ederek, bu büyük islâm mücâhidine duyulan hayranlıktan yararlanmak isteyen bölücü propaganda, aynı amaçla bir başka yalana başvurmuştur.

-Malazgirt Savaşı'na 20 bin kürt katıldı!

Derhal belirtmek isteriz ki, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi'ne iştirak etmeleri bizi rahatsız etmez. Hattâ Müslüman olmaları sebebiyle, hristiyanlara karşı savaşmak görevleridir de. Ama 1071'de bizanslısı, ermenisi, latini ve Balkanlardan getirip muhtelif bölgelere iskan edilen hristiyanlaşmış Türklerle birlikte nüfusu 2-2.5 milyon civarında olan Anadolu'da kürtlerin 20 bin asker çıkarması esasen mümkün değildir.

Kaldı ki kürtlerin Anadolu'da eskiden beri kalabalık kitleler halinde yaşadığını şuuraltına yerleştirmek amacını güden bu asılsız iddiayı tevsik edecek bir tek ciddi kayıt da yoktur!

Yani Anadolu, kürtler sayesinde bir Türk vatanı olmamıştır! Birkaç aşiret hariç, kürtlerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da nispeten görülmeye başlaması, Otlukbeli savaşını kaybeden Türkmen Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Beğ'in kendisine bağlı Türk aşiretlerini alıp, iran'a geçmesinden sonradır ki, ona rağmen bu bölgede çoğunluk Türklere ait olmaya devam etmiştir. 1473'deki Otlukbeli muharebesini takip eden yıllarda kısmen boşalan Doğu ve Güneydoğu yaylalarına Elcezire bölgesindeki kürtler gelip yerleşmişler ve Türk sultanlarının himayesi altına girmişlerdir. O günden beri de Türk Devleti'nin himayesi altındadır.

Önce Türk Tarihinin en büyük imha savaşlarından biri olan Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili bir temel yanlışa işaret etmek gerekir.
Malazgirt Meydan Muharebesinin, Anadolu'nun kapısını Türklere açtığından bahsedilirse de bu iddia tashihe muhtaçtır. Eğer Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya sahip olmak hakkını elde edebilmiş olsaydık, 1072'de Kayseri, 1073'te Paflagonya, 1074'de Antakya meydan muharebelerini yapmak zorunda kalmazdık. 1048'deki Pasinler Meydan Muharebesi dahil, yukarıda zikrettiğimiz bütün savaşlarda düşman ordusunun imha, düşman başkomutanlarının da esir edilmelerine rağmen, Anadolu topraklarına egemen olamamışızdır.

Hattâ Ermeni Beyliği, Suriye Latin Prensliği ve maalesef Danişmentli Türk Beyliği ile ittifak kuran imparator Manuel Komnenos, 1161'de ikinci Kılıçarslan'dan toprak koparmış, Bizans orduları 1176'da ise Türklüğü ''silip süpürmek'' kararıyla Miryakefalon'da yeni bir meydan muharebesini göze alabilmiştir.

Anadolu'nun tapusu, Malazgirt'le başlayan süreç içinde, ancak Selçuklulardan sonraki beylikler devrinde Türklerin eline geçmiştir ki bu tapuda Türk ırkının evlatlarından başka, Allah'ın hiçbir kulunun hakkı yoktur!

Fakat bütün bu gerçekler Malazgirt Meydan Muharebesinin öneminin inkâr edildiği anlamına gelmez. Bu savaş, sayıca kat be kat üstün düşman kuvvetlerinin imha edilmesi bakımından Türk Ordusunun, Bizans saflarında bulunan Hıristiyan Türklerin, Müslüman kardeşlerinin tarafına geçmesi bakımından da Türk Millî şuurunun en büyük zaferlerinden biridir.
kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi'ne 20 bin kişiyle katıldıkları yolundaki safsataya gelince...

Dün de belirttiğimiz gibi Güneydoğuyu Türkiye'den koparmak isteyenlerin bu iddiası, kürtlerin Anadolu'da eskiden beri kalabalık bir nüfus teşkil ettikleri fikrini canlı tutmak gayretinden ibarettir.

Malazgirt Meydan Muharebesini konu alan hiçbir islâm müverrihinin eseri günümüze kadar intikal etmemiştir. Ancak çağdaş kaynaklardan alınan bilgileri ihtiva eden bazı eserler elimizdedir. Bu eserler dikkatle incelendiğinde, müverrihlerin çoğunun şifahi iddiaları, hiçbir muhakemeye tâbi tutmadan birbirlerinden kopya ettikleri anlaşılacaktır.

Mesela Tarih-i Meyyafârikin ve Amid yazarı ibn'ı Ezrak, Türk Ordusunun mevcudunu ''Sultanın az bir askeri vardı'' ifadesiyle izah ederken, Ahbarü Devleti Selçukiyye'de bu sayı 15 bin olarak verilir. ibnü-l Cevzi, Türk Ordusunun 20 bin kişiye yakın olduğunu belirtirken, Bundari, ibnü-l Adim ve Reşüdü'd-Din'de 15 bin rakamı tekrar edilir.

