bugün

bugün otobüsümü kaçırdım ve lanet okuyarak dolmuşa bindim. dolmuşta en arka tarafa geçtim ve orada iki arkadaşın yanında öfkeli bir şekilde yolculuk yapmaya başladım. yolculuğun ilerleyen zamanlarında yanımdaki iki arkadaş birbirleriyle şakalaşmaya başladı ya da ben yeni farketmiştim. hatta birisi ayakta durmaktan yorulduğu için yere oturdu ve o şekilde gitmeye karar verdi. normalde gaz pedalının yerini bilmeyen şöförlere sahip güzide şehrimizin dolmuşçularının içinde en deli yüreklisi bizi bulmuş olacak ki adam deli gibi gaza basıyordu. tabi bizim yere oturan arkadaş tekrardan ayağa kalkmayı bırak yerinden doğrulamadı bile. kafasını sağa sola çarpa çarpa 5-6 dakika boyunca ilerledik * en sonunda kaptanımız ayağını gazdan kesti de bizimkisi ayağa kalkabildi * ayağa kalktığında da hiç bozuntuya vermeden arkadaşına maymunluk yapmaya devam etti.
bu iki kişi bütün sinirimi, öfkemi alıp götürdüler fakat onlara laf atıp muhabbetlerine katılmadığım çok pişmanım :(
“Yarın 6-7 gibi uyanıp büyükçe bir parka gitmek istiyorum. Çimlerin üzerine yatayım böyle hava essin hafiften, ben dinleyeyim; içime çekeyim o havayı, ciğerlerime dolsun iyice. Tüm düşüncelerim evde kalsın, hiçbiri gelmesin benimle. Seyirci olayım 3-4 saat. Keyifçi seyirci. Ee yap o zaman. Ama Sonucu söyleyeyim, yapmadı.”

Bunu yazmışım, muhtemelen epeyce zaman geçmiştir üzerinden, güzel de olmuş, sonuç cidden “yapmadı” ama Pazartesi yaparım, dert değil.

Neyse bugün buraya şey demeye gelmiştim,
“insanların güvenilmez ve bencil olduğunu kafama vura vura öğrettiğiniz yaştayım.”
Uykum kaçtı yine, atarımı yapmaya gelmiştim, yaptım, çıkıyım artık. iyi geceler.
öylesine yazacak yazı bulamadığımdan bu yazıyı öylesine yazmayı tercih ettim. evet.
yazıyorum yerine ulaşmayacığını bilerek belkide en içten duygularımı ifade etmek istiyorum sana dönmeyeceğini bilerek eskisi gibi olmak hayalden uzak olabilir şu an bize yeni başlangıç çokta gereksiz dönüp bakınca yaşanan kırgınlıklara geçmiyor ki hatırımdan söylenen sözler anılar varya işte nereye soksan dindirmiyor acılarımı hani bir günde seni düşünmeden geçse diyorum lakin yastığa başımı koysam yinede seni düşünüyorum umutsuzca gönlüme söz geçmiyor kalbimdeki boşluk hiç dolmuyor dolmayacak yerine geçemez hiç kimse gerçi tek biz kalsak dünyada yinede oluru yok ya işte benimkide kendimce mutlu olmaya çalışmaktan başka biryere gidememek gittin ya öldüm belki şu an küllerimden doğuyorum sonuçta hayat devam ediyor sen mutlu ol bana yeter sevdiğini alamadıysan aldığını seveceksin demişler ya işte nasip son sözlerimde sana değil o her bakıştığında parlayan gözlerinde yansıyan simaya sevdiğim kadının sevdiği adam ona çok iyi bak olur mu? ...
Dilerim herkesin gönlündeki, gerçekleşir.
Çenesi düşük kalbimin harf harf, hece hece, kelime kelime döktüğü alelade  hisleri dinletebileceğim, angarya meşkalesini düstur edinmiş bir gönüldün belki de.

Belki yalan katranına boğulmuş, belki hakkı olmayan muameleye maruz kalıp kırılmış, kim bilir belki de fırtınalı günlerinde sığındığı yürekten (ki bir yürek, bu denli alçalabilir) kovulmuş olabilirsin.

Hor ellerde kırılan körpe kalbini, eskisinden daha mutlu hale getirebilirdim, ya da fırtına kar boranla boğuşurken, sığınmak şöyle dursun, sahibi olabilirdin gönül limanımın.

Ama, yalan katranına boğulmuş bir gönüle derman olacak deva, benim şifa dağlarımda bitmedi bu güne değin.

Sen bu derdine dermanı, kendi vicdan dehlizlerinde ara.

Orada, ab-ı hayat'ı bile bulabilirsin.
~ lisan-ı arabi; malami/malamati
~ [nsb.] 9. yy'da horasan'da doğan bir sufi hareketi ve bunun mensubu olan
~ ayıplama, azarlama, takbih

ne imiş: nefsi, ayıplama, horluğa sürme, hakir kılınacak vaziyetler ile terbiye ve terakki edebilme yoluymuş. bu haseb ile tarikat-marifet imiş diyelim, ama ötesi demeyelim.

zira ötesi, kurbanlık ister. ötesi, mülkten tümüyle feragat ve feda ister. ötesi ne varlığı kabul eder, ne yokluğu. lakin melamet, nefsi mütemadiyen kınama yolu ile daimi levm sürecidir. bu vecheden bakarsak, nefse varlık tanıması hasebiyle, tevhîde ikilik getirir. iltifatı ve makamı tanımaması, onlardan kaçınması hasebiyle, 'etrafa' mahal tanıyarak, ikiyi de üç kılar. üç, çoktan eftaldir. iki, üçten eftaldir. bu sağlama ile şu söylenebilir, melamet, tevhîdi yolun mahsulüdür lakin tevhîdin kendisi değildir.

o tevhîd ki, mülkün sadece allah'ın olduğunun nazari değil, ilme'l yakîn değil; hakka'l yakîn, yani hâl ile tatbik ederek; mülkü tümden terk etmeyi ve ardından terk etmeyi de terk edebilmeyi lüzumlu kılar.

mülk ise sadece yiyip içtiklerimiz, biriktirip harcayabildiklerimiz değildir. beden, duyular ve latifeler dahi mülktür. evlat, dost, aile dahi mülktür. akıl, hatıra, düş dahi; isim, suret dahi mülktür. sâlik, her birini terk edip kendisini kurban etmeden, aşkın hakikatine varamaz.

ibrahim aleyhisselam'ın kuran'da anlatılan hikâyesine bu idrak ile baktığımızda, yol ve yordam kendisini açık eder. o yol ki, nemrut'un (sosyal ve siyasal erk) terkini, aile ve evladın terkini, allah dışındaki tüm rabların terkini, açık yol ile anlatılmamakla beraber cebrail aleyhisselam dahil melekûtun dahi terkini içerir. işte o vakit, ateş hükümsüz kalır. çünkü can, madde ve zaman mefhumu dahil olmak üzere tüm kayıtlardan azade kılınır. hür olur. artık orada ne varlık kalır, ne de yokluk. can, hakk olur.

melamet, varmak yolunda bir adımlama biçimidir. tekrar edelim, varış değildir. zaruri de değildir. kimi bu meşrep üzere hâlk edilmiştir, öylesi dervişin sülûkunda kendisini açık etmesi zararlı, hatta haramdır. kimine ise melamet hırkası haramdır, çünkü riyâkarlık demek olur.

"men arefe nefsehu, fekad arefe rabbehu."
nefsini bilen, rabbini bildi.

bu nedenle tasavvuf yolcusunun evvela kendisine dönüp bir bakması lazım. bu kimdir, nedir, nicedir, nereye gitmektedir demesi lazım. hele bir sormaya başlasın, melamîmeşrep mi, üveysîmeşrep mi; ne kadarı islam, ne kadarı mümin, ne kadarı yahudi, ne kadarı kafir, ne kadarı fasık; görmesi, dökülebilmesi lazım.

görmek için de elbette bir gösteren olması lazım. demem o ki, insan melameti değil, o aynayı istemeli.

o ayna bir tarikatın postunda da oturur, melamet hırkasının altında da gizlenir. o ayna ziynetler içinde de olur, pas ve çamurdan bir örtünün içinde de. ama ayna aynadır. maksadı bellidir. sana sen lazımdır. ayna, senlikle benliği güzelce ayırır. sana seni bırakır.

bir kişi bunu görecek. bu ona cevaptır. doğrusunu allah bilir.
Heyhat...

Seni şiir diye yazacak kalemin mürekkebi, bir saç telini anlatamadan kurur, çorak toprak misali sayfalarda...

Seni aşk diye sevecek kalp, kaldıramaz güzelliğinin ilahi kudretini bir "ah" miktarı süre zarfında...

Ve seni görebilecek göz, kamaşıp âmâ olur, güneşe aya ve hiç bir yıldıza nasip olmayan parıltınla...

Heyhat...

Eğer sen var isen, işte o zaman yaşanılan şey hayat...
Bu kadar ilkel olduğumuza inanamıyorum. Telepati yapamıyor olmamız çok can sıkıcı ışınlanamıyor olmamız çok can sıkıcı.
Gece olup da gözlerimi kapattığımda uyuyorum sanma sakın.

Enkaz halinde gezen kan ve et parçasının, dünya'dan göçmek umuduyla yaptığı pasif bir teslimiyettir bu.

Uyandığım sabahları, odama giren güneş ışığı eşliğinde kuş cıvıltılarıyla karşıladığımı sanma sakın.

Gelmiş geçmiş ve geleceğe sövercesine doğrulup, kısmet sonraki geceye diyerek başlayan, yarı umutlu yarı bezgin bir isyandır bu.

Gülüşlerimin, sevinçlerimin, zorla ettiğim tebessümlerimin, seni bana unutturup, hayatı tozpembe yaşattığını sanma sakın.

Bir bebeğe, bir kediye, bir çiçeğe dahi katran karasıyla baktığım, güzel olan şeyleri güzel olarak algılayamadığım, bir açık hava mahzenidir bu.

Göğsümde nefes alıp veren ciğerlerim soğudu sanma sakın.

Göğsümde alev alev yanan ateş bile değil, sen yaşarken seni yaşamamanın cezası, haviye-i cehennemdir bu.
Bende şuan öylesini yazıyorum ders edebiyat çok sıkıcı.
Neden bilmiyorum ama özlüyorum. Vehmimdeki aksini görse değil gitmeyi, gitmemi bile istemezdi.

Aştıktan sonra bir sonraki engel, her zaman bir öncekinden zor gelir ya. Benim aşacağım son engel olacakken, yorgunluğumla bıraktı beni.

Sanmam bilsin bu kadar önemli olabildiğini, ama bilmese de mühim bir eşikti benim için.

Takılı kaldı ayağımız geçememek üzere, orası ayrı mesele...
nergis satanların demetleri eskiden koskoca bir bağdı, şimdi 4-5 dal ve de çok kazık. eski nergisler gibi de kokmuyorlar.
aşk lazım aq.
Gelecek hakkında endişeliyim bakma sana yapacağım uğraşacağım işleri anlattığıma. Benim hiç şansım yok ki. Hayatta faydama olacak bişeyle daha karşılaşmadım. En kolay faydalı bişeye bile hep kıçımı yırtarak sahip olan şansız, sakar biriyim.
"Sadece sevilsem yeter" kalenderliğinden cebren istifa ediyorum.

Biliyorum ki bu mütevazı ve mazbut beklenti, geri dönüşsüz bir nankörlükle piç ediliyor göz yaşına bakılmadan.

Ben artık güzel sevdiğim, güzel konuştuğum, sabahları hoş günaydınlar, geceleri dizeler boyu yazılar, gösterilen ilgiler ve duyulan alakalar karşılığı sevilmek istemiyorum. Ben, karşılık verdiğim şeyler için ücreti mukabil sevgiler istemiyorum.

Ben artık, sadece ben olabilme yeteneğini haiz olabildiğim için sevilmek istiyorum.

Ben artık "tekme tokat dövsen, ana avrat sövsen, itin götüyle ara sıra yüz göz etsen de seni seviyorum ve bunları seni istediğim için sineye çekiyorum" diyecek eşiğe gelenlere harcamak istiyorum gönül bakiyemi.

Madem olmuyor, zor olanı istiyorum.

Kolayını olduramamayı, kendime konduramıyorum...
Uzun zaman süren işe yaramazlık sürem, zaruri olarak sona ermek zorunda artık.

Çıtayı yüksek koymuş olacağım ki, ortada ne çıta var, ne de o çıtayı arayacak takat...

Bunca zaman sonra da nefs kuşu alçaklara konmayı yediremiyor kendine fakat, kanadında da derman kalmadı malum.

Sanırım, güdülemeyen bir deve ile gidilemeyen bir diyar arasında bir seçim yapmalıyım. Devenin güdüleceği yok, gidilecek diyar yaman.

Düşündüğüm her an, boşa geçen zaman...
Senin iyi bir kalbin olduğuna
inandım, bekledim sabırla,
Ama kabul yanıldım,
Sen yalandın...
Ne kadar uğraştıysam olmadı,
Aşk sana bir türlü yakışmadı.
Kimsin, kimsin?
Kalpsizsin, kalpsizsin...
"Gidene mi zor, kalana mı?" avamlığından çok daha fazlasını düşünmek zorundayım, beğenip beğenmediğimi düşünme fırsatım olmayan kabuğumu terkederken.

Yaprak döken yanım, "dur gitme, başına gelecekler en fazla bu kadar olabilir, zaten sürünme konusunda yeterli tecrübeyi edindin" derken; bahar bahçe yanım "burada durulmaz artık, ne seni bağlayan, ne de haline ağlayan yok, yeni başlangıçlar, yeni hayat, yeni umutlar" diyor.

Ve benim arafta kalacak sabrım, dermanım ve zamanım ne yazık ki yok.

Dereyi dahi geçemeyen biri olarak okyanusa göz atmak, akıl sahibi birinin yapacağı iş değil.

Aklım okyanusta damla, kalbim derede balık...
Umutlarım kırılırken yürümek çok zor geliyor arnavut kaldırımlarında.

Mutluluk mu, çoktan beni terketmiş, yapayalnız kalbimin soğuk solukları bitiriyor beni.

Bilmeden ve anlamadan ilerliyormuşum ve ilerlesem de anlamı olmayan bir rüyada kapana kısılmışım gibi,
Mışıl mışıl uyuyorum .
öylesine bir yere geldim, ama öylesine geldim. öylesine bir yere öylesine gelmenin hiçbir şeyi var biraz üstümde. pek ağır değil bu hiçbir şey. mutlu değilim mutsuz da değilim. çok duramam yanınızda. yaşantınıza fazla bulaşamam, adımımı yolunuza atamam. çünkü istesem de, biraz durmayı bıraksam, hareket etsem de içim duruyor benim. öylesine bir yerde duruyor, ama öylesine duruyor. öylesine bir yerde öylesine durma koş biraz demiyorum. kimseye dur da diyemiyorum. geçip gitsinler "nehir gerçeği gibi". ben biraz kalacağım burada. biraz ne bilmiyorum. iyiyim biraz.
Hepimiz bir labirentin içindeyiz.

Kabul etsek de etmesek de, kimimiz kader, kimimiz şans, kimimiz enerji, kimimiz rastlantı hatta kimimiz "yok" dese de, hepimiz ne yaparsak yapalım içinden çıkamayacağımız ve koridorlarında ilerlemekten başka çare bulamayacağımız bir labirentin içindeyiz.

Labirentinden memnunlar gidişatını sorgulama gereği duymazken, labirentini beğenmeyenler attıkları her adımda gidişatını sorgular, düşünür hatta bu sorgulama "idrak-ı meal" aşamasına gelir ve çoğu zaman "o terazi o sıkleti çekmez".

Sorgulamaktan vazgeçip, labirentinden memnunlar gibi yaşadığınız bir gün, bir halk otobüsünün camındaki ironik bir yazıyla, tekrar kendi labirentinize döndürülürsünüz;

"Fe eyne tezhebûn?"
Romantik ve duygusal anlamda tuzu kuru ruhların üzerini ipek yorgan misali örten gece, manevi ölüleri kürek kürek karanlığa gömüyor cenaze levazımatçısı acelesiyle.

Karanlığını delecek, gözünü kamaştıracak kadar parlak ışığını bulabilene ne mutlu. Artık gece, ona da ipek yorgan oluverir.

Ama aynı gece, küreğini de asla elden bırakmaz.
Kalemim köreliyor.

Kendi kendime konuşurken dahi takılmadan adam boyu cümleler kurabilen zihnim, şimdi saatlerce düşünsem dahi en basit iki kelimeye vuslatı çok görüyor.

Bu güne değin bir "yazdıranın" olması mıydı kelimeleri yedi iklim gezdirip bir kağıda hapseden, yoksa menbaı aktıkça tükenen bir nehir miydi boşa akıp giden?

Sanırım, ruhum köreliyor.

Sebebi ne çekip, ne akıp giden...
Beklentiler yoruyor işte küçüğü büyüğü fark etmiyor olmayınca hepsi üzüyor, neden insan olmak bu kadar zor bir ot olsam da hiç üzülmesem diyorum bazen. Mutlu olmak güzel mutlu zamanlarım var ama üzüntümü o kadar uçlarda yaşıyorum ki tüm mutluluğum yok oluyor. Anne ben nasıl umursamaz olucam?