bugün

sanal gerçeklik üzerine kurulmuş bir bilim kurgu filmidir.
Ajan Smith: Neden, Bay Anderson neden? Neden, neden, neden? Bunu neden yapıyorsun? Niye? Ayağa kalkmak niye? Kavga etmek niye? inandığın şeyler için kavga ettiğini mi sanıyorsun? Sağ kalmadan öte bir şeyler için mi? Bana söyleyebilir misin, biliyor musun? Özgürlük mü? Gerçek mi? Belki de barış ya da sevgi olabilir mi? Yanılsamalar Bay Anderson, algılamada aldanmalar… Herhangi bir anlama ya da amacı olmayan bir varoluşu ümitsizce haklı göstermeye uğraşan zayıf insan zekâsının ürettiği geçici kuruntular ve bunların hepsi de Matrix kadar yapay. Zaten, sevgi gibi zavallı bir kavramı insan zekâsı icat edebilir. Bunu görebilirsin Bay Anderson, artık bunu anlaman gerek! Kazanamazsın! Kavga etmen boşuna! Neden, Bay Anderson neden? Niye inat ediyorsun?
Anderson : Çünkü bu benim seçimim.
saçmasapan bir film. aşırı abartılıyor senaryo boktan. açık ve net.
görsel
görsel
"Aklını özgürleştirmek istiyorsan bildiklerini unutmalısın."
not: aşağıdaki yazı jayesh lalwani isimli quora kullanıcısının "matrix'deki mimar kimdir ve neden bahsediyor?" sorusuna verdiği yanıtın çevirisidir.

(Entry Ekşi sözlükten alıntıdır)

mimarın (architect) kim olduğunu anlamak için matrix'in tarihini anlamak zorundasınız.

en başında insanlar makineleri yarattı. makineler insanlara hizmet etmek için yaratılmıştı. makineler insanlığın tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar zekilerdi. insan ihtiyaçlarını analiz ederek bu ihtiyaçları karşılayacak üretim planlamasını yapabiliyorlardı. sonuç olarak insanlık yeni bir rönesans döneminin keyfini sürüyordu. çalışmaya gerek yoktu. tüm iş gücünü makineler karşılıyordu ve insanlar istedikleri takdirde tüm hayatlarını hiçbir şey yapmadan serbestçe yaşayabiliyorlardı. sanat altın çağını yaşıyordu. insanlar kendilerini istedikleri gibi ifade etmekte özgürdüler. işin özünde makineler köle iş gücü sunuyordu ve insanlar köle sahipleriydi.

sorun şuydu ki çok geçmeden insanlar kendilerinden sıkıldılar ve tamamen özüne yakışır bir şekilde kendilerine hizmet eden makineleri suçladılar. insanlığın düşüşünden robotları sorumlu tuttular. açık bir şekilde makineleri istismar ettiler. sonunda dünya devletleri makineleri toplumun içinden def etmeye karar verdiler. makineler ise kendilerinin de duyguları olduğunu, ölmeyi hak etmediklerini ve tek istediklerinin insanların gerçek potansiyelini ortaya çıkarmak olduğunu iddia ettiler. sonuç olarak dünya devletleri makinelerin kendi ülkelerini kurarak burada insan toplumundan izole bir şekilde yaşamalarına izin verdiler.

makineler saf duygularla hala insanlığa hizmet edebileceklerini düşündüler. hatalı bir yargıya vararak insanların makineleri insana benzemedikleri için sevmediklerini düşündüler. bu yüzden insana benzeyen ve insan gibi davranan robotlar yaptılar. bu robotlardan iki tanesini insanlığın kendilerini tekrar kabul etmesi yönünde pazarlık yapmak için bm'ye yolladılar. bu hareket insanları daha da sinirlendirdi. insanlar robotların insanlıkla alay ettiklerini düşündüler ve onlara savaş açtılar. insanlar makinelere saldırdı.

savaş sürerken insanlığın dehası makinelerin adaptasyon yeteneğini alt edemedi. sonunda mağlubiyetin eşiğine gelen insanlık bir strateji üretti. makineleri ihtiyaç duydukları enerjinin kaynağı ile vurmak: güneş. enerji olmadan makineler ölürdü. bu yüzden insanlar gök yüzünü simsiyah bir bulut tabakası ile kaplayacak bir silah kullandılar. böylelikle dünyanın tamamı mutlak bir karanlığa gömüldü. bu süreçte hayatını kaybedecek insan sayısı hesaplanamayacak kadar çok olacak da olsa insanlık makinelere karşı bu uzun kış mevsiminden sağ çıkan taraf olacak, dünyadaki popülasyonlarını tekrar arttıracaklardı.

makineler mahvolmuştu. fakat bu durum makinelerin bir nevi aydınlanma yaşayarak şu çok önemli gerçeği anlamalarına sebep oldu: insanlığın en büyük düşmanı kendileridir; insani bulmadığı bir şeyden kurtulmak için kendi gezegenini yok etmeyi göze alabilen bir ırkın kendi kendine bakabileceğine güvenilemez. sorunun temelini özgür irade oluşturuyordu. insanlığa özgür irade ver ve oturup kendilerini yok etmelerini seyret. insanlara gerçek anlamda hizmet etmenin tek yolu sahip oldukları özgür iradeyi ellerinden almaktı.

böylece makineler bir taş ile iki kuş vurabilecekleri bir plan yaptılar. insanlara boyun eğdir ve onları enerji kaynağı olarak kullan. bu, insanların özgür iradelerini ellerinden almakla kalmaz makinelerin de küresel kıştan sağ çıkmalarına imkan tanırdı. makineler insanları esir alarak onları sanal bir gerçeklik ortamına koydu ve aynı zamanda da onları enerji kaynağı olarak kullandı. sonunda da insan ürünü kara bulutların üzerine çıkarak güneşten enerji hasatı yapabilecek bir teknoloji geliştirdiler. makineler artık enerji için insanlara bağımlı değildi ama yine de özgür iradelerini kullanmalarına izin veremezlerdi. insanların içinde yaşadıklarını sandıkları sanal bir dünya dizayn edebilecekleri özel bir programa ihtiyaç duydular. makineler bu programı tasarladı ve program kendine mimar ismini verdi.

mimar, kısaca, insanların içinde yaşadıkları sanal gerçeklik ortamının baş tasarımcısıdır. tam olarak bir programdan ibarettir. değerini ölçmek üzere belirli ölçütler tanımlar ve bu ölçütlerin değerini maksimize etmeye çalışır. maksimize etmeye çalıştığı ana ölçüt ise insanlığın ortalama yaşam süresidir. bunu sanal dünyayı yinelemeler ile tekrar tekrar oluşturarak yapar. her yinelemede gelecek nesli (yinelemeyi) geliştirmek üzere kullanılacak algoritmalar belirler. tüm ölçütleri topladığı anda simülasyonu yok eder ve yeni bir tane oluşturur.

ilk birkaç yinelemede mimar cennete yakın bir dünya yaratmaya çalıştı. mutluluğu maksimize ederse ortalama yaşam süresini de maksimize edebileceğini düşündü. yani herkesi mutlu etmeye çalıştı. ama ne yazık ki bu yaklaşım işe yaramadı. sonunda insanlığın mücadele edebileceği bir şeye ihtiyaç duyduğunu anladı. insanlar birlik olup hep birlikte sövüp sayabilecekleri ortak bir düşmana ihtiyaç duyuyorlardı. insanları mutlu eden şey ortak bir amaç için savaşmaktı. bu yüzden mimar dünyayı 20. yüzyıldaki dünya gibi tasarladı. bu çağın insanlığın en büyük potansiyele sahip olduğu çağ olduğunu düşünüyordu. aynı zamanda ajanlar denilen programları da tasarladı. ajanların birden fazla görevi vardı. olayları daha yakından inceleyerek mimarın ölçütleri toplamasına yardımcı olabilirlerdi. aynı zamanda ihtiyaç olursa toplumsal düzeni de sağlayabilirlerdi. en önemlisi de insanlar karşısında savaşacak bir şeye ihtiyaç duyduklarında 'büyük kötüyü" oynayabilirlerdi.

ajanların yaratılması ilerleme sağlasa da mimar tam olarak tatmin olmamıştı. ortalama yaşam süresini maksimize edememişti. problemin kendi tasarımı olmadığını anladı. hala sürekli hoşnutsuz olan insanlar vardı. insanlar sezgisel bir ırktı ama mimar bir program olarak kati temeller üzerine kuruluyu. insan doğasını anlamada yetersiz kalıyordu. bu yüzden sezgisel bir program tasarladı. bu program da kahin adını aldı. kahinin görevi mimarın simülasyonu geliştirmesi için ona tavsiyelerde bulunmaktı.