Türk Ordusunun sayısı Kerimüddin Mahmut'la Hamdullah Müstevfi'ye göre 15 bindir. Mirhond rakam vermez, sadece Türk Ordusunun azlığından bahseder ki bu rakamların hiçbiri doğru değildir.

''Doğru' diyorsanız ve kürtlerin de 20 bin kişiyle savaşa katıldığını iddia edebiliyorsanız, Malazgirt Meydan Muharebesinde bir tek Türk yok demektir.

Malazgirt Meydan Muharebesiyle ilgili şifahî bilgilerin rivayet edildiği, dün bahsettiğimiz eserler, hiçbir bilimadamı tarafından ciddiye alınmamıştır. Çünkü verilen bilgiler hem çelişkilidir, hem mübalağalı, hem de yanlış.

Meselâ sahasındaki ilk müverrihlerden biri olan ibnü-l Kalanisî, bize savaşın hangi ayda vuku bulduğunu dahi bildirmez.
ibnül'l Ezrak da savaşın cereyan ettiği ayı meskut geçer. Bizans imparatorunun esir alındığını dahi bildirmez. Hattâ Ahlat ve Malazgird'in bu savaş sonunda Mervan oğıllarının elinden çıktığını zanneder.

Bundari'nin, Zübdetü'n-nusra ve Nuhbetü'l-usra adlı kitabı, isfahanlı imadeddin'in eserlerinin süslü ve mübalağalı cümlelerle tekrarından ibarettir.

imadeddin ise esir düşen Bizans imparatoru Romanos Diogenes'in önce Azerbaycan'a götürülüp oradan Bizans'a dönmesine izin verildiğini söyler ki bu ifadenin doğruluğuna inanmak güçtür.

Mirhond daha da ileri gider. Diogenes'in esir alınmasından sonra ''düşmanlığın dostluğa, sevginin dünürlüğe müncer olduğunu ve imparatorun kızının, Alparslan'ın oğlu Melik Arslan'la evlendirildiğini'' yazar.

Malazgirt savaşından bahseden bir Norman şairi de Sultan ile imparator arasında böyle bir dünürlükten bahseder. Yalnız, Norman şairi, Mirhond'un aksine ''Alparslan'ın, kızını Romanos Diogenes'in oğluna vermeyi vaat ettiğini'' söyler. Tabiî ki bu dünürlük hikâyesinin ciddyetle de, gerçekle de hiçbir ilgisi yoktur.

ibnü'l Esir ise Alparslan'ın Bizans imparatoru ile 50 yıllık bir barış yaptığını yazar ki hiçbir eserde böyle bir kayda rast gelinmez. Nitekim Malazgirt Savaşı'nın hemen akabinde Türk-Bizans muharebeleri devam etmiştir.

Reşidüddin, Camiu't Tevarih'in Selçuklularla ilgili bölümünde, Malazgirt Meydan Muharebesi'nin 463 Rebiülevvel ayında yapıldığını yazar ki bu takdirde savaşın Aralık 1070 veya Ocak 1071'de cereyan etmiş olması gerekir.

işte bu bilgiler ne kadar doğruysa, kürtlerin Malazgirt Meydan Muharebesi'ne 20 bin kişiyle iştirak ettikleri palavrası da o kadar doğrudur.

Malazgirt Zaferinden muhtelif Ortadoğu kavimlerine hisse vermek isteyen, bizim tesbit edebildiğimiz ilk kaynak ibnü'l Kalanisî&'dir. Kalanisî'nin Zeylü Tarihî Dırnaşk adlı eserini ve diğerlerini ileride inceleyeceğiz.

Malazgirt zaferinin muhtelif Ortadoğu kavimlerine mal etmeye çalışan bizim tespit edebildiğimiz iki kaynak ibnü-l Kalanisî'dir. 1160 yılında, doğduğu şehir olan Şam'da ölen bu müverrih, Suriye'deki Türk beyleri ve onların haçlılarla mücadeleleri hakkında değerli bir eser bırakmakla beraber, Malazgirt savaşı konusunda uydurma rivayetleri nakletmiştir. Zaten bu büyük zafere bir sayfacık ayırması da konuyu bilmediğini göstermektedir.
Önce de bahsettiğimiz gibi Kalanisî, savaşın hangi ayda yapıldığını dahi bilmez. Ama Zeylü Tarihî Dımaşk'ta, Türk Ordusunun ''Türklerden ve diğer kavimlerden olmak üzere takriben 400 bin kişiden meydan geldiğini'' yazmaktan çekinmez.

1257'de öldüğünü bildiğimiz vakanüvis Sıbt ibnü'l Cevzi, Mir'at'-Zeman fi Tarihî'l Ayan adlı eserinde ''onbin kürdün sultana katıldığı'' yazar. Aynı müellife göre Alparslan Gazi'nin askeri sadece 4 binden ibarettir! Bizans ordusu 100 bin kişidir. Cevzi bu 100 bin askere 100 bin nakkab (delici), 100 bin carhi, (yaralayan) ve 100 bin ustayı da refakat ettirir. Bu mübalağa ile yetinmez. 800 mandanın çektiği 400 arabaya nal ve çivi yükler. Silah nakliyatı için de ayrıca bin araba tahsis eder. Bizans ordusunun bir tek mancınığını 1.200 kişiye çektirdiler. Ve sanki savaş şartlarında yüklenmesi mümkünmüş veya sanki pratikmiş gibi bir tek mancınığın 1200 kilo taş fırlattığını hikâye eder.

