bugün

Samsun kadar çirkef bir yerin insanı da milleti de diyarbakırımiza gelmesin!

Ben istemiyorum!
Defolun gidin lan memleketinize!
Bilmeden,gormeden,hissetmeden hakkında boş yorum yapılmaması gereken şehirdir. Bir gece ansızın ortadan kalkınca kimsenin haberinin olmayacak olması imkansızdır,zira şehirde olan her olay veya gelişme ülke gündeminde çok iyi yer etmiştir.
Irkçılık yapıp hasetliklerinden çatlayan, 3 - 5 o.. çocuğuna dert olmuş sahabeler şehri.

Salyalarınızı başka yerde akıtın köpek soyları!
Surlarıyla ve karpuzuyla ünlü şehrimiz.
BirGün doğu turu yapacağım, ve bu turun başını Mardin ve diyarbekir çekecektir kuşkusuz..
Adı diyarbakır olan sehirdir.

Amed ya da diyarbekir degil.
Adı diyarbekir olan şehirdir nasıl ki dersime tunceli deyince dersim tunceli olmuyorsa diyarbekir de diyarbakır olmuyor. Ayrıca amed de değildir gençler amed diyarbekirin bizans ve asur döneminden kalma ismidir kürçeyle alakası yok. Gitmek lazım gitmediğin yer senin değildir.
ortadoğulular tarafınca istila edilmiş bir türk kenti, uzun hasan'ın heykeli kent ortasında elan durmaktadır.
şu aralar mezopotamya eşşeklerinin nispeten azaldığı şehr-i türkmen.
Bir gecede ortadan kalksa kimsenin haberi olmayacak denilen sehir de yaklasık 1 milyon nufuslu sehir olmasa inanırdım da neyse.
Bana kalırsa guneydogunun en luks en gelismis illerinden biridir zira hem gorsel anlamda tatmin edici hem de tarihi ve kulturuyle oldukca zengindir. Gayet yasanılasıdır aynı zamanda.
Bilim adamlarının hala ne olduğunu anlamaya çalıştığı yaratıkların sözlü saldırısına maruz kalan güzel şehir.

Ne diyelim varolsun diyarbakır kahrolsun faşizm.
2 kez gittim, tarihi yerleri, kültürű, insani ile gidip görülmesi gereken yerlerden bir tanesi.
Türk şehri idi Yavuz bey sağolsun...
berdelci fistanlı terörist dolu bir şehir.
Bir şehir.
Güzel şehir fakat bazı insanları özellikle Ergani ilçesinde bulunan bazı vatandaşlar çok sevimsiz ve kabadırlar bir o kadar da nankör. Seçim sonuçlarından da anlaşılıyor bu nankörlük, dik kafalılık, cehalet... Fakat Ergani insanının da Diyarbakır'ın da kalitelisi çok kalitelidir iyisi çok iyidir.
kıymeti bilinmiyor yazık canavar varmış gibi davranılan doğunun en güzel şehri
AŞKIN ŞEHRENGiZi

ne canlar yakmış iç Kale
sararmış resimlerce
mahzun Viran Tepe
bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin
bir küf tutmuş muskalar
bir keder karası bazaltlar bilir
nerden nereye solmuş
yetim Diyarbekir’im
nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin
birden düşersin akla
başım gözüm ısınır
Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü
Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı
kenti çoktan terk etti
Hamravat Selsebili
bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında
eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde
bir sensizliktir gider
bin sessizliktir gelir
açılır çakı gibi Fetih Kapısı
yeni baştan çevik Fatihine
tel örgüler kuş olup uçuşanda
belki değeriz yine
On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin
yangınlar gömülü
Süleyman mertliğinde
bir zaman abdestsiz çarıklarla
doluşmaya utanılan Sur
şimdi hangi hakirliğin mahzeni
abdal damlarımızdan mağrur çatılara
taşların boşluğunda zemheri
cehennem lokması kursağında
avlularda tükenmiş
dut çiğdeleri bağrın
boynu bükük nergizlerin saksılarda
vurulmuş haremlik
dökülmüş selamlık
kalmış Deliller Hanı
cinnete bir soluk
kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları
hanayda kumruların
su kadehi burulmuş
kararmış bahtı fildişi kalkerin
namusun narin beli bükülmüş
durgundur Mesudiye
argındır Ulu Cami
yorgundur Dicle Kapı
fıtratına dönme günü Kırklar dağımın
bir şehir ki töresidir
nice kıtaların hey
selsellerin uğultusu serdaplarda
tulumbalar hasretinle taşmaktadır
Şeyhandede şelalesi
hazan olup yağanda
ahşab nar çiçekleri
sülüs hatları mevsim
nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı
yüreğin beynine hadisler mıhlı Nebi cami
Asur kalesinde kral mezarı bağrın
gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi
ve paygamber kabrinde
öksüz yara salardık
gırtlaktan revakların karanfil sokağında
umudun umudusun
çeyizlen Diyarbekir

AMEDYA

ranzalarda Anzele serinliği
Arbedaş Kapısı
yüreğin dolar
Nasuh Camisinde Ömeroğlu
Nasıriye Kalenin Halidoğlu
bize Amedyalı
derler hey cano
mazluma safdil
namerde sarraf

şimdi ne Küpeli
ne Dıngılava
Diyarbekir bir ceset aramızda
akar akar Hamravat
çehremizin kederinde
taşar yüzlerin
emekçi coğrafyasından
masum, maralsı
Kürdistan gülleri

ürkek avlu mırnavları
ceylansı hafız kızlar
kadim Zinciriye
kokar çocukluğum
Benusen burcunda sesin
girer düşlerimin rüyasına

hatıralar deşer
hatır yarasını
Hançepek türküsü yakar
babasının ciğeri filintalar
öksüz içerin
Zembilfroş dumanı

sürgüler çekilir
durur hücremde
tütsüler doğurur
yetim Bircuşah
kaynatsın ahımızı
dadaş Haburman
sağsın zor hüznümüzü
aygın Malabadi

kurşunlanmış can Kurşunlu
Dört Ayaklı minarem
dört ayağından vurulmuş
öyle bir zelzele
ki çetin gidişin
Mesudiye sütunları oy
gayrı yerinde durmaz

Parlı Safa Minaresi gibi dimdik
ömür kavgasını
verir hep kalanlar
dam loğu, et taşı
bulgur değirmeni
bir destandır burada yaşamak saati

Fiskaya Şelalesi
hazan olup yananda
gör nasıl
yeniden yağarım
dişimle tırnağımla loy loy
bir daha bulunmaz böylesi
gazel ölen
bizi, bizim gibisi

ROZERYA

yüreğin Hilar
mağarası gibi serin
yüreğin dağlarcası
gariban, ıssız
söyle sen hangi
boranın meltemisin
yanar dudağında karanfil tütün
yanar da verir
sırtını Kırklar suruna

ellerin kelepçe
ellerin zozan
gözlerin zor kafesler
gözlerin zilan
içerin Kralkızı içerin mahzun
alıngan, kuğumsu
hançerem hançerli
suskum sahipkıran
bir masum pusuda tahtırevan

söyle ben nereye gideyim Rozerya
gel de gör içim dışım Amedya

yaşmaklara yaşamaklar doladın
Rabbinden razı
sesin papatya devrimi
sesin ardınsıra zılgıtlar
körpe nazenin

daha kaç mendil
sarsın yangın kederini daha kaç
ahraza bürünecek
cıvıltısı sabilerin

gel de izle Rozerya
aşklar şimdi bir mumya omuzlarda
tepişirken fevkinde
şımarık firavunlar
aziz bir şehir yıkılıyor altında

hal böyleyken
hasmına kılınç
olsan da duramazsın içinde dimdik
çökersin soylu
sevdiklerin aşkına
biz şimdi sensiz
boyuna çöküş
biz şimdi gözlerinsiz
antik tohumduk

bak da yeşert Rozerya
Diyarbekir hayat ister bağında
yeniden nefes almak
biz ki yorgunluklar halkı
gürleşirdi alnımızın teriyle
ceddimizi saklayan
aziz toprak.
çocuklar eker
filintalar yeşertirdik yılmadan
usturalar kayarken ensemizden
bükülmezdik usulca

ata yadigarıydı mesleğimiz
yüreğimiz haykırır gözlerimizde
canımız o parola
yakıl ama yıkılma
söyle susma söyle Rozerya
diyesin
yitik insanlık
hangi eğreti dağın ardında

RÜMEYSAH

sen, çocukluğumdun, masumiyetim
sen bereket, han duvarları mazim
toz çuvallar üstünde dinginliğim
rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin

dans eder, göllerin ıssız akışı
her nakışı, hüsrana yar bakışı
özlem tüten demden gönül kayışı
hem canım hem cananım, cevherimdin

ayrılık da aşka dahil, Rümeysa
bir hayatlık canı var ölümlerin
bülbüle uzaklar yakın Rümeysa
bir nefeste yayılır gül dediğin

Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda
gurbetimin teli kopmuş sazımda
deli taylar uçar durur bağrımda
seven ruhta fren tutmaz Rümeysa

konmaz öyle her dala sev devrimi
sütü zift, balı zehir semahında
uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri
can kınına sığamıyor Rümeysa

mürşid gamzelerin Fındık burcudur
aşığı, mürid kılar tek bakışta
dergahında cerenler kuruludur
aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa

GÜVERCiNLER ÇARŞISI

şükran toylarımızın
sesi gelir aşiret çadırlarından
obamız hayran
otağımız kurban
kıl çadırda yer sofrası kalbin
serilmiş razı
serilmiş padişahına kadar
Nur burcunda ciğerim ağarır
külahına dek kufi, ebebulguru
saçlarında nesih yazıtlar
döşlerin kesme bazalt döşeli
mukarnas bezemeli
yazmalarca beklenen yankılarda
kurşunlu kubbelerin

Halilviran köprüsünde hey canım
düşlerin hıçkırır
sazlar kavrulur
yanar sazlıklar
Nevruz neşesi saran köşelerinden
bir firak hüznü
tüttürür dağlar
kavun rayihasına karışır
karpuz burcuları
çörtenlerden bin rahmet damlar
demirciler çarşısı orkestra
sadrı tonozla örtülü
ceylanlar salınır
filintalar ormanında

Kazancılar Hanı mürd
suskun kaya mezarlar
Sultan Şuca çeşmesinde bağrın
bağlanıp budaklansın
yeter ki kapılma
çeper çağın ağına
can akar yolunu bulur
yeter ki solmaya
yaşamak sevincin
iki gözümün goncesi

HIZIR KÖŞESi

göğün göğüyüz biz, yerin yeri
niceye Süreyya, niceye bağır
testin kadarsan, günahımız ne
ya kıl taat, ya cezbemizden delir
ki yokluk, varlığımıza delil
ki yokluk, yokluğunuza tülbent
içimiz var, içimizden içeri
ve dışımız, dışımızdan dışarı
vur testini, ne dış kalsın, ne içi
lamekânda bulunur bu define
aşk, öyle bir uçurur ki kimini
aşk dahi bilmez uçanın yerini

VEDA TEPESi

Kudüs'ün ürkek gözyaşları
Diyarbekir'in gözlerinden akar
Tunus'un yanaklarından sızan
Kahire'nin koyu kanıdır
Şam'ın sonbahar saçları
Dökülür derisinden Yemen'in
Medine tüter Mekke'nin burnunda
Düğümlenir boğazı istanbul'un
Vedâ tepesinden uyanış doğar

DORU

poyraz yanar, kandiller üşür
Nupelda
suna boynun yaslar dağ eteğine
yıldızların kaydırağı var bu gece
dokunsan, ağlayacak ceylanlar
tavşan, yavrular aşkına cesur
arslan, yavrular aşkına ürkek
ve bakışlar, çığlık çığlığa kuşlar
yokluğun, boğazda kement
bakışın, nasıl da çatal
değdiği kalbin etini delen
acemi, rafine, boyunca usul

bağırda dalgalar kayalığa vuranda
diyar gözlü, bekir yürekli
filinta baharlar birikir Yeldama
gurbetin, hançeremde kelepçe
ranzamda, kahırdan darmaduman
ağarmış anlıklar, gurbetin
maral titrekliğinde, soluk soluğa
bir cezbeden yadigar
bahadır, külhani yakalardan
ve mahzun, namus burcu
niyetli, meçhul denen ferdalara
umutma Evîn
gevherin kışlatma
avlularda serpilen gonceler hatrına
kenar mahlesinde dar bulvarların
gül hevesler kurutmuş
başı hep ustura tıraşlı
oğullar etmez hayınlık
yokluğun ebubekir dostluğuna

çünkü yaşamak bu küllüklerde
dakik bir vaiz kuzulara
ve sıtmalar, ardın sıra kan ter
ardın sıra tutuklu, kısık
iner gibi sürgüler hücre odaya
görüş günleri ıssız
volta demleri öksüz, dımdızlak
cehennem kesiği gerdanlar namına
hiç değilse düşlerim, boran
savur çeltik yaylana, pamuk ovana
savur da kıyılsın inceldiği kuşeden
aşiret bozkırları çocukluğum
divane dağın doruğundan tütsün
vakarlı umular, yarınlarımız

ÜLKÜMÜZ DEVRiM

genzimde bir sergüzeşt
koynumun merkezine kadar kıvrılan
kanırtan hınzır hevesleri
sisleri tırmalayan haylaz açelyalar
sensizliğin biz kokan kıyametiyle
aşka hadım edilmiştir

içimde açılmayan mühürlenmiş mektuplar
yağar tırmalarcası sandukamın kürküne
gençtim kısrakların
toprağa hazla saplanan toynakları kadar
gençlikten burağanlar biriktirdim
yatağanlarladoğrarcası
kara kutusuna kadar ciğerlerimin
vurulmak neymiş bildim

mahralarda sahralar uzanıyor
dünya kıyameti sonuna kadar hak ediyor
çırılçıplak armakçılar
kirletirken oğuzluğun hisse senetlerini
dosyalar artık yırtılmak içindir
yargılarından habersiz yargıçlar
şimdi haksızlığın ayetleri

akıyor budunlar sokaklarında evrenin
kurganlar artık çöküşlere mahkumdur
kutaylar kervanlarda
yeni bir cihanın rüyasını çığırmakta
bilge taşralardan
çaylak şehirlere ihtar

orada bengi yaşamaklar
burada tadımlık yalnızca
çocuk sevinçlerinin koşturduğu evlerde
ölümlerin o yetişkin ağır
kulak zarlarını sağır eden
şimdi suskun çığlıkları dolaşıyor

öyleyse acısını dindirmeli vahşetin
bir yağız hünkar korkusuzca
herkes beklenenlerin
peşinde aynalara bakamadan
imgeler alışıktır kırılmaya farlarda
pusumda aşiret bozkırları
güneşin yerini tutar

kozmosunda fantasmalar
bir gökçe hicret kadar mevzi tutar
sarıklara havlıyor kanişler
yağlı köy sabunu kokmuyor yaşayan leşler
kentlerde ceset nehirleri
yıkılan köprülerden
örülen duvarlara üzülme sakın
körpe labirent olur
buldurur birbirimizi

kavganın gümrah memelerinden
yaralar emzirdik hep yoldaşlarla
kaslarımızı gırtlağına değin sıkıyor
kol muskası pazıbentler
can evlerinde tamudan yuvalar kuran aşk
palazlanıyor çıngarın
kanla sulanmış tarlalarında

ülkümüz devrim
insanlığı hunharlığa neşter kılan
huylanan döl döşekleri
doğumun görklü kuzey ışıkları altında
yepyeni bir doğruluşa gebeydi
çapa yapan kadınlarıngölgesinde
ter bezinde kundaklar benim yerim
ülkümde devrim
yıldızlı geceye dönüşür sevgilim

ipiltiler esintilerin
kanına karışıyor ıpıslak ıslıklarda
tezgahlarda işveli ciddiyetler
ne denli serpilebilirse som kapanlarda
o raddeye kadar kuşmar
dağılan nazenin saçların
tellerinde yürüyen cambazlar cudam
betondan putlara tapan
çinko patronlarla haşrolan

pazen entariler yağar militan ruhlara
dindirmek için hoyrat hırslarını cevherin
işte küstah yürekler
mutantan recimlerini kör emperyalizmin
boğazlamaklar için birikiyor
ülkümüz devrime kıvrılıyor
devrimlerimiz ülkülere
türkülere birleşen düşlerimiz
lügatlerde sevmekler
yeniden tanımlanıyor

durun ve hayatla yüzleştirin çehrenizi
oysa haylamaz dibine açan hiçbir domur
huysuz langustlar
pavkırışlara boğuyor yeröteyi
tıpırtılar tıkırtılarla sevişiyor
tenha kaldırımların damsız yalpılarında
fısıltılar boranlarla
cam kırıklarıkarıştırıyor damarlara
kalın bıçaklar kesemiyor ince tülleri
karıncalanıyor ergen yerlerin
yaşlanmayan gözlere küflenmek yasak
işte hipnoz edilmiş metropol köleleri
tiryaki egzoz dumanlarına
özenti vitrinlerde hep janti sömürgeler

bir fiyasko gibi geçenlerdir
sokaklardan caddelerden bulvarlardan
onlar asıl kazananlardı
panjurların satır arasında oksitten
mısraları sökebilen şairler
besteleyecek tutunamayan galipleri

kapitalist yaşayıp komünist küfredenler
rezaletsel rüsvaylığa mahkumsu
sustum susulacak ne kadar kağnı varsa
mecnunlar yüreğini tükürüyor sahraya
düşlüyorsun eriyene dek beynin
kaynayan bir kazana dönüyor kelle tası
ışığa yumruklar attıran sendin

zarfında günbatımı fırtınası
taraçadan süzülen matruş papatya dansı
kardan çocuğa döner cıvıldayan nefesin
aynaları sırlayan cıva gözlerin kokar
çakılır vidalarderisine şehvetin

gün gelir ülkün de devrilir
türkü çığırmaya başlar devrimin
değişmez sandıklarından doğar ilk değişim
alaturkalar alafrangalaştıkça
dumura uğrayacaktır çağdaşça
şen olası raconlar gereğidir

kan damlaları birikiyor kum saatinde
tütüyor fişek tarzı miğferler
dünya kıyameti sonuna dek hak ediyor
bileniyor delişmen pençeler

BEHRAMPAŞA

muhteşem Selimiye benzeri mimari
Mimar Sinan üstadın ustalık eseri

sekiz sütun gövdesine taşlardan
birer kördüğüm atılmıştır sanki

kimsesiz Suriçi’nin dilsiz sokaklarını
bir şölen yerine dönüştüren incelik

eksik olmaz rahmetli avlusundan
çocuklar, kediler, kuşlar, böcekler

gelin bir de buradan izleyin gelin
haşmetli islam medeniyetimizi
karnaslarda Süleymaniye ihtişamı
kitabelerinden belli Sahabe şehri

minberinin külahı çiniyle kaplı
kapısında bir şaheser su mermeri

satranç kufiyle yazılmışdört koldan
semah eden Habib-i Kibriya isimleri

kuvarsı cezbede kendinden geçmiş
iznik çinileriyle kaplı kadim duvarlar

mihraplarında saflığın ülküleri
kara bazalt taşlarından bir şiir sanki

saçı örgülü yıldızlar iç mukarnaslarda
döşü geniş kubbesiyle muntazam estetik

metafizik gerilimler tozan ışıklarında
vakardan metaforlar dimdik sütunlarında

sekizgen yapısıyla; hazin yalnızlığıyla
âlî devletimizin bir türbesi gibi şimdi

diktörtgen boşluklara dolan yaşamak azmi
ecdadın ervahını hissettiren külliye

geçmişle geleceği buluşturan bir meclis
Mimar Sinan’ı Şeyh Galib kılan taş üstünde

kalbi Dicle diye çarpan bahtın rüzgarında
bir çizgiydi bulutlardan Behrampaşa Cami

RÜZGARIN KALBi

kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ
kasımpatılardan doğma entarinle
çalı kuşları konardı dallarına
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
bağlamalar dar gelir gönül teline
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
kuzgunlar dönüşür üveyiklere

yağmurun çocuğu Pokut yaylasında
bulutlardan bir deniz önündeyiz
uçurumda uçurtma rüzgar yüreklim
ruhunu sal eyleyip uçacak sanki
avcısını bekleyen hazine gibi
ezilir bakışıyla kursak çimleri
yeşerir kuru kütüklerde filizler

evrendin özündeki canlılara
kuşatır damarların dünyaları
günde yüzbinlerce kez atan kalbin
nasırlı ellerinden belli azmin
gönül ışımakta gönlünü Dilbâ
harab kentte bağrı dökük bina âşık
cerrahlarda bulunmaz reçetesi

kurnalar, kandiller, dağ yılanları
fırtına nehrinde kağıt gemiler
derin ormanlarda ay kuyuları
adamın gönlünü göğsünden söker
kurnalar, kandiller, gece suları
bu dermana bir dert yok mu Dilbâ
bakışların deliyor değdiği yeri

kuzgunlar dönüşür üveyiklere
saldın mı saçlarını poyraza Dilbâ
bağlamalar dar gelir gönül teline
anadolu buğdayı kokardın sevdayla
çalı kuşları konardı dallarına
kasımpatılardan doğma entarinle
kışta açan çiçekler gibiydin Dilbâ

Diyarbakır Şairi Bilal Yavuz Şiirleri
batıda köy olarak görülen ama pek çok batı büyükşehiri ile yakın standartlarda olan bir şehir.
insanı da -en azından merkezi için- konuşma olarak şiveli veya bozuk bir türkçe konuşmaz.
genel olarak il merkezinin yerlisi olan kesimdeki genç neslin çoğu böyledir. (siirt, batman, muş)

muhafazakar bir şehir olsa da iç anadolu ile kıyas edince daha rahat bir şehirdir ve daha geniş imkanlar sunabilmektedir.

ha yobazı yine vardır ve zaman zaman yozgat'a da tur bindirir.
şimdi yalan da söylemeyelim.

ha şunu da söyleyeyim.
halkın çoğu şehri belirtmek için amed kelimesini kullanmaz.
buradaki baskın olan isim diyarbakır'dır.
hatta yaşlılarla konuşursanız, sorarsanız genellikle diyarbakır kelimesi haricinde duyacağınız tek isim diyarbekir olacaktır. amed vb bilmezler.
amed ismini kullananlar genellikle genç-orta yaş grubundadır.

şöyle bir konu da var.
devletçisi, pkk karşıtı bile artık şehrin sembolü hale getirildiği için amed ismini savunur hale gelmiştir.

kamuya açık alanlarda da halkın konuştuğu dil türkçe'dir.
kürtçenin evlerde konuşulması oranı ise 3'te 1, 4'te 1 diyebiliriz. tabi semtten semte değişiklik gösterecektir.

görsel
görsel
görsel
görsel
güzeldir lan öyle götünüzü korkuttukları gibi değildir harbi güzeldir.
Bu şehirli kızlar arasında müthiş güzel kızlara denk geldim.
(bkz: tigranakert)
Maalesef ali paşa mahallesi restorasyon adı altında baştan inşaa ediliyor ve sakinleri bu durumdan dolayı memnun görünüyor. Neticede paralarını aldılar ya, tarihi doku gitmiş yıkılmış baştan yaratılmış kimin umurunda?

içim sızladı öyle görmeye. Çocukluğumun geçtiği sokaklar yabancılaştığım yerlere dönüştü.
ilk defa bu yıl gidip gezdiğim şehir. Genel olarak Sur’u hatırlıyorum birde forum Diyarbakır’a uğramıştım ayrılmadan önce. ilçelerine gitmedim zaten Bismil ve Ergani dışında bildiğim bir ilçe ismi yok. Sözde Ergani’ye gelin gidecektik zaten ahahahaha iyi değilim.
Mekan isimleri genel olarak Kürtçe miydi yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum bilmiyorum ama destansı bir şehir olduğuna yemin edebilirim, daha fazla vaktim olsa daha çok gezebilirdim.
Avrupadaki bir çok şehirden daha güzel olan bir ortadoğu şehri. Sahip olduğu surlar dünyanın en büyük 2. Tarihi duvarlarındandır. Gezin görün.
Not: ciğer kebap urfanın değil diyarbakırındır.