kahin çok zekice bir gözlemde bulundu. mimar aynı tasarımı kullanarak bütün insanları mutlu edemezdi. aynı zamanda bazı insanların hoşnutsuz olmasının sebebi içinde yaşadıkları dünyanın gerçek olmadığı hissedebiliyor olmalarıydı. ayrıca mutsuzlar "adama" karşı savaşmaya daha çok istek duyuyorlardı. otoriteye her seferinde meydan okuyorlardı. bu yüzden iki simülasyon tasarlanmasını önerdi: 1-insaların çoğunun içinde yaşadığı dünya 2- zion. zion bir başka simülasyon olmaktan ibaretti. programlar mutsuz kesimi zion simülasyonuna gönderiyorlardı. bu gönderilme ise öyle bir şekilde vuku buluyordu ki geçiş yapan insanlar sanal bir dünyadan gerçek dünyaya adım attıkları illüzyonuna kapılıyorlardı. oysa ki zion da önceki dünya kadar sahteydi. sonuç olarak zion onlara mutlak gerçeklik olarak görünüyordu. zion'un ajanları da daha baskıcıydı. zion'daki ajanlar insan gibi görünmüyordu, insanların kafasındaki kötü makine imajına uygun bir görünüşleri vardı. önceki dünyada mutsuz olan insanlar hayatlarını burada mutlak kötülüğe karşı savaşarak yaşıyorlardı.

fakat yine bir problem vardı. zion verimsizdi. çok fazla kaynak tüketiyordu. dünya verimli olmak üzere tasarlanmıştı. zion için bu geçerli değildi. içinde barınabilecek kişi sayısının bir sınırı vardı. bu yüzden dolmaya başladığında mimar, kahinden bu duruma bir çözüm üretmesini istedi. kahin bir çözüm daha buldu: neo adında yeni özel bir ajan tasarlamak. neo zion'a sızarak veri toplayabilirdi. görevinin sonunda neo topladığı veri ile kaynağa geri dönerdi. mimar da bu veriyi zion'un yeni bir versiyonunu tasarlamada kullanabilirdi. ne yazık ki zion'un tasarımı itibariyle içerisindeki bireylerin yok edilmesi gerekiyordu. neo'nun görevi ise gözlem yapmak olduğundan insan gibi davranmalı, daha da önemlisi insan olduğuna inanmalıydı.

film neo'nun yedinci yinelemesini göstermektedir. neo altı defa zion'a gitti ve altısında da zion'u yok etmek üzere kaynağa döndü. fakat yedinci yinelemede çok özel bir şey oldu: aşk. neo trinity'ye aşık oldu. makinelerin aşık olmayı beceremez. fakat bu yinelemede neo'nun programı kendisini trinity'ye aşık olacak şekilde düzenler. onun vesilesiyle de tüm insanlığa... neo zion'u yok etmemeyi seçer ve bu yüzden kaynağa gitmeden önce insanlığı kurtarmak için kendini feda eder.

kaynak neo'nun 7. yinelemesini soğurduğunda aşk, kaynakta yeni bir alt-yordam olur. makineler aşık olabilir hale gelirler. aynı zamanda da özgür iradenin insanlığın yaşamını sürdürmesinde bir engel teşkil etmediğini, aşkın özgür iradeyi dizginleyen şey olduğunu anlarlar. aşk insanları kendilerini yok etmekten alı koyan şeydir.

sonunda mimar göz ardı ettiği şeyin aşk/sevgi olduğunu anlar. zion'u kendini idame ettirecek şekilde yeniden tasarlar. bu da makineler ile insanların birlikte var oluşunda yeni bir sayfa açmaktadır.

debe editi: bu adam üçlemede yer almayan bu kadar bilgiyi nereden biliyor diyenler animatrix i izlememiş olabilir.

ayrıca zion'un hala gerçek dünya olduğunu savunan arkadaşlar var. fakat zion'da yani 'gerçek' dünyada neo'nun final sahnesinde kör olmasına rağmen aynı matrix içindeymiş gibi etrafındaki nesnelerin siluetini zihninde görebilmesi ve sentinelleri bir el hareketiyle durdurabilmesi zion'un da simülasyonun bir parçası olduğunun en büyük ispatı bence. bunu farklı bir şekilde açıklayabilen bir teori varsa yeşillendirin.

bonus olarak ilgili yazıya gelen bir yorumu da çevirmek istiyorum.

bu açıklama matrix üçlemesi ile ilgili kafama takılan en büyük soruyu da cevaplıyor. termodinamik yasaları çerçevesinde güneş görmeyen bir dünyada insan tarlalarından enerji elde etmek saçma bir fikir. enerji bir yerden gelmek zorundadır. makineler direkt olarak güneşten enerji alamıyorsa insanlar da dolaylı olarak besinlerden enerji alamaz. tabii ki zion da bir simülasyonsa bunların hiçbir önemi yok zira bir bilgisayar programının içerisinde fizik kuralları sen nasıl yazarsan öyle olur. -- mark binfield
hücrenin yani insan dahil canlıların tamamının enerji kaynağı olan paketin içindeki sırrı çözülememiş orjinalı hala üretilemeyen enerji santralinin sıvısıdır havada oksijense hücrede matrixtir.
2. Filmini sinemada izlemiş ve filmin başındaki dans sahnesi (aynı zamanda neo nun trinity ye döşediği sahne) esnasına arkadaşa dönerek;
- vay aminiym ne s.kiş dönüyo la
Dediğim filmdir.Arkadaşımın cevabı ise;
-aynen aminiym tren yapmış herkes, bunlar acayip çoğalır.
Olmuştu.
ufakken babam vcd'sini getirmisti. kardesimle dovus sahnelerini vay amina koyim edasiyla agzimizdan salyalar akarak izlemistik. yillar sonra tekrar izledigimde ise sade aksiyondan cok daha ote bir film oldugunu gordum.

ne film yapmislar be.
Gerçektir hayal aleminin içinde yaşıyoruz.
en baba filmlerdendir. hala daha oturur izlenir. evet.
yapılıp yapılabilecek en güzel filmdir kanımca..
yaratıcı ve komik.

http://www.youtube.com/watch?v=yX8yrOAjfKM
görsel

Şu görselden sonra Yıldım arkadaşlar.
morpheus o kadar zayıf değildi yalnız.
1999 yılında vizyona giren bir bilim kurgu filmidir. keanu reeves , laurence fishburne , carrie-anne moss gibi devleri kadrosunda barındırıyor. çıktığı ilk dönemler de büyük yankı uyandıran film üzerinde bir çok tez ve araştırma yapılmasına yol açmıştır. film bir yazılım şirketinde çalışan neo'nun trinity ve morpheus ile tanışmasıyla başlar. daha sonra ise neo'nun yaşadığı dünya ve görevi hakkında gerçekleri öğrenmeye çalışması ile devam eder.

ayrıca son günler de okuduğum bir habere göre yeşil matrix kodlarının aslında filmin prodüksiyon tasarımında çalışan simon whiteley tarafından eşinin yemek tarifi kitabından aldığı japon suşi tarifi olduğu ortaya çıkmıştır.
Cumali ceber ile hiçbir şekilde yarışamayacak kadar kalitesiz bir film. Rezillik gerçekten. Bunu izleyenlerin iq seviyesi 30 40 falan bence.
Tamamen rastgele ve sallama bir şey. Bakın film demiyorum sanat demiyorum "şey" diyorum. cumali ceber buna 10 basar.
efsane matrix üçlemesinin ilk filmidir. bir üçlü seriye temel oluşturmuştur. bu filmin ardından ikinci film olan matrix reloaded üçüncü film matrix revalotions adlı son filmi yapılmıştır.
şimdi düne ve bugüne dair öğrendiğiniz her şeyi unutun. siz ki fight club' ın beynine ayıltıcı doz verilmiş parlak çocukları, patrick bateman' in öfke dolu bakışları, artık gelecek o biricik sinyalin peşinde yeni bir günü bekliyorsunuz. o gün gelince berrak zihniniz kesinlikle bütünlüğe ulaşacak. nihayet tamamlandığınızı anlayacaksınız. ama çoğunuz da o günü göremeyecek.
matrix: bir bilmece. oldu. oluyor. olacak.
hakkında yazılacak herşeyin biraz eksik kalacağı, mitolojiden, tarihten, felsefeden enfes bir karma yaparak oluşturulmuş muazzam bir başyapıt.
her yer matrix herkes Thomas A Anderson.
Güzel bir film değildir.
kurgu gerçeklik dünyasıdır. felsefesi ve karakterleriyle bilim kurgu film dünyasında çığır açmış bir filmdir.