1335'te öldüğü tahmin edilen ibn'd - Devari, Kenzü'd-dürer ve Cemiü'l gurer de aynı mübalağalı ifadeleri benimser. Cevzi'nin verdiği rakamlara 100 bin okçu, 100 bin kat ipekli elbise ilâve eder ve o da Türk Ordusunun mevcudunu 4 bin kişiden ibaret gösterip, kürtlerden ve sair kavimlerden 10 bin kişinin Sultan'ın komutasında savaşa katıldığını belirtir.

Biz hiçbir tarih kitabında, bir orduya mevcudunun iki buçuk misli insanın katıldığını okumadık. Değil Alparslan Gazi gibi bir harp dehasının, sıradan bir komutanın bile, savaş kabiliyeti meçhul, askeri disiplin altında yetişmiş, belki de ilk darbede firara yeltenecek, Türk savaş taktiğinden habersiz, mukavemeti ve vuruşma gücü üstlerince bilinmeyen bir kalabalığı ordusuna kabul edebileceğine inanmıyoruz.
Kaldı ki birkaç günden beri fahiş hataları, akıl almaz çelişkilerini ve hattâ cehaletlerini tekrarlamak ihtiyacını duyduğumuz bu müverrih veya vakanüvislerin hiç biri bilim adamlarınca ciddiye alınmamıştır.
Ona rağmen, bu mübalağalı ve asla ilmî kıymet ifade etmeyen kitaplarda bile 20 bin kürtten bahis yoktur! Bir millet yaratmak gayretiyle yazılan kürt tarihi Şerefname'de ise Malazgirt savaşına bir tek kürdün bile katıldığından bahsedilmez.

Gerçek şudur ki, Malazgirt, 50 bin Türk evladının 200 bin kişilik Bizans ordusunu yok ettiği parlak bir zaferin adıdır.

Kudüs'ün Selahaddin Eyyûbi tarafından fethinin 808. yılına ithaf olunur. kürt tarihî olarak da kabul edilen ve 1597 yılında tamamlanan Şerefname, Selahaddin Eyyûbi'nin kürt olduğuna dair iddiayı ''tarih bilginlerinin ve araştırmacıların rivayetlerine'' bağlar. Fakat bu bilginlerin ve araştırmacıların isimlerini zikretmez Ama bugüne kadar güvenilir hiçbir islâm tarihçisi veya bilim adamı Şeref Han'ı teyit etmemiştir.

Şeref Han'ın umut ettiği destek, asırlar sonra ilmî gerçekleri mensup oldukları devletin siyasi emellerine alet etmek isteyen iki Batılıdan gelir: Grousset, 1192-1193 yıllarında, Şam yöresindeki iç karışıklıkları, Cahen ise 1187'de el-Cezire Türkmenleriyle kürtler arasında ortak kavgalarını etnik uyuşmazlık olarak nitelerler. Oysa bu türlü ihtilaflar, aynı aşiretin muhtelif oymakları arasında bile tarih boyunca süre gelmiştir.

Bazı islâm kaynakları Selahaddin Eyyûbi'yi 758 yılında Basra'dan Azerbaycan'a sürgün edilen, nakledilen veya göçen Yemen Araplarından Ravvad b.El-ezdi'nin soy kütüğüne kaydederler. Rivayete göre bu aile Azerbaycan'da Hezbaniyye kürtleriyle karışmış, daha sonra da Kuzey Irak'a dönerek Selçukluların ve Zengi'lerin hizmetine girmiştir. Arap tarihçilerinin mümtaz şahsiyetlere, özellikle hükümdarlara, ırkçı düşüncelerle veya onları kutsamak için şecere uydurmak, hattâ seyit ilân etmek gibi kötü bir gelenekleri olduğu için, bilim damları bu Yemen'den Basra'ya, Basra'dan Azerbaycan'a göç hikâyesine itimat etmezler. Edilecek gibi de değildir. Çünkü bugünün şartlarında bile sıradan bir ailenin 3-500 senelik tarihini takip etmek de bu ailenin sicilini tespit etmek de imkân dışıdır.

Şeref Han, yukarıda naklettiğimiz rivayetteki Ravvad Araplarını, Ravende kürtleri olarak değiştirmiştir ki, Selahaddin Eyyûbi'nin kürt sanılması işte bu tahrifattan dolayıdır!

Oysa aynı Şerefname&'de Selahaddin Eyyûbi'nin kardeşleri şöyle sıralanır: Mahammet Ebu Bekir, Şemsüddevle Turan Şah, Seyfilislam Tuğtekin, Şehinşah, Tacilmülük Buri.

