bugün

24 aralık 1963 gecesi kıbrıs'ta eoka tarafından gerçekleştirilen katliamın kıbrıs tarihindeki sembolik yer ve önemini göstermek amacıyla adlandırılan noeldir.

--spoiler--
1963 yılı Noeli'nde Kıbrıs'ta başlayan katliam, zihinlerimize işte bu fotoğrafla kazındı. Binbaşı Nihat ilhan'ın eşi ve üç çocuğunun saklandıkları banyoda hunharca katledilmelerini gösteren tek karelik kanlı fotoğraf, yaralı mücahit Vural Türkmen'in vücudunu kaplayan alçıya gizlenerek Türkiye'ye kaçırıldı.

1963 Noeli. 24 Aralık'ı 25 Aralık'a bağlayan gece. Hıristiyan inanışında Hz. isa'nın doğum günü. O gece, Hıristiyan dünyasında kutlu doğumu kutlamak için şenlik vardı. Kıbrıs'ta ise katliam olacaktı. Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak amacıyla kurulan EOKA üyesi Rumlar, Kıbrıs Türklerine karşı saldırı başlattı. Salı akşamı Lefkoşe'nin batı kesimine düşen Kumsal semtini bastılar.

Dere tarafından gelen Rumlar otomatik mavzerlerle irfanbey Sokağı'na girdiklerinde, 2 numaralı evde bulunan Mürüvet Hanım, üç oğlunun pijamalarını giydirmiş, yatağı henüz açmıştı. Rumlar geldi... Mürüvet Hanım, kapının önündeki Rumca konuşmaları duyar duymaz, çocuklarını kaptığı gibi banyoya koştu. Oğullarını küvetin içine doldurdu; sarmaladı, bağrına bastı. O gece evde bulunan ev sahibi Hasan Efendi, eşi Feride Nineyi tuvalete sakladı, kendisi de bir köşeye büzüldü. Feride'nin kızkardeşi Nuvber, beş aylık bebeği Işıl'la banyonun bir köşesine sığındı.

Evdekiler saklanmaya çalışırken kapı kırıldı, makineli tüfekler işlemeye başladı. Rumlar çocuk, yaşlı, kadın demeden savunmasız bedenlere Rifle otomatik mavzerlerle 15, Storn otomatik tabanca ile 12, mavzerlerle de 6 el ateş etti. Banyodaki küvet, ölüm çukuruna döndü.


KADIN, ÇOCUK, YAŞLI... HERKES KATLEDiLiYOR...

Ateş altındaki Kumsal semtine yaklaşma imkanı yoktu. Bölgeye ancak iki gün süren çatışmaların ardından ulaşılabildi. 2 numaralı evin kapısından içeri girildiğinde karşılaşılan manzara ürperticiydi: Işıkları yanan bir banyo. Tavandan et parçaları ve kan pıhtıları sarkıyor... Küvetin içinde bir kadın, cansız yatıyor. Göğsü üzerinde iki küçük çocuk; yedi yaşındaki yavrusu Hakan ile ikinci oğlu Kudsi. Yeşil pijamaları kan içinde. Kadının dizinde başını uzatmış bir oğlu daha; o yıl ilkokula başlamış olan Murat. Kıbrıs Türk Alayı Binbaşısı Dr. Nihat ilhan'ın ailesi işte böyle katledildi.

ilk etapta elliye yakın Türkü öldüren Rumlar, daha 400 Türkü öldürecekleri katliamlarına devam etmek için başka Türk evleri ararken, Lefkoşe'nin Türk kesimine girmeyi başaran ilk Batılı gazetecilerden Daily Express'ten Rene MacColl ve Daniell McGeachie, Türk gazetecilerle birlikte tarihe tanıklık etti. Sessiz tanıklar, o anı bir film karesinde dondurup, gördüklerini haberleştirdi. Ancak haberleri geçmek hayli zordu. Rumlar, Türk tarafının telefon kablolarını kestiği için iletişim kesikti.

