bugün

Gabriel garcia marquez'in daha sonra sinemaya da uyarlanan vasat bir romanıdır.

insanların yüzyıllık yalnızlık'tan sonra genellikle büyük bir hevesle başladığı, fakat Hayal kırıklığına uğradığı platonik bir aşkın romanıdır.
marquez'in ayrı ayrı karakterlerin bağımsız duygu dünyalarını anlatmaktaki başarısı hikayeye en ince ayrıntısına kadar dahil olmamızı sağlıyor. anlatılan zaman ve karakterler arasındaki geçişlerle dikkatinizin kopmasını önlüyor. bazen uzun uzadıya yaptığı betimlemeler bile tam dozunda geldi bana.
hastalık-aşk benzeşimi basit bir cümleden öteye koca romana yayılmış bir anlatım aslında. hikayesi karakterlerin yönelimleri tartışmaya açık elbette, oraya girmeyeceğim. diğer yazılarda yazılan florentina ariza eleştirileri bize yazarın anlatım başarısını kanıtlar nitelikte bana kalırsa. ve yazarın bunca anlattığı hissi durumlar hangi yaşanmışlıkların ürünü diye düşünmedim değil. yalnız hayal gücünün ürünü olduğunu düşünmek istemiyorum.
Yüzyıllık Yalnızlık romanından daha bir sevdim bu romanı. filminin aynı etkiyi bırakmayacağını biliyorum ama nasıl yansıtılmış diye merak ediyorum. *
Yanlış hatırlamıyorsam how i met your mother da ted’in en sevdiği kitaptı. Sırf bu yüzden aldım görünce.

Belki linç yiyeceğim ama hiç beğenmedim. Açıkçası ne kolera ile ilgili derin bir bilgi yahut bir acı hissettim kitabı okurken ne de aşkla ilgili. Üstün körü herşey.

Bir adam başka kadınlarla yatıp, ama evlenmeyerek bir kadını bekliyor. Bu sırada o dul kadınların hikayesini okuyoruz işte. Belki 1,5 aydır elimde anca bitirdim.
(bkz: corona günlerinde aşk)
Elli bir yıl, dokuz ay, dört gün... Aslında kitabın özsuyu bu sıradan yedi kelimenin muhteşem birlikteliği. Florentino Ariza'nın, Fermina Daza'ya karşı hissettiği aşkı anlatıyor gibi görünse de bu roman, aslında Florentino Ariza'nın nasıl müthiş bir karakter olduğunu anlatıyor. Bir taraftan çok ezik ama diğer taraftan oldukça özgüven sahibi bir karakterin yaptıklarını anlatıyor.
harika bir aşk romanı, ben kitap hakkında bir entry girmektense kitapla benim birlikteliğimizden bahsetmek istiyorum.benim en uzun sürede okuduğum kitap olmalı sanıyorum geçen sene sevgililer günü haftasında iş arkadaşımdan ödünç almıştım ve okula gidip gelirken metroda okuyordum. daha önce gabriel garcia marquez in kırmızı pazartesi kitabını okumuştum ve o bir kere başlayınca bırakamama hissi vardı ama hani sürükleyicilik değil de kitabın 'dur bir dakika şunu da anlatayım' dediğini hissediyordum sanki. aslında aynı şeyi kolera günlerinde aşk içinde hissettim ama yine de uzun sürdü kitabı bitirmem, iki kez vezneciler metrosunun karşısındaki pilavcıda, bir kez pilavcının yanındaki kafede, bir kez metro durağında ve bir çok kez bambaşka amfilerde unuttum...

her şey geçmiyor ve zaman her şeyin de ilacı değil. durmadan hissettiğin önüne çıkan her yolda yanı başında hissettiğin bir aşk acısı, bitirememe sebebim bazen o aşkın asla yakanı bırakmama duygusundan boğulmamdı sanırım.
Yazarın tarzından mı yoksa benden kaynaklı bir problem yüzünden mi bilmiyorum ama gabriel garcia marquez’in kitaplarındaki tüm kişileri karıştırmayı başarıyorum. Yalnızca bu yazara özgü olarak karakter takibim sıfır. Kim kimdi diye düşünürken yine kendimi burada buldum.