Görüldüğü gibi Selahaddin Eyyûbi'nin kürt olduğunu iddia eden kürt tarih yazarı Şeref Han bile, onun kardeşlerinden ikisinin Turan Şah, ve Tuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçamamıştır. Kaldı ki Şeref Han'ın Buri imasıyla yazdığı en küçük kardeş, bütün kaynaklarda Böri veya Börü şeklinde kaydedilmiştir. Bilindiği gibi Börü ismi de Türk has isimidir ve kurt demektir!

Selçukluların ve Zengi'lerin hizmetinde büyük emirler olarak çalışan Selahaddin Eyyûbi'nin babası Necmettin Eyyûb Azerbaycan'daki kesif Türkmen boyları arasında yerleşmiştir ve Türk'tür. Çünkü Selahaddin'in bir Türk oyunu olan ve o tarihlerde Irak tarafından bilinmeyen poloda mahir olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bu büyük Türk hükümdarının annesi, Şihabeddin Tokuş'un kardeşidir. Kız kardeşi Rabia Hatun'u da önce Gökbürü ile evlendirmiştir ki, ikisi de Türk'tür. Ağabeyi Şehinşah ise Kutlukız Hatun adında bir Türk kızıyla evlenmiştir.
Selahaddin Eyyûbi'nin bizzat kendisi de evlenmek için bir Türk kızını tercih etmiştir: Amine Hatun b. Üner!

Selahaddin Eyyûb'inin kürt hükümdarı olduğu yolundaki iddialara cevap vermiştik. Bugün Eyyûbi Devleti'nin Türk Devleti olduğunu ispat edeceğiz.

istiklâl Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un ''Şarkın sevgili sultanı'' Fransız tarihçisi Champdor'un ''islâm'ın en saf kahramanı'' olarak tanımladığı Selahaddin Eyyûbi, aslında yeni bir devlet kurmamıştır. Onun cihangirane bir siyasetle yönettiği devlet, Zengiler Devleti'nin devamından ibarettir. Memlûkler de Eyyûbilerin uzantısıdır.

Çünkü, devlet teşkilatı değişmemiştir. Millet değişmemiştir. Devletin maddî, manevî, istinatları değişmemiştir. Değişen sadece hanedanlardır. Her üç devletin de bayrağı sarı zemin üzerine doru kartaldır. Her üç devlette de siyasî ve askeri kadrolar aynı unsurlardan meydana gelmektedir. Selahaddin Eyyûbi ile ilgili değerli bir eser yayınlayan sayın Ramazan Şeşen'in de belirttiği gibi, devlet ve ordu teşkilatı Türk devletlerinde görülen devlet ve ordu teşkilatlarının aynıdır.

Bugün bölücülüğün malzemesi olarak kullanılmak istenen Eyyûbi Devleti, Selahaddin'in çağdaşları tarafından da Türk Devleti olarak kabul edilmiştir. Arap şairi Sena ibn el-Mülk'ün Halep'in zaptı vesilesiyle Selahaddin'e sunduğu kaside ''Arap milleti Türklerin devletiyle yükseldi, Ahl-i salibin davası Eyub oğlu tarafından perişan edildi'' mısralarıyla başlar.

Ünlü ibn-i Haldun da Mukaddeme de Eyyûbiler ve Memlûklar devletinin bir tek Türk Devleti olduğunu yazar.

Eyyûbiler Devleti'nde Arap kültürünün egemen oluşu bizi şaşırtmamalıdır. Gazneliler ve Selçuklular nasıl Fars kültürünün ön plana çıkarmışlarsa, Zengiler, Eyyûbiler ve Memlûklar da aynı şekilde ve tıpkı Roma imparatorluğu'na Yunan kültürünün hakim olduğu gibi, Eyyûbiler de Arap kültürünü Türk Kültürüne tercih etmişlerdir.

Fakat Selahaddin Eyyûbi'nin zaferden zafere koşturduğu ordunun kahir bir ekseriyetini Türkler teşkil eder.

Selahaddin Eyyûbi'nin çağdaşı olan tarihçiler, Mısır, Yemen, Kuzey Afrika gibi merkeze uzak kıtaların ele geçirilmesini Oğuz harekâtı olarak görürler.

Sonuç olarak şunu ifade etmek isteriz ki, islâm'ın bu efsanevi kılıcı, kültür itibariyle olduğu kadar, soy itibariyle de Türk'tür. Devleti de Türk Devleti'dir.

Bir süre önce Selahaddin Eyyûbi'nin Türk ırkının bir evladı olduğunu yazmış, kürt tarihi müellifi Şeref Han'ın bile, bu ünlü hükümdarın kardeşlerinden ikisinin Turanşah ve Tuğtekin gibi Türk has isimleri taşıdığını ifade etmekten kaçınamadığını belirtmiştim. Şerefname'de bahsedilen üçüncü kardeşin adı Tacülmülük Buri yani Börü'dür. Börü ise hemen hemen bütün Türk destanlarına konu olan kurt demektir.
Bugün kürtçülerin çok istismar ettiği Selahaddin Eyyûbi'nin Türklüğüne dair bir başka belge sunmak istiyorum.

