bugün
- sözlük kızlarına çiçek alıyoruz kampanyası8
- nervio14
- yaşasın kbb den randevu aldım10
- v a m p i r o v9
- tarikatlara tapan cahil kitle9
- gram altın 3410 lira oldu8
- 13 şubat 2025 az alkmaar galatasaray maçı45
- garibanlığı savunmak13
- 13 şubat 2025 fenerbahçe anderlecht maçı22
- normal sözlükte bize mülteci denmesi olayı23
- uludağ sözlüğün dirilmesi39
- deniz manzaralı küçük bir kasabaya yerleşme hayali21
- berat kandili21
- erdoğan'ın 3 uçakla asya gezisine gitmesi18
- bülent ecevit24
- survivor seda ve pınar arasında yaşanan gerginlik10
- sözlüğün kapandığı gece25
- mangal yakamayan erkek11
- güzel kızlarının uzun zamandır sözlüğe girmemesi8
- mansur yavaş vs ekrem imamoğlu21
- hesaptan sonra bırakılacak bahşiş miktarı sorunu11
- küresel ıkınma18
- chp'li esenyurt belediyesi nden büyük vicdansızlık8
- true yetkili olsun kampanyası8
- gelmiş geçmiş en depresif türkçe şarkı9
- zall'ın sanki bizi istememesi13
- ankara11
- galeride görseller neden açılmıyor sorunsalı8
- arkadaşlar selam buyrun kahve içelim10


entry'ler (625)
eskiden iyi bir bilgi kaynağıydı ve bir çeşit altkültüre sahipti. saatlerce vakit geçirirdik. şimdi sidik kokuyor, bok kokuyor. girince beş dakika tahammül etmek zor. ne kadar troll, operasyon hesabı, grup hesabı varsa sözlük yetki vermiş, cirit atıyorlar. faşo bir yönetim var, sözlüğün içine sıçıp sıçıp duruyorlar.
bir de tık almak için her boku deniyor adamlar. başlık arama kısmına sponsor alıyor, ana ekranda, ara ekranda, her yerde reklam var. tarihin tozlu raflarında bok gibi hatırlanmak üzere kaybolup gitti bile.
bir de tık almak için her boku deniyor adamlar. başlık arama kısmına sponsor alıyor, ana ekranda, ara ekranda, her yerde reklam var. tarihin tozlu raflarında bok gibi hatırlanmak üzere kaybolup gitti bile.
ing. bir durumu kötüleştirme; o durumu olumsuz anlamda etkileme - zarar verme anlamına gelir.
yaşadığım deneyimden yola çıkarak, okulda yüksek lisans ya da doktora yapan ve bilimsel araştırma projesi adı altında, tanımadığı - bilmediği hocalarla çalışması teklif edilen, okulun öğrencilerine tavsiyemdir bu entry. lütfen dikkatle okuyun. çünkü ortada, emeğinizi sömürmek isteyen bir yönetim var.
güvendiğim ve halen arkasında durduğum bir hocamın beni önermesiyle, hacettepe üniversitesi'nin yararına yazılmış bir projeye araştırmacı olarak ismim önerildi. önerildiğim işi de yapabilecek potansiyele sahibim. iş deneyimlerim bu yönde. senelerdir de hacettepe'deyim, uzun süredir öğrencisiyim ve akademik olarak da devam ediyorum/etmeyi planlıyorum. okulumu sevdiğim için de işe büyük bir heves ile başladım. benim durumumda olan ekip arkadaşlarım da vardı ve niyetimiz, hem çalıştığımız projeyi geliştirmek idi hem de ekonomik olarak biraz rahatlamayı istiyorduk. çünkü gerçekten, türkiye'de okumak çok zor. maddi durumu iyi olan insanlar değiliz ve okumak istiyoruz. okuduğumuz okuldan çalışıp para kazanmak da bizim için mükemmel bir fırsat.
aylarca çalıştık. aylarca, her gün, hacettepe için emek verdik. geliştirmeye, giriştiğimiz işi başarmaya çabaladık. yaptık da. kanıtlarıyla elimizde. yaptığımız her işte, projeyi yazan kişilerle göz göze geldik. rektör ile yüz yüzeydik, çalıştığımızı ve iş yaptığımızı biliyordu. projede sorumlu hoca ile yüz yüze geldik, iş yaptığımızı biliyordu, görüyordu.
fakat ne oldu?
paramızı, hakkımızı alamadık.
