bugün

Aşk ın 99 tane ismi var ve içinde bir ismi azam ı saklı bir isim var.

(bkz: allah)
yeniden hissetmeye baslayinca heyecanlandiran hede.
Varım, yaşıyorum, değer veriyorum, duygularım var, acı çekmeye razıyım, mutluluğu arıyorum, hislerimi yönlendirebiliyorum, kalbim paylaşıma açık, ruhumu güvendiğim birine teslim edebilirim, sevmenin ne demek olduğunu biliyorum hatta karşılıksız sevgiye bile razıyım demenin kısa adıdır.
bilinenin aksine kişinin kendisine duyduğu aşırı bağlılık duygusu.
insanın yaşadığı bir duygu bir histir. Ama çok zordur.
ota da konar boka da denilen şey ama ben hep ikincisine kondum sanırım.
http://galeri.uludagsozluk.com/r/aşk-312335/
bazen içindekileri dışarı aktaracak söz bulamamak, bazen de gözlerin dolarken yutkunamamaktır.
"yüzüyorsanız boğulmayın..
içiyorsanız çok için..
seviyorsanız sevişin..
üzülüyorsanız..
yapmayın..
değmiyor"
küçük iskender
cinsel birleşme sonucunda, hayatını kaybeden duygudur aşk.
önce beyin ölümü gerçekleşir, bir süre yaşam destek ünitesine bağlı yaşar ve sonunda tarafların ortak kararı ile ötanazi yapılır.
bu sebeple en güzel ve büyük aşk, zor olandır.
bir kız için dünyadaki diğer tüm kızlardan vazgeçmek ve bundan zerre kadar pişmanlık duymamaktır.
Aşk; benim hayatımda tam 2yıldır var, gün olarakta 719gündür hayatımda. Hayatımın tam merkezin de hemde. Her şeyde, her yerde o var. Uğur var. En ufak her şeyde o aklımda. Gözümün önünde. Sağımda solumda. Her anımda benimle. Beni mutlu eden bana huzur veren beni önemseyen beni kıskanan hayatına anlam kattığım,benim hayatıma anlam katan sevgilim. Aşk'ın ta kendisi ta. Ömrümü onunla geçirmek istediğim. Günü onunla bitirip yeni bir güne onunla başlamak istediğim. Gelecekte o olsun, mutlu olalım. Biz olalım. Aşkımız olsun. Aşk olsun bizimle. Aşkım benimle olsun yeter. Aşk; Uğur'dur. Başka tarifi yok...
ölenin ardından konuşmak günahtır.
nasılsa ölmüş geri gelmeyecek mesela, çekiştir dur istediğini söyle. kalkıpta bir kez gülümseyemeyecek, bir kelime edemeyecek.

ben ne dersem diyeyim işte hala inananlar olacak ölmediğine, bir kez daha karşılaşacağına. kısır bir döngüye girecek hayatlar mahvedecek.
'' o''
Var olmayan birsey..
bir tür duygusal hastalık. çünkü normal değil ve normal olmayan bir şey hastalıktır.tabi belkide en güzel hastalıktır orası ayrı.
elif şafak'ın kitaplarından biri. Minik bir dostum doğum günü hediyesi diye almış. Annesi pot kırmasaydı sürpriz yapıcaktı. Çok mutlu oldum sözlük gözlerim yaşardı valla.
Varlığına inanmak istediğimiz beyin yanılması.
tuhaf bi duygu , su ana kadra hissettiklerim aşk mı bilmiyorum ama kafa kariştıran insanın butun duzenını bozan bı duygu , kımyam bozuldu sanırım normal değilim sözlük kaç kurtar kendini .
o göğsüne yattığında nefes dahi almamaktır.
en yüce duygu. en acı çektiren; en mutlu eden.
karşıt cinsleri bağlayan, duygu.
her zaman,sadece bir insana olmayan şey.
bir hayvana, resme, renge, manzaraya aşık da olunur.
tutkuyla sevilen, ona ait olduğunu hissettiren bir şeydir bu aşk denen şey.

ve tanimi yapmaya da gerekmez, tanımla, tek cumleye sığdırılmaya çalışılmamalı kesinlikle..
Aşk

Dedesi, Bağdat kadısı, babası, padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan azası'ydı.