Önümde Selahaddin Eyyûbi'nin danışmanlarından Usame ibn Münkız'ın Kitab el i’tibar adını verdiği hatıralar var. Eser Türkçe'ye Yusuf Ziya Cömert tarafından ibretler Kitabı ismiyle tercüme edilmiş. Ses Yayınları tarafından 1992 yılında istanbul'da basılmış. Kitabın Arapça baskısını temin edemediğinden bahseden mütercim, eserin Philip K. Hitti'nin çevirinden Türkçe'ye aktarıldığını belirtiyor ve herhangi bir şüpheye meydan vermemek için de ilâve ediyor: ''Arap asıllı bir müsteşrik olan Philip Hitti'nin bu eseri ingilizceye aktaracak ehliyette olduğu düşüncesi bizi nispeten rahatlatan bir keyfiyettir.''

Kısaca ibn Münkız olarak bilinen yazarın asıl adı Müeyyed el-Devlet Ebul Haris Üsame ibn Münkız Malazgirt Savaşı'ndan 24 yıl sonra, haçlıların Kudüs'ü işgalinden 4 yıl sonra Hama civarındaki Şayzer'de doğmuş. Şair, edip ve tarihçi olan Üsame ibn Münkız, 93 yıl ömründe 20'den fazla eser vermiş. Edebi eserlerinin başında beş kısımdan oluşan iki ciltlik Divan El-Şir'i geliyor. Edebi sanatlar hakkında El-Bedi fi Nakd El şi'r' adlı eseri, Hazreti Musa'nın asasından başlayarak büyük şahsiyetlerin asalarından hareketle kaleme aldığı Kitab-ul Asa'sı, Hasankeyf'te yazdığı söylenen El-Menazil Ve'd Diyar'ı ve Lübebu'l adab'ı önemli eserlerinden. Ayrıca 20 ciltlik Mekarimül Ahlâk adlı eseri var. Bedir ashabının hayatlarını konu alan 5 ciltlik Taril el-Bedr ile Fezail-i Hulefa-i Raşidin ve Tarih el islâm bilinen diğer eserleri.

Selahaddin Eyyûbi ile birlikte birçok savaşlara da katılan Üsame ibn Münkız Kitab El-itibar'ın 201. sayfasında diyor ki:

''Bu arada, Selahaddin, buradaki durumumuzu bildirmek üzere Atabek'e bir atlı gönderdi. Sonra, hızla bize doğru ilerleyen on kadar atlı gördük. Arkalarındaki ordu da sürekli hareket halindeydi. Geldiklerinde, Atabek'in komutasındaki öncüler olduğunu anladık. Ordu da aralarından gelecekti. Atabek, ''Ey Musa, mahvolmak için mi otuz atlıyla Şam kapısına kadar geldin! Ne acelen vardı!'' diye Selahaddin'i eleştirdi. Karşılıklı atıştılar. ikisi de Türkçe konuşuyordu. Bu yüzden söylediklerini anlayamadım.''

Farsça'nın siyaset, Arapça'nın bilim, eğitim ve din alanında tartışılmaz bir üstünlük kurduğu ve Türk Dili'ni öğreten bir tek kurumun dahi bulunmadığı böyle bir devirde Selahaddin Eyyûbi'nin Türkçe konuşması, onun öz be öz Türk olduğunu gösteren en büyük delildir.
--spoiler--

Necdet SEViNÇ, Yeniçağ, 5-12 Ekim 2004

http://www.guncelmeydan.c...yubi-turktur-vt17524.html
--spoiler--
Selahattin Eyyubi'nin Kardeşleri

Selahattin hakkındaki önemli bir bilgi de kardeşlerinin isimlerinden elde edilebilir. Baktığım bütün kaynaklarda, Şerefname dahil, Selahettin Eyyubi'nin kardeslerin isimleri şu şekilde verilmiştir: Şahinşah, Tuğtekin, Tacilmülk Büri, Seyfettin Ebu Bekir, Turanşah, Sitt al-Sham Hatun, ve Rabia Hatun. Bu isimlerden Tuğtekin, Büri, ve Turanşah gibi isimleri Türklerden başka kimsenin taşıması mümkün olamaz. Necmettin Eyyubi Türk olmasa dahi çocıklarına öztürkçe isimler koyması ilk olarak eşinin Türk olduğunu ve ailenin Türklere ve Türklüğe ne derece yakın olduğunu göstermektedir. Selahettin Eyyubi'nin Türklükle hiç bir bağlantısı yok ise, kardeşine niye 'Türk dünyası hükümdarı' anlamına gelen Turanşah gibi bir isim verilsin?

Türklerle Akrabalık

Eyyubi ailesinin Türklerle akrabalığı Selahettin Eyyubi'nin annesiyle sınırlı değildir. Selahettin Eyyubi kendisine eş olarak da bir Türk hanımı almıştir: ismet Amine bin Mu'in al-Din Unur. ismet Hatun köklü bir Türk ailesinin kızıdır. Babası Mu'in al-Din Unur 12. yüzyılında bölgede Zengilerden önce hakimiyet kuran Büridlerden biridir. ilk Bürid hükümdarı, Tuğtekin, Selçuklu devletinin Şam hükümdarı Dukak'ın hizmetçisi olarak başlayıp, Dukak'ın ölümünden sonra şehri ele gecirmiştir. Hakimiyetleri 1154 yılında Zengilerin şehri zaptetmesine kadar devam etmiştir. ismet Hatun'un ilk kocası Nurettin Zengi'dir. Nurettin'in ölümüyle Zengilerin kuvveti sona erince, ismet Hatun Selahettin Eyyubi ile evlenmiştir. Bu evlilikle, Selahettin Eyyubi Zengilerin mirasçisi olarak yerini pekiştirmiştir.