aylardır, bakın aylardır diyorum bir hafta, bir ay değil, 8 aydan uzun süredir bize iş veriliyor, biz de canhıraş yapıyoruz. ve halen elimize, bir allah'ın kulu da çıkıp, size hakkınız olanı verelim demiyor. peki enayi miyiz? değiliz. neden işi bırakıp gitmedik? çünkü hem "misyonum adaletli olmak" diyen hocamızın bize hakkımızı vereceğine inanıyorduk, hem de kelli felli hocalarımızın, "burada mevzu ben değilim hacettepe" denen kurumun hakkımızı koruyacağını düşünüyorduk.
olmadı.
benim aylardır işe verdiğim emek bir yana, ekonomik sorunlarım, elektrik, su, doğalgaz faturalarım biriksin, kirayı ödemekte zorlanayım. geliştirmeye çalıştığımız "hacettepe" gelişsin... hem de "hacettepe" kurumu, kendi öğrencisini sömürsün.
üstelik bunları yaparken de, cinsiyetçi hocalarla baş etmeye çabala...
canım çok sıkkın. bu durum karşısında hiçbir şey yapamıyorum. göz göre göre, açık açık hakkımız yendi. ve "kocaman kurum ve koca koca insanlar karşısında" basit birer yüksek lisans - doktora öğrencileriyiz. onların gözünde... çünkü proje hocamız ve idare de, "bu işler böyle, bu ülke böyle maalesef" diyerek, egemen ideolojiyi yeniden üretsinler.
bravo. bu zihniyetle dilediği kadar imajını düzeltmeye çalışsın, açık ve net, kendi öğrencisini sömüren bir üniversitenin imajı budur. bu çirkin yüzünü göstermek için de elimden geleni yapacağım.
(ekşisözlük'ten alıntı)
güvendiğim ve halen arkasında durduğum bir hocamın beni önermesiyle, hacettepe üniversitesi'nin yararına yazılmış bir projeye araştırmacı olarak ismim önerildi. önerildiğim işi de yapabilecek potansiyele sahibim. iş deneyimlerim bu yönde. senelerdir de hacettepe'deyim, uzun süredir öğrencisiyim ve akademik olarak da devam ediyorum/etmeyi planlıyorum. okulumu sevdiğim için de işe büyük bir heves ile başladım. benim durumumda olan ekip arkadaşlarım da vardı ve niyetimiz, hem çalıştığımız projeyi geliştirmek idi hem de ekonomik olarak biraz rahatlamayı istiyorduk. çünkü gerçekten, türkiye'de okumak çok zor. maddi durumu iyi olan insanlar değiliz ve okumak istiyoruz. okuduğumuz okuldan çalışıp para kazanmak da bizim için mükemmel bir fırsat.
aylarca çalıştık. aylarca, her gün, hacettepe için emek verdik. geliştirmeye, giriştiğimiz işi başarmaya çabaladık. yaptık da. kanıtlarıyla elimizde. yaptığımız her işte, projeyi yazan kişilerle göz göze geldik. rektör ile yüz yüzeydik, çalıştığımızı ve iş yaptığımızı biliyordu. projede sorumlu hoca ile yüz yüze geldik, iş yaptığımızı biliyordu, görüyordu.
fakat ne oldu?
paramızı, hakkımızı alamadık.
aylardır, bakın aylardır diyorum bir hafta, bir ay değil, 8 aydan uzun süredir bize iş veriliyor, biz de canhıraş yapıyoruz. ve halen elimize, bir allah'ın kulu da çıkıp, size hakkınız olanı verelim demiyor. peki enayi miyiz? değiliz. neden işi bırakıp gitmedik? çünkü hem "misyonum adaletli olmak" diyen hocamızın bize hakkımızı vereceğine inanıyorduk, hem de kelli felli hocalarımızın, "burada mevzu ben değilim hacettepe" denen kurumun hakkımızı koruyacağını düşünüyorduk.
olmadı.
benim aylardır işe verdiğim emek bir yana, ekonomik sorunlarım, elektrik, su, doğalgaz faturalarım biriksin, kirayı ödemekte zorlanayım. geliştirmeye çalıştığımız "hacettepe" gelişsin... hem de "hacettepe" kurumu, kendi öğrencisini sömürsün.
üstelik bunları yaparken de, cinsiyetçi hocalarla baş etmeye çabala...
canım çok sıkkın. bu durum karşısında hiçbir şey yapamıyorum. göz göre göre, açık açık hakkımız yendi. ve "kocaman kurum ve koca koca insanlar karşısında" basit birer yüksek lisans - doktora öğrencileriyiz. onların gözünde... çünkü proje hocamız ve idare de, "bu işler böyle, bu ülke böyle maalesef" diyerek, egemen ideolojiyi yeniden üretsinler.
bravo. bu zihniyetle dilediği kadar imajını düzeltmeye çalışsın, açık ve net, kendi öğrencisini sömüren bir üniversitenin imajı budur. bu çirkin yüzünü göstermek için de elimden geleni yapacağım.