En kanlı çarpışmaların devam ettiği günlerde yegane temas imkanı Kıbrıs'taki Türk elçiliğinin özel telsiziydi. Kıbrıs'taki Türk gazeteciler, haberlerini ortaklaşa olarak bu telsizle yazdırıyordu. Ama Türkiye'deki gazeteler haber kadar fotoğrafa da muhtaç durumdaydı. Yabancı ajanslar tarafından görmezden gelinen katliamın en iyi ispatı fotoğraf olacaktı. Yayınlandıktan sonra zihinlere kazınacak o fotoğraf, hem Rumlar hem de Türkler için çok önemliydi. Rumlar için önemliydi çünkü 9 Aralık 1948'de kabul edilen ve 12 Ocak 1951'de yürürlüğe giren "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme" soykırım suçunu şöyle tanımlıyor: "Madde 2. Bu Sözleşmeye göre, soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, aşağıdaki fiillerin işlenmesidir: a-Grubun mensuplarını katletmek; b-Grubun mensuplarına ciddi bedensel ve psikolojik zarar vermek..." Bu sözleşmeye göre, o fotoğraf, bir haberin görselliğinden ziyade belge niteliğini taşıyordu. Bu nedenle adadan çıkışına izin verilmemeliydi.

Lefkoşe Havaalanı'na Türk uçakları indirilmediği gibi Türk gazetecilerin de bu alana girmesi ve ellerindeki yazı ve fotoğrafları diğer uçaklarla göndermeleri men edilmişti. Hepimizin tüylerini ürperten cinayet ve katliam fotoğrafları nasıl ulaştırılacaktı? Nihayet cumartesi günü bir fırsat belirdi. Ankara'dan tıbbi yardım getirecek bir Türk uçağının inişine izin verilecekti. Uçağın, Kızılhaç gözetiminde adadan bir grup yaralıyı alıp götüreceği söylendi. Söz konusu uçakla Lefkoşe'de sıkışıp kalan Ankara Vali Muavini'nin de gideceği duyuldu. Hemen hazırlıklar yapıldı. Günlerdir bekleyen haberler yeniden gözden geçirildi. Fotoğraflarla birlikte zarflara konuldu. Vali muavinine teslim edildi.
Gazeteciler başka bir haberle yıkıldı. Vali muavini havaalanında aranacaktı. Bu da zarfların Türkiye'ye kesinlikle gitmeyeceği, o belge fotoğrafın imha edileceği anlamına geliyordu. Vali muavininin gitmesi iyice şüpheli hale gelince fotoğrafın yaralılardan biriyle yollanmasına karar verildi. Ama nasıl? Gazeteciler ile doktorlar kafa kafaya verip bir plan hazırladı.

Buz fabrikası üzerinden Türk evlerine ağır zayiat verdiren Rum silahlarını ele geçirdikten sonra, un fabrikası hücumunda yüzünden yaralanan 5 mücahitten (üçü şehit oldu) biri olan Vural Türkmen yeniden ameliyat masasına yatırıldı. Türk Mukavemet Timleri Gizli Örgütü (TMT) mensubu olan Türkmen'in vücudu, kasıklarından boğazına kadar alçıya alındı. Dr. Kaya Bekiroğlu, Dr. Naim Adiloğlu, Dr. Ezel Örfi, Dr. Şemsi Kazım, Dr. Osman ....... ve Kimyager Cahit Rüstem'den oluşan "ameliyat" ekibi, katliam fotoğraflarını zarflara koyup, Türkmen'in karın ve sırt bölgesine yerleştirdiler. Ardından Türkmen'in vücudu yeniden alçıya alındı ve sargı beziyle sarıldı.

Bacakları, kolları ve başı açıkta kalan "ağır yaralı" Kızılhaç görevlilerinin nezaretinde uçağa bindirilerek Türkiye'ye gönderildi. Türkmen, uçakta bulunan bir binbaşıya vücudunda belge taşıdığını açıkladı. Etimesgut Askeri Havaalanı'na inen uçaktan alınan Türkmen, Ankara Hastanesi'ni saran binlerce vatandaş tarafından sevgi gösterileriyle karşılandı. Zaman kaybetmeden alçılar kesildi, belge fotoğraflar vücudundan çıkarılıp kendisine refakat eden binbaşıya teslim edildi. Fotoğraflar aynı gün gazetelere ulaştırıldı.

Kıbrıs'ta başlayan Türk katliamı, beş gün sonra Türkiye'ye ve dünyaya işte o fotoğrafla duyuruldu. Katliamın belgelenmesinin ardından Türkiye'nin eli güçlendi. Türk birliği karargahından çıkarak Türk kesimini korumaya aldı. Türk jetleri Lefkoşe üzerinde uçmaya başladı. Uluslararası toplum harekete geçirildi. Barışı sağlamak amacıyla 15 Ocak 1964'te Londra'da konferans toplandı... O tek karelik siyah-beyaz fotoğraf, Türkiye'nin müdahalesine zemin hazırlayan süreçte önemli rol oynadı.