Selahettin Eyyubi'nin kız kardeşi Rabia Hatun da ismet Hatun'un erkek kardeşi Sadettin Mesut ile evlenmiştir. Sadettin Mesut'un vefatından sonra da gene bir Türk beyiyle evlenmiştir: Harran Hükümdarı Gökböri.

Selahattin Eyyubi'nin diğer kız kardeşi, Sitt al-Şam Zumrut Hatun, da Türkle evlenmiştir. Hem Humphreys'in kitabında, hemde Terry Allen'in Eyyubi mimarlığı makalesinde de (10), Sitt al-Şam'ın ilk kocasından olan oğlunun ismi Hüsamettin Muhammed bin Umar bin Laçin olarak veriliyor. Laçin, 'kartal' veya 'şahin' anlamını taşıyan bir öztürkçe isimdir. Dolayısıyla, Sitt al-Şam'ın ilk kocası Umar Türktür. Umar'ın vefatı ardından, Sit al-Şam Selahettin Eyyubi'nin amca oğlusu, Nasrettin Muhammed bin Şirkuh, ile evlenmiştir.

Kesinlikle tespit edebildiğimiz bir başka Türk gelini de Memlük kökenli Şajar al-Durr'dur (Al-Salih Necmettin Eyyup bin Al-Kamil Muhammed bin Seyfettin Ebu Bekir I bin Necmettin Eyyubi ile evlenmiştir). Oğlu Turanşah'ın öldürülmesinin ardından, Şajar al-Durr Memlük Türk komutanı Aybek ile evlenip, Mısır'da kendi Hükümdarlığını devam ettirmiştir.

Başka Eyyubi sultanları ve şehzadeleri de Türk kızlarıyla evlenmiş olabilirler, fakat bunu şüphelerimi kesin bir şekilde doğrulayacak bir bilgi edinemediğimden dolayı, tahminlerimi sadece bir olasılık olarak sunacağım:

- Al-Nasır Kılıç Arslan bin Al-Mansur Muhammed bin Taqi al-Din Umar bin Şahinşah adındaki şehzade Kılıçarslan gibi özbeöz Türk ismi taşıdığına göre, annesinin de Türk olmasının ihtimali yüksektir.

- Taqi al-Din Umar ve izzettin Farukşah'ın annesi - yani Şahinşah'ın karısı - Türk olabilir. Necdet Sevinç'in yazısında adı 'Kutlukız' olarak veriliyor; Terry Allen'in yazısında ise, ism 'Khulukhayr Khatun bin ibrahim bin Abd Allah' olarak veriliyor. 'Kutlu' kelimesi ise, öztürkçe bir kelimedir, dolayısıyla hanımın Türk olabilme ihtimalli yüksektir.

Selahettin Eyyubi'nin Kimliği

Araştırma sonuçlarına bakarsak, Selahettin Eyyubi Türktür diyenlerde büyük bir haklılık payı var. Sonuç olarak, Selahettin Eyyubi kan olarak yarı-Türktür, ve karısı da Türktür. Kan hücreleri sayacak olursak, Selahettin Eyyubi'nin çocukları da 3/4 Türktür. Eyyubi ailesi uzun yıllardır Selçuklulara bağlı Zengil ailesini komutanlık ve idareci görevlerinde hizmet etmiştir ve köklü Türk ailelerine kız alıp vemişlerdir. Eyyubi devlet simgesi dahi Selçuklular gibi kartaldır. Bugünkü Mısır bayrağında bulunan kartalda Selahettin Eyyubi'den kalan bir mirastır. Bu açıdan bakılırsa, Türklerin Selahettin Eyyubi'ye Türk olarak sahip çıkması ve bazı yabancıların Selahattin Eyyubi'ye 'Selçuklu' veya 'Türk komutanı' demeleri de son derece de normaldir. Çünkü her bakımdan Eyyubi ailesi Türklerle kaynaşıp aynı hedeflerin peşinden savaşmışlar. Selahattin Eyyubi'nin yaygın bir şekilde Kürt olarak gösterilmesinin sebebi de babasının yüksek ihtimalle Kürt olduğundan. Baba tarafına ağırlık verip, anne tarafını unutmak ise, 'kanbabadan gelir' gibi bir haksız zihniyeti uygulamaktan başka bir şey değildir.

Buna rağmen, kanaatımca asıl önemli olan kan değil, kişinin kendisini nasıl hissettiğidir, yani belirttiği kimliktir. Örneğin, teröristbaşı Abdullah Öcalan'ın annesi Türk ve babası Kürttür, ama zannederim hiç bir kimse ona Türk demez, diyemezde. Öteki yanda, bazı Valide Sultanların yabancı soydan gelmelerine rağmen, kimse Osmanlı Padişahlarının Türklüğünden şüphe etmez çünkü onlar Müslüman Türk olarak yetiştirilip eğitilmiştir. Kısaca, birine Türk diyebilmek için, o kişinin Türklük bilincinde olması gerekir. Benzer şekilde, birine Kürt diyebilmek için de, o kişinin Kürtlük bilincinde olması gerekir.

Ancak, duruma o şekilde bakarsak, Selahattin Eyyubi'nin Türklüğünü yada Kürtlüğünü ön planda tutmak yanlıştır, çünkü o dönemde ırk önemli değildi, Müslüman olmak önemliydi. Selahatttin Eyyubi islamiyet için savaştı ve hükümdarlığı sırasında onlarca medrese ve cami inşaat ettirmişti. islami bilimlerde kendini yüksek seviyede geliştirmiştir. Eğer Selahettin Eyyubi'nin Kürt olarak fazla bir hissiyatı olsaydı, yoğun sayıda Kürtlerin yaşadığı Şahrizor bölgesine yöneltmeyip, devletini çoğunlukla Arapların yaşadığı Mısır ve Suriye bölgelerinde kurmazdı. Zaten Selahettin Eyyubi'nin Kürtlük uğruna değil, islamiyet uğruna savaşması zaten bazı aşırı Kürt milliyetçileri kızdırmaktadır. Mesela, geçen gün tartışma forumların birinde, bir Kürt ''Selahettin Kürtlük için savaşmış olsaydı şimdi Ortadoğu bizim olurdu'' gibi bir düşünce ifade etmişti. Araştırmacı-yazar Michael Rubin'in de bu olumsuz duyguları kaydetmiştir (11):

"Salah al-Din tarihin en ünlü Kürt olabilir, ancak onu bir milliyetçi tarihçesine dahil etmek sünnidir, çünkü Salah al-Din etnisite için değil, din uğruna savaştı (Spuler, 960: 93). Bunu görerek, mulakat ettiğim bazı milliyetçi Iraklı Kürtler Salah al-Din'in Şam'daki türbesi üzerinde işedikleri için övünmüştür, çünkü Salah al-Dn 'islam uğruna milletine ihanet etmiştir.' (14 Ekim 2001, Halepçe mulakati)"

Çoğu Kürtlerin Selahettin Eyyubi'ye bu şekilde hakaret edecek kadar adi davranabileceklerini inanmiyorum. Fakat Rubin'in rapörtajı kinle beslenmiş bir etnik temelli milliyetçinin ne derecede zararlı olabileceğinin bir göstergesidir. Selahettin Eyyubi'nin zamanında, onun ki gibi karışık soydan gelen bir insanın Türklük veya Kürtlük arasında seçmek zorunda değildi. Bugünün ideolojilerle ve siyasi çıkarlarla Selahattin Eyyubi'ye 'Türktür' yada 'Kürttür' diye israr ederek, onu herhangi bir etnik milliyetçiliğe alet etmek çok yanlış bir davranıştır. Türk ve Kürt kaynakları araştırırken, bir mevzu dikkatimi çekti: Selahattin Eyyubi'ye 'Türk' gösteren yazılarda, babasından pek bahsedilmez; Kürt sayfalarında ise, Selahattin'in annesinden hiç söz etmeyip hatta yabancıların dahi Türk olarak tanıdığı atabeylere 'Türk' demekten sakınıyorlar. Mesela, bir sayfada Nureddin Zengi 'Süriyeli' olarak tanıtıldı. iki tarafın gerçeklerle yüzleşememesi acı vericidir. Selahattin Eyyubi tarihin en büyük Müslüman kahramanlarından biridir. Onun başarısında Türkün, Kürdün, Arabında emeği geçmiştir, ama nedense onun bütün Müslümanların ortak atası olduğunu görüpte kabul edemiyoruz.

Sonuç olarak, Hollywood filmi yapanların Kürtçe türkü okuduklarına kızmamalıyız; filmde sadece Kürtçe türkü değil, Arapça ilahiler de seslendirliyor. Ayrıca, bütün batı kaynaklarda Selahattin Kürt olarak tanıtıldığı için yaptıkları anlaşılabilir. Amerikalılar uzun yıllardır Ortadoğu insanları dinlerinden uzaklaştırıp, ırkçı politikalarını ihracat etmektedirler. Bunu başlangıç noktası dönemin Amerikan Başbakan Wilson'un ''Wilson'un 14 Noktası'' olarak bilinen politikasıdır. Wilson Ortadoğu'da bulunan bütün etnik gruplarına ayrı ayrı devletler kurulmasını öngörüyordu. Kardeşi, kardeşe düşman ettiler. Hollywood'a kızmayalım, sadece kendimize dönüp bakalım ve soralım: biz neden birbirimizle kavga ederek sömürgeci ülkelerinin oyununa geliyoruz?
--spoiler--
kafatasçıların, ırkçıların asla anlayamayacağı sanıdır. çünkü biz türklerce; "ne mutlu türk'üm" diyenedir. modern, sosyalist veyahut başka bir halt geçinip kafatasçılığın tillahını yapanlar bunu idrak edemez.