(ekşisözlük'ten alıntı)
sosyal medya aşığı yazar. bayılıyormuş sosyal medyaya, sosyal medya geyiklerine filan.
bir başkan, bu kadar kendi şehrinden kopuk olabilir mi? bakın, 2009'daki vaatleri: http://youtu.be/dJuYcjPHxMM
ne oldu peki bunca senede? insanlar halen hizmeti değil, partiyi seçiyorlar. yazık...
ne oldu peki bunca senede? insanlar halen hizmeti değil, partiyi seçiyorlar. yazık...
airport avm'deki şubesine 4 kişi gidip, 57 lirayı hiçe verdiğimiz mekan. içecek önümüzde iki dakika sonra geldi fakat pide ve kebap için 40 dakika bekledik. bir arkadaşın aldığı tavuklu-mantarlı-zeytinli yemeğin yanına yaklaşık olarak bir yemek kaşığı pilav koymuşlardı. evet, bir yemek kaşığı pilav. ne kebapta ne de pidede iş yoktu. kasaya gidip durumu anlattığımda, bugün pazar, yoğun olduğumuz için böyle oldu dediler. seneye 100. şubelerini açacaklarmış. hiçbirisi pazar günü çalışmasın o zaman.
insanları dörde ayırıp onları sevmediğini söyleyen dangalaktır. ne travesti, ne gey ne de lezbiyen bir arkadaşı olmamıştır. kendi dininden başka kimseyle konuşmadığı gibi korkuyla ne ateizmi ne de başka dinleri araştırmıştır. babası ne öğrettiyse, çevresinde ne gördüyse onu doğru bilmiş dünyanın gerisini yok saymış bir ahmaktır.
oysa, burada değil de X şehrinde doğsa bambaşka bir şey olacağını bilemeyecek kadar da ufku dardır. kısacası, eğer altyapısı olan bir argümanı yoksa; vizyonsuz bir insandır.
sonra bu insanlar bir de, dünya çok kötü bir yer oldu yea diye kaka kaka konuşmaktadır.
oysa, burada değil de X şehrinde doğsa bambaşka bir şey olacağını bilemeyecek kadar da ufku dardır. kısacası, eğer altyapısı olan bir argümanı yoksa; vizyonsuz bir insandır.
sonra bu insanlar bir de, dünya çok kötü bir yer oldu yea diye kaka kaka konuşmaktadır.
gazeteci olmak önce adam olmak demektir isminde bir kitabı vardır bu zatın. mesleğine, karakterine hiçbir şey söylemek haddime değil. ancak bilmeli ki, kişisel olan aynı zamanda politiktir de. öncelikle gender konusunda -artık- bir düşünmeli, 'adam' olmanın nasıl bir cinsiyetçilik olduğunu tekrar sorgulamalıdır.
marmara iletişim'de araştırma görevlisidir şimdilik. 'şimdilik' diyorum, zira önü çok açık bu insanın. diliyorum türkiye'de akademinin bozuk yapısı kendisini yıldırmayacak. çok ihtiyaç var böyle insanlara çok...
araştırmalarının bazıları da şuracıkta: http://marmara.academia.edu/AlparslanNas
araştırmalarının bazıları da şuracıkta: http://marmara.academia.edu/AlparslanNas
birincisi, kadına ilgiyi 'karı kız düşkünlüğü' olarak nitendirdiğinizde; esasında bu cins ilişkiyi yanlış anladığınız ve ikinci olarak da esasında içten içe bu nitelikte erkekleri kıskandığınızı gösterir.
işin ilk kısmı, kadın-larla birlikte olmak; aynı zamanda nitelikli bir erkek eylemi de olabilir. çok fazla kadınla birlikte olmak, sizin karı-kız düşkünlüğü diye değer düşürdüğünüz -yani farkında olmadığınız ama aslında kıskandığınız, erkek için bir eksi karakterden ziyade; aksine bunu kendine ve karşısındaki-lere bir şey katarak yapıyor ise, karşılıklı güzel ilişki-ler var demektir.
öncelikle kafadaki standart erkek imajını; sonra da o erkeklerin kafadaki standart kadın ilişkilerini değiştirmek gerekiyor. bir erkek kadına yoğun ilgi duyarak niteliğinden bir şey kaybetmez. ve hatta bu bir dengedir. kadınsız bir erkek hayatı, hem kazançlıdır hem de engellere sahiptir. hiçbir şey uzaktan gözüktüğü gibi