Dönemin Başbakanı ismet inönü, hastaneye gelerek TMT mensubu Vural Türkmen'i tebrik etti. Bu sırada inönü'yü dramatik bir sürpriz bekliyordu. Türkmen'in yanındaki yatakta yatan başka bir mücahit, inönü'ye, "Eğer kanınızda zerre kadar Türk kanı varsa Kıbrıs"a müdahale edersiniz" dedi. inönü, gerekenlerin yapılacağını söyledi. Türkmen'in soyadını Tahsin olarak hatırladığı bu kişi, Kumsal baskını sırasında, ailesini duvara dizip Rumların eline geçmemeleri için kendisi öldürmek istemiş. Türkmen, o günlerde Türkiye'nin bir harekata hazırlandığını ancak yeterli gücünün olmadığını söylüyor. Hatta istanbul boğazında yolcu taşıyan şehir hatları vapurlarıyla bile çıkarma yapılması planlanmış. Tehdit dolu "Johnson Mektubu" nedeniyle inönü döneminde çıkarma yapılamadı.

O meşhur fotoğrafın Türkiye'ye kaçırılma hikayesini Rumlar duymuş olmalı ki, fotoğrafı çeken rahmetli Ömer Sami Coşar'ı daha sonra sucukların içine planlar, krokiler koyup kaçırdığı gerekçesiyle gözaltına almışlardı. Vural Türkmen ise, on günlük tedavinin ardından yeniden adaya dönerek Rumlarla savaşmaya devam etti. Kıbrıs konusu her gündeme geldiğinde gazete sütunlarına, televizyon ekranlarına taşınan bu sembol fotoğraf, bugün haber değerinden çok, orada neler olduğunu gösteren belgeye dönüşmüş durumda.

Tıpkı Eddie Adams'ın 1 Şubat 1968'de Vietnam Savaşı sırasında Güney Vietnam polisinin tutukluları öldürmek için nişan aldığı sırada çektiği fotoğraf gibi. Adams'ın fotoğrafı, Vietnam'da yaşanan büyük vahşeti, Amerika'nın Vietnam'da uğradığı büyük yenilgiyi yansıtan bir sembol oldu. Henri Cartier Bresson'un fotoğrafları için de aynı şeyler söylenebilir.

Bresson'un II. Dünya Savaşı sırasında çektiği fotoğraflar bugün haber değeriyle değil, belge niteliği ile karşımızda duruyor. Bazı haber fotoğrafları yayınlandıktan sonra kısa sürede tüketilir ve bir daha hiç hatırlanmazken bazıları zamanı aşarak bizim için varolmaya devam ederler.

Kıbrıslılar bugün adada uluslararası toplumdan kalıcı bir barış ve adil bir muamele bekliyor. 40 yıl sonra oluşan zeminde bu düzen tesis edilemezse, o fotoğraf daha uzun yıllar zihinlerden silinmeyecek.

--spoiler--
21 aralık 1963 te lefkoşa'da bir kısım rum'un, türkleri adadan silah zoruyla göç ettirerek adayı yunanistan'a bağlamak düşüncelerini hayata geçirmeye çalışma faaliyetleri çerçevesinde türklere karşı silahlı saldırıya başlamaları ile patlak veren olayların başlangıç tarihi.
kanlı noel'i unutma, unutturma...!

saldırılar sonucunda 18.667 kıbrıs türk'ü yaşadığı 103 köyü terk etmek zorunda kaldı. birleşmiş milletler aracılığı ile köylerini terk etmek zorunda kalan türklerle ilgili araştırma sonuçlarına göre, 1964 yılında lefkoşa kazasında 39, girne kazasında 7, baf kazasında 49, larnaka kazasında 21 ve mağusa kazasında 21 köy olmak üzere 124 köy zarar görmüş, yüzlerce türk ölmüş, binlercesi yaralanmış veya köylerini terk etmek zorunda kalmışlardı. 1963 yılında başlayıp 1964'te de devam eden olaylarda 364 türk şehit olmuştur.
Binbaşı Nihat ilhan'ın eşi ve üç çocuğunun saklandıkları banyoda hunharca katledilmelerini gösteren tek karelik kanlı fotoğraf için;

http://www.mucahit.net/De...i62/images/Sayfa_24_1.gif
Türklere yapılan soykırımdır.

"Biz silahların patladığı geceyi, insanların çığlığını hatırlıyoruz. Nihat Bey kardeşimizin büyükelçilik önünde, bayrağa sarılmış tabutların başında mermer gibi durduğunu hatırlıyoruz."

günlük siyasetle unutulmaya yüz tutmuş milli meseleler artık neredeyse yok gibi. bir kıbrıs davamız vardı. olmayan kürt sorununu varmış gibi göstermek yerine, varolan acılarımız için politikalar oluştursak. keşke bir kıbrıs politikamız olsaydı. ermeni soykırımı yalanına çanak tutan sözde aydınlar, ab işbirlikçileri, insan hakları savunucuları neden bu vahşete bu kadar sessizler? nedeni basit.. milli idrakimiz uyumuş.

tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet..
http://www.haberiniz.com/...=70:kibris&Itemid=136
--spoiler--
"Silah sesleri ve tüfek dipçikleri kilitli kapıları dövüyordu, halk sokaklara çıkarılmıştı. Yetmiş yaşındaki ihtiyar bir Türk, ön kapısının kırılma sesi ile uyandı. Yatak odasından çıktığı zaman kapının içinde birçok silahlı genç adam buldu. "Çocukların var mı?" diye sordular. Adam korku ile, "Evet" dedi. Bir tanesi "Onları dışarı gönder," diye emretti. Adamın ondokuz ve onyedi yaşındaki iki oğlu ve on yaşındaki kızı alelacele giyinerek silahlı adamın peşinde dışarı çıktılar. Bahçe duvarının dışına dizildiler ve silahlı adam onları makineli tüfekle kurşunlayarak öldürdü.
--spoiler--
http://www.mucahit.net/Dergiler/Dergi62/Sayfa_24.htm
unutulmaması gereken terör eylemi.
kuzey kıbrısta azınlık olarak yaşayan ve resmi makamlarca tanınmayan türklerin başına gelen olay.
Türklerin, silahlanan rumlar tarafından katledilmesi olayıdır.
(bkz: açık açık silahsızlandırılan bir millet)
bugün yaşananları izledikçe çok çabuk unutulduğuna inandığım yürek yakan olay.
uzun uzun yazmayacağım olayı. yazılmışı var.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16991993.asp
(bkz: my bloody christmas)

zulmedenin hesabını vereceği bir cehennem var.
rumların akritas planı'nın uygulanmasının sonucudur. bir türk kadınının rum polisi tarafından öldürülmesi sonucunda çıkan çatışmalar ve eoka'nın bir katliama imza atması sıradan bir noel zamanının "kanlı" olarak tarihe kazınmasına sebep olmuştur.
hiçbir türk evladının unutmaması gereken rum katliamıdır.49.yıldönümüdür.
Acı günün yıldönümüdür. Utanç günüdür bu. Küçük çocukların kanına giren rumları herkes affetse Allah affetmeyecektir. Evet.
eoka köpeciklerinin katliamı. ayrıca MERHUM CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ'I SÖZDE ÇÖZÜMÜN ÖNÜNDE EN BÜYÜK ENGEL OLARAK GÖREN, SONRA DA CENAZESiNDE TiMSAH GÖZYAŞLARI DÖKEN DEVŞiRMELERi UNUTMADIK.
türk'e yönelik yapılmış katliam.
kıbrısa ziyarete gelenler, barbarlık müzesi haline getirilen ve lefkosada dereboyu caddesinde bulunan evi gezebilirler.
bugün üzerinden 52 yıl geçmiş olay. ama acısı hala taze.

şehir kıbrıslı kardeşler için allah'tan rahmet diliyorum.
kıbrıs türklerinin ve tüm türk dünyasının başı sağ olsun.
Unutmadık 21 aralık 1963
Kıbrısta Türkler katledildi.
Rumların kendi hayalleri için katlettikleri türkleri simgeler "kanlı noel" ismi. Ne yazık ki kimse konuşmaz, türke olunca konuşulmaz ama türke sınırsız iftira atabilirler. Ruhları şad olsun, yitirdiklerimizin.
Şu anda orada yaşayanlar ve Türkiye'ye cemkirenler bu manasızca katledilenlerin çocukları mı? Maaşına kadar ödeyen devlete havlayanlar bu katledilen vatandaşlarımızın çocuklarımı? Suyuna kadar karşılayan devlete söven Acımasızca katledilen vatandaşlarımızın çocuklarımı?

