bugün

14 mayıs 2014 tarihli, cumhuriyet gazetesi yazarı mine kırıkkanat yazısıdır. güzeldir.

http://www.cumhuriyet.com..._Kursun_Gibi_Agir....html
baştan kesin okuyun yazayım da okuyun lütfen.

cumhuriyet gazetesi yazarı mine g. kırıkkanat'ın mutlaka okunması gereken köşe yazısıdır. bir anısını paylaşmıştır. korku rejiminin ülkemizde geldiği ve getirdiği noktayı çok güzel özetleyen bir anı yazısıdır.

-------------
geçen çarşamba günü kadıköy- beşiktaş seferini yapan 15.15 vapuruna bindim. alt arka salon yolcuları arasındaydım. vapur kalktıktan kısa süre sonra, üç gencin oturduğu köşeden caz notaları yükseldi.
delikanlının biri gitar, öteki saksofon, genç kız ise mızıka çalıyordu. ankara’nın bağları türküsünü, başarılı bir caz yorumuyla çalıp söylemeye başladılar. keyifle dinliyorduk.
ansızın ızbandut gibi bir çımacı girdi içeri. hiddetli adımlarla gençlerin yanına gidip, bir şeyler söyledi. gençler müziği kesti, ama kütük yasakçılara da şerbetli görünüyorlardı. gitar çalanın, “para toplamıyoruz ki, müzik ve şarkı da mı yasak?” diye sorduğunu duydum.
ansızın bir erkek yolcu fırladı kalktı yerinden. “bu da mı yasak?” diye sordu, çam yarması vapur görevlisine. “bu da mı?..” bir başka yolcu, oturduğu yerden, “biz şikâyetçi değiliz, canımız isterse para da veririz, sana ne?” diye bağırdı, kendisinden iki kat iri çımacıya.

***

derken, inanılmaz bir şey oldu, itiraz eden ilk yolcu, türküyü kaldığı yerden alıp, avazı çıktığı kadar bağıra bağıra söylemeye başladı:
“ankara’nın bağları da
büklüm büklüm yolları
ne zaman sarhoş oldun da
kaldıramıyon kolları!...”
o ana kadar sessiz kalan kadınlar, erkekler, türküyü alkışlar eşliğinde, bir ağızdan söylemeye başlamasın mı?
yer yerinden oynuyordu.
içeri girerken afrından tafrından geçilmeyen çımacı, epeyce şaşkın ve ürkmüş, çıkıp gitti. yolcuların, “çalın çocuklar, çalın!” diye teşvik ettikleri genç müzisyenler, ankara’nın bağları’nı bitirip, commandante che guevara ağıtına geçtiler.
salona, dokunanı çarpacak bir öfke egemendi.
kimi sözlerini bilmediği şarkıya “nını, nını” diye eşlik edip el çırparken, kimileri de yüksek sesle verip veriştiriyordu: “mevlüt okusalar yasak değil tabii!”, “suriyeli dilencilerin para toplamasına ses çıkarmazlar ama!..”

***

bazıları gençlerin yanına gidip, “siz istemiyorsunuz, ben veriyorum!” diye ceplerine para tıkıştırdı. beşiktaş’a yaklaşmıştık. enstrümanlar kılıflandı. müzisyenlerden gitarist olanı, “desteğinize teşekkür ederiz” dedi. “ama şimdi zabıtayı çağırmıştır bunlar, bizi iskeleden alacaklar. birlikte çıkalım, belki bir şansımız olur...”
vapur iskeleye yanaşıyordu. gerçekten de dört zabıta bekliyordu çıkışta, lumbozlardan görüyorduk. yolcular ayağa kalkıp gençleri ortalarına alarak çıkışa doğru yürüdü.
küçük kızının elini tutan bir baba, müzisyenlere “sizin eli boş çıkmanız daha doğru olur” dedi. “verin bakayım şu gitarı bana!”
tüm gerçek cesurlar gibi, ufak tefek, kendi halinde bir adamdı. aldı gitarı, bir elinde kızı, bir elinde gitar, ilerledi kapıya. bir başka yolcu, saksofonu alıp astı omzuna. genç kıza, mızıkayı cebine sokup, önden gitmesi söylendi. eh, artık benim de bir şey yapmam gerekiyordu. müzik üçlüsünün lideri olduğu anlaşılan gitariste yaklaşıp koluna girdim, “sen benim oğlumsun, ben de senin annen, yürüyelim!” dedim.

***

müzisyenler, yolcuların nasıl gergin ve her birinin yaptığı her hareketin bir karar olduğunun, pek farkında değildi. gençliğe özgü aldırmazlıkla durumu çok eğlenceli buluyor, kıkır kıkır gülüyorlardı. oysa onlara sahip çıkanlar, kavgayı göze almışlığın sessiz ciddiyeti içindeydiler.
korumaya aldığımız gençlerin göremediği o vahim kararlılığı, onları bekleyen dört zabıta sezdi. donup kaldılar. gözlerinin içine baka baka, önlerinden geçip gittik, hep birlikte. yola çıktığımızda, müzik aletlerini teslim alan gençler “sağol abla, sağol abi!” cıvıltıları arasında uzaklaşırken, biz erişkinler aynı gergin sessizlik ve ciddiyet içinde dağıldık.

***

hava kurşun gibi ağır, sevgili okurlarım. bu ülkede, azgın bir azınlığın sürekli tekmelediği mutsuz çoğunluğun öfkesi artıyor. türkiye fokur fokur kaynayan bir kazan. kapak henüz atmadı, çünkü itici gücüne henüz ulaşmadı. bu çoğunluğa yön vermesi gereken muhalefet partileri, ne kaynayan öfkenin farkında, ne kendilerinden kesilen umutların...
sabır tenceresi ne zaman taşar, kapak nerede, nasıl bir gerekçeyle atar bilemem. ama ufukta, hem iktidarın, hem de muhalefet partilerinin boyunu aşacak, atıllaşan siyasal arenayı basacak bir öfke selinin boğuk uğultusu büyüyor.
---------

“en kısır gönüller bile tahrikle öfke doğurur!” cervantes

olayı görmek isteyenlere inanmayanlara ve masumca müzik çalmıyorlardır diyenlere bir de videosunu buldum.

http://www.youtube.com/watch?v=_V2b_U6tqAc
Harbiden. Yan bahcede kedi mi ne ölmüş. Leş gibi bi koku var camdan bana. Ayh, içim kalkti.
kerem gibi

Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum...

O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana...

«Deeeert
çok,
hemdert
yok»
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır...
Hava kurşun gibi ağır...

Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum.....


1930 Mayıs
nazım hikmet'in siirinde kullandığı bir söz olmakla birlikte hıfzı topuz'un nazım'ın polonya ve rusya maceralarını anlattığı bununla da kalmayıp okuduğum en keyifli kitabın ismidir.
güncel Önemli Başlıklar