Çamlıca'da, uşaklı bahçıvanlı, muhteşem bi köşkte yaşayan, oturmasını kalkmasını, ecnebi lisanları bilen, yakışıklı bi delikanlıydı. Yüksek tahsil için iskoçya'ya gönderildi. Ve, Londra'da bi partide gördü onu... Güzeller güzeli ingiliz genç kadın, şahane gülümsüyor, etrafına ışık saçıyordu. Vuruldu, âşık oldu. Gözler her şeyi anlatır derler ya, belli ki, hisleri karşılıksız değildi. Zaten, zarif bi kaç kısa cümleden oluşan sohbet sırasında işareti almış, genç kadının her gün Hyde Park'ta at gezintisi yaptığını öğrenmişti. Sabahın köründe, soluğu Hyde Park'ta aldı.
Aaa ne tesadüf filan... Birlikte at bindiler, yemek yediler, muhabbeti ilerlettiler. Rüya gibiydi. Rüya gibiydi ama, uyanması da vardı... Tahsilini tamamlamıştı, yurda dönmesi gerekiyordu. Kalsa, olmaz, bıraksa, hiç olmaz. Pat diye, benimle evlenip Türkiye'ye
gelir misin dedi. Genç kadın sevinç çığlığı attı, coşkuyla boynuna atlayıverdi. Sonra... Az geri çekildi, oturdu, boynu büküldü, hayatta en çok istediğim şey bu ama, maalesef imkânsız, Jack var dedi.

Jack de kim yahu?

Genç kadının ailesi tiyatrocuydu, ordan oraya turneyle dolaşan kumpanyaları vardı. Babası ölünce, annesi
bi adamla Avustralya'ya kaçmış, kızını anneannesine bırakmıştı. Anneanne, n'aapsın, torununu acilen başgöz etmiş, talihsizlik işte, savaşa giden damat, kimbilir nerde mıhlanmış,
geri dönmemiş, ardında,
henüz 16 yaşında hamile bi
dul bırakmıştı. Jack, oğluydu.

Delikanlı dinledi, dinledi, önce sıkı sıkı sarıldı, sonra, hiç sorun değil, oğlumuzla gideriz dedi.

Orient Express...
Ver elini istanbul.
Delikanlı hiç sorun değil demişti ama, sorun büyüktü. Esir şehrin insanlarıydı istanbul... Mustafa Kemal Bandırma'ya binerken,
ingiliz gelinin, ingiliz
işgalindeki kâbusu başlıyordu.

Dedim ya, işgal yıllarıydı, herkes herkese şüpheyle bakıp, memleketi satanları mimlerken... Faytona binip, köşke geldiler. Aman da efendim hoş gelmişiniz sefalar getirmişiniz diye kucaklaşma beklenirken, bismillah, nerden bulup getirdin bu gâvuru dedi, delikanlının ailesi! Memleket ingiliz süngüsü altında inim
inim inlerken, ingiliz gelin olacak iş değildi yani.

Aşklarına sığınıp, göğüs gerdiler. Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi ingiliz gelin, Müslüman oldu, Nadide adını aldı. Kaderin cilvesi mi desek, ne desek... Mustafa Kemal Bandırma'ya binerken istanbul'a inen bu genç kadının nüfus kâğıdına, doğum yeri olarak Bandırma yazıldı... Çünkü, nüfus memuru doğum yerinin Londra olduğunu gördü, Londra Mondra olmaz, olsa olsa Bandırma'dır diye kaydetti!

Memleket kurtuldu, cumhuriyet kuruldu. Hariciye'ye giren delikanlı, Lozan'da ismet inönü'nün özel kalem müdürü oldu. Şak, kanun çıktı, hariciyecilerin eşi ecnebi olamaz... inönü, pek beğendiği delikanlıya kıyamadı, boşan, birlikte yaşa, mesleğine devam et dedi. Delikanlı, bu teklifi hakaret olarak kabul etti. Benim için ailesini, memleketini, dinini terk eden eşime bunu yapamam, mesleğimden vazgeçerim, aşkımdan asla dedi.