Yoksa.

Gidenlere rahmet diliyorum. Kalanları zaten görüyoruz.
23/24 Aralık gecesi yapılan katliam. Sembolü ise binbaşı Nihat ilhan ın banyoda katledilen ailesi. Eşi Mürevvet, çocukları murat, kutsi ve Hakan. 6, 4 ve sadece 1 yaşındaki masum çocuklar...
Unutmamak dileğiyle!
1963 yılı, kıbrıs.
24 aralık'ı, 25 aralık'a bağlayan gece. tam da bu saatler, lefkoşe'nin kumsal mahallesi...

20 aralık'ta başlayan rum saldırıları her gün şiddetini arttırıyordu.
20 aralık'ta tahtakale köyü'nün basılması ile başlayan saldırılarda toplamda 103 köye saldırılmış, katliamlar yapılmıştır.

ama en can alıcı katliam 24 aralık gecesi kumsal mahallesinde yaşanandı.
kumsal mahallesi türkler ve ermenilerin yaşadığı bir mahalleydi. yıllarca türkler ile beraber yaşayan ermeniler, o gece mahallenin savunmasız olduğunu, tek bir mücahit olmadığını binbaşı nihat ilhan'ın da evde olmadığını rum eşkıyalarına bildirmişlerdi.

saat 19.00 sularında binbaşı nihat ilhan'ın evinde toplanan komşuları uzun gecenin sağ salim, kazasız belasız atlatılmasını bekliyordu.
evde binbaşı nihat ilhan'ın eşi mürüvet hanım ve 3 çocuğu, ayrıca kendilerine sığınan komşuları hasan ve eşi feride, onların çocukları, diğer komşuları növber hanım ve çocuğu, ayşe hanım ve çocukları vardı.

hasan bey yaşlıydı, "hasan dede" derlerdi ona. zaten mahallede kalan tek erkekti, mahallenin diğer erkekleri türk mukavemet teşkilatında mücahittiler.
işte hasan dede, kadın ve çocukları evde bırakarak dışarıyı gözlüyordu o gece. az ötede kanlıdere'den silah sesleri gelmeye başladı. hasan dede telaşla eve girdi, "baskın var" diyerek ev halkını uyardı.

çok geçmeden kanlı dere tarafından eve kurşun yağmaya başladı.
kurşunlar yağmur gibi geliyordu. mutfağın önündeki yemek odasının tehlikeli olduğunu ve eve pencerelerden giren kurşunlardan kendilerini koruyamayacağını hisseden masum ve savunmasız dokuz insan, elektrikleri kapattılar ve evin güvenli olduğunu düşündükleri yerlerine saklanmak çabası içine girdiler.

dr. nihat ilhan’ın eşi mürüvet hanım, eşi kendisine “eğer ateş olursa duvardan duvara geçecek kurşunlara hedef olmazsınız, banyo sizi korur” dediği için hemen daha 6 aylık olan hakan’ı kucaklar, 6 yaşındaki murat ile 4 yaşındaki kutsi’yi de ellerinden sıkı sıkı tutarak evin sol arka köşesinde yer alan banyoya doğru koşar.
arkasından növber hanım ve kucağında kızı işıl’ı sıkı sıkı tutan ayşe hanım ve hasan dede, hep birlikte banyoya girerler ve saklanmaya çalışırlar.
kalın taş duvarları ve küçük de bir penceresi olan banyo gerçekten de iyi bir korugan gibidir.

evi yoğun bir şekilde tarayan rumlar birkaç dakika sonra evin içine girdiler.
rum eşkıyalar odalara çabucak göz attıktan sonra ileri seğirterek, önlerindeki kapıdan hole geçip soldaki yatak odasına yönelirler ve tekrar ateş etmeye başlarlar.
içlerindeki hınç önlerine çıkan her tür canlıyı öldürmelerini emrediyordu.

ufacık banyo odasının içine sığınan masum ve savunmasız türkler ise birbirlerine sarılmış rumların kendilerini bulmaması için dualar ediyorlardı.
küvetin içinde mürüvet hanım, üç çocuğuna sıkı sıkı sarılmış, bedenini siper etmişti.
ayşe hanım kızı işıl’ı kolları ile sarmalamış, sırtını köşeye dayamış, lavabo ile köşe arasına sokulmuştu, növber hanım, kapının açılmasına mani olabilmek için kapının dibine çökmüştü.
hasan dede de, o küçücük banyonun içinde, lavabonun sağ tarafı ile küvetin arasına büzüşmüştü. nefes bile almıyorlardı.
sadece allah’a dua ediyorlardı...

iki rum cani, evin arka sol tarafındaki kapıları sıkı sıkıya kapalı olan banyo ve tuvalete yönelirler ve “enosis” çığlıkları altında tüm mermilerini kontrplak kapıların üzerinden içeriye boşaltırlar.
kapıyı eli ile sıkı sıkı kapalı tutmaya çalışan növber hanım, elinden kötü bir yara alır ve yana kaykılarak kapının önüne yığılır. kapının tam karşısında yer alan banyo küvetinin içindeki mürüvet hanım ve üç çocuğu ise küvetin içine yığılırlar. kapıyı kırarcasına açmaya çalışan rumlar, növber hanımın kapının önüne yığılması nedeni ile kapıyı birazcık aralayabilirler ve o aralıktan sağa ve öne doğru tekrar ateş ederler. vefakar anne ve çocukları o anda şehit olurlar. etraf bir anda kan gölüne döndüğü için rum caniler hepsini öldürdüklerini sanarak hemen yan taraftaki tuvalete yönelirler. kapıyı açamazlar ama kontrplak kapıdan içeriye onlarca mermi sıkarlar. kapının arkasına saklanmış olan feride nine başına isabet eden kursunlar nedeni ile anında şehit olur ve yere yıkılır.

içerdekilerin öldüğüne inanan iki cani geri çekilir ve diğer üç cani de banyo kapısının önüne gelip sıra ile aralıktan içeriye ateş ederler. acımasızca silahsız, korumasız ve masum insanlara ateş eden rumların silahından çıkan kurşunlardan birisi, önce kızı işıl’ın dizini parçalar sonra da ayşe hanımın bir bacağından girip diğer bacağından çıkar. ayşe hanımın ayağında büyük bir yara açılır.

feride nine ile banyoya çocukları ile saklanan mürüvet hanım ve çocukları şehit olurken, hasan dede ile birlikte ayşe hanım, kucağındaki kızı işıl ve növber hanım ağır yaralanırlar.

işte o kanlı katliamdan, kumsal katliamından, kanlı noel'den bugüne o katliamın sembolü olmuş mürüvet hanım ve evlatlarının banyo küvetinde şehit edildiği şu fotoğraf kaldı.
görsel

tabip binbaşı nihat ilhan eşi ve çocuklarının şehadet haberini aldığında ağzından sadece "vatan sağolsun" sözleri döküldü.
acılı türk subayı eşi ve evlatlarını memleketi erzincan'da defnetmek istedi, şehit yavrularını kendi elleri ile yıkadı...
bir baba için daha acı ne olabilirdi ki?

işte biz 20 temmuz 1974 sabahı adaya barış götürürken bu hissiyatlarla gittik.
şehit mürüvet hanım'ın acısı ile 3 küçük yavrunun acısı ile yüzlerce türk'ün katledildiğinin anılarının tazeliği ile çıktık zafer plajına.
ama biz rum değildik, ermeni değildik, biz tanrıdan gelen millettik, merhametliydik. tıpkı afrin'de, el bab'da yaptığımız gibi milim milim ilerledik, masumları koruduk, gözettik, onlar gibi katliam yapmadık, masuma kıymadık, merhamet ettik.
sayın rahmetli başbakanımız bülent ecevit'in de dediği gibi biz rumlara da barış götürmeye gittik ve bütün dünyaya türkün ne olduğunu, mehmetçik'in ne demek olduğunu bir kez daha gösterdik...

bugün 24 aralık. kanlı noel.
biz kıbrıs türktür türk kalacak dedikçe, ada için gizli pazarlıklar yapanlar, kıbrıs'ı ve kıbrıs türkünü yük olarak görenler bilsinler ki hem anavatanın, hem yavru vatanın bir karış toprağını vermemek için gözünü kırpmadan ölmeye hazır milyonlarca mücahit kanlı noel'i unutmadı...