çocuklarının ismini turanşah, gökbörü vs. koyan ; selçuklu isimli türk devletine senelerce hizmet etmiş bir aile kendisini türk olarak tanımlıyorsa, onları "siz kürtsünüz" diye itham etmek, ziya gökalp üstadın şiirine konudur.

hatırlayalım;

Ben Türküm! diyorsun, sen Türk değilsin!
Ve islamım! diyorsun, değilsin islam!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilam!

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,
Ummadım bu işten asla mükafat!
Bu yüzden bin türlü felaket çektim,
Hiç bir an esefle demedim: Heyhat!

Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkes;
ilk gayem olurdu Türk milliyeti
Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,
Kurtarır her islam olan milleti!

Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum,
Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı!

Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır:
Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!
Türklük hadimine 'Türk değil! ' diyen
Soyca Türk olsa da 'piçtir', Türk değil!
ırk olarak bakılırsa kürt tür. nasıl yetiştiğine bakılırsa türk gibidir.
(bkz: ölünün arkasından konuşmanın kolay olması)
ne olduğunu bilmeden belge ortaya koyamadan iddia ortaya koymaktır. yarın birgün başkası hiçbişey ortya koymadan bişeyini ortaya koyar o zaman nasıl oluyormuş desteksiz konuşmak görülür.
her önemli kahramanı türk sanan bünyenin uydurmasıdır.
selahaddin eyyubi'nin kürt olup olmamasının tarihteki yerini azaltmayacağını anlayamayan kişiliğin sözü. isterse japon olsun babacım. haçlılarla savaşıp inandığı şeyler uğruna bir şeyler yapmış mı? hem de bu türk tarihine bir katkı mı? gerisini sittir et.

(bkz: dostum türk dedin ama arapistanlı çıktı bu)
halimize ağlayacak durumda dahi değiliz. selahaddin eyyubi gibi bir kahraman bu coğrafyadan çıktığı için hepimizin sevinmesi, lakin bizi bir kavgaya tutuşturmaması lazım. ille de kimdir selahaddin eyyubi? size tarihi bir belgeden aktararak söyleyeyim. selahaddin eyyubi, baba tarafından arap, anne tarafından türk’tür ve aile içinde kürtçe konuşanlar vardır. (arap) islam gezgini ibn-i cümeyi –ki selahaddin eyyubi ile çağdaştır- eserinde; “(…)selahaddin eyyubi, mısır’dan çıktı. şam’a, halep’e geldi. oğuz türk’ünden, oğuz kürt’ünden, oğuz arap’ından asker topladı (…)” niçin savaşmıştır selahaddin eyyubi ve biz onu niçin kahraman ilan etmişiz? kudüs’ü haçlıların elinden aldığı için değil mi? peki ne bu selahaddin eyyubi’nin menşeini araştırma, kendine mal etme sevdası? türk’ü türk yapar, arap’ı arap, kürt’ü kürt, valla bana soracak olursanız ne selahaddin eyyubi’nin ne de o zaman ki halkın ırk ayrımı gibi bir derdinin olduğunu hiç zannetmiyorum ki sözünü ettiğim arap gezgininin eserinden alıntıladığım paragraf da bunu kanıtlar niteliktedir.
bildiğiniz gibi selahaddin eyyubi’nin türbesi şam’dadır ve şam’daki türbesinde 2 lahit vardır. biri oldukça mütevazi, tahtadan yapılmış biri de devasa bir mermerden yapılmıştır. yalnız mermerden yapılan lahit boştur çünkü almanlar tarafından yapılmış ve oraya konulmuştur. çoğunuzun bildiği şey, ortaokuldan bu yana okuyorsunuz; almanya’nın siyasi birliğini müteakip giriştiği sömürgecilik ve pazar arayışında yönelebileceği tek coğrafya olan osmanlı coğrafyasında tutunmak için hem yönetimi hem halkı kendilerine karşı sempatiyle bakmaları için türlü yollara başvurmuşlardır. yönetimi memnun etmek için ilk etapta bağdat demiryollarının, halkı memnun etmek içinse bu (islam için) milli kahraman olan selahaddin eyyubi için söz konusu lahit yapılmıştır. nasip olur da birgün o türbeye gittiğinizde mermer lahitin üstünde yazanlara dikkat edin orda şunların yazılı olduğunu göreceksiniz. “selahaddin-i eyyubi el türki, selahaddin-i eyyubi el arabi, selahaddin-i eyyubi el kurdi” şimdi ucun kime dokunduğu açık, fakat niyetim bunlar hep batının oyunu demek değil, kusuru önce kendimizde aramalıyız. eğer biz bugün selahaddin eyyubi ve nice kahraman ile bilginlerimizin bize bıraktığı mirasa layıkıyla sahip çıksaydık bugünkü halimizden çok daha iyi bir halde olabileceğimiz çok çok yüksek bir ihtimal değil mi? bugün artık bırakın mezhepleri tarikatlar ölçeğinde bölünmüş bir türk, kürt, arap (islam) dünyası var.