Bastı istifayı, ıvır zıvır işler yaparak, evini geçindirmeye çalıştı. O zamanlar memur değilsen, ayvayı yiyordun. Ayvayı yedi. Hayatları kaydı. Önce eldeki avuçtaki bitti, sonra gümüşler satıldı, ardından köşk gitti... Dımdızlak kaldılar. Kiraya çıktılar. Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler. Çocukları olmuştu. Saracak bez yoktu. Çarşafları yırttılar. Bi eli yağda bi eli balda doğup büyüyen delikanlı, eşinin hiç sızlanmadan dimdik duruşunu gördükçe, yeniden yeniden âşık oluyordu ama, kahrından alkole dadanmıştı. Çalışamaz hale geliyor, daha çok sefalete sürükleniyorlardı. Hayatlarında eksilmeyen tek kavram, mutluluktu. Mutluydular.

ingiliz anne, adı gibi, hakikaten nadide'ydi... O kör kuruşa muhtaç hallerinde bile, hastaneden atılmış iki çocuklu bi kadına evini açtı, sokakta dilenen bi nineye kendi yatağını verdi, aylarca baktı, yıkadı, pakladı, komşuların fısır fısır dedikodusuna aldırmadan, kaçak olarak yaşayan, dara düşmüş bi Fransız'ı sofrasına oturttu, çocuklarına kuru
ekmeği paylaşmayı öğretti.

Bi gün... ingiltere Elçiliği'nden görevliler geldi, nasıl duydularsa duymuşlar, çocuklarını al, ingiltere'ye dön, eğitimlerini üstlenelim, sosyal güvencen olsun dediler Nadide'ye... Kapıdan kovdu! Eşim Türk, çocuklarım Türk, burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim, benim
için hayatını feda eden eşimi, paraya değişmem dedi.

iki millet, iki devlet, iki din arasında perişan olmuşlardı ama, aşkları sapasağlamdı.

Üstelik... Cumhuriyet de sapasağlamdı. O dönemin Cumhuriyet'i, şimdiki gibi sadece parası olanlara değil, gariban ailelerin çocuklarına da fırsat eşitliği sağlıyor, okumaya niyetleri varsa, okutuyor, üniversiteyse üniversite, konservatuvarsa konservatuvar, yeteneğin önünü açıyordu.

Delikanlı, delikanlı gibi yaşadı, öldü. Nadide zatürreeden vefat etti, hayatının en çetin günlerini yaşadığı istanbul'da, kızının evinde... En çok kızına güvenir, en çok küçük oğlunu severdi.
Bu koca yürekli kadının küllerinden doğan kızı, Yıldız...
Oğlu, Müşfik Kenter'di.

Boşuna dememişler, işini yapacaksan aşk'la yap diye...

Ve, merak ederim,
tiyatroda sahneye koymak
için abuk sabuk senaryolar aranır hep niye?

yılmaz özdil-hürriyet.
hayaller üzerine oluşturulmuş yüce bir anlam, duygudur. kimse aşkta mutluluğa ermek istemez. yalnızca bin bir tane çözümü imkansız görünen zorluklar, sorunlar ister. bunlarla besler umudunu. zorluk ne kadar çoksa çözüm o kadar imkansıza yanaşır. ve imkansız olan hep göze hoş görünür. mutluluk denen uydurma kavram gibi herkes bu dünyada olmayan, üstün addedilmiş bir şeyin peşinden koşunca avunabilir ancak. çünkü herkes bilir, aslında bu hayatın baştan sona bir sıradanlık, bir bunaltı olduğunu. umut denen insan aklının uydurduğu hayale kapılıp yalan yere yaşar, bitirir. yine yaşar yine bitirir. vazgeçecek cesareti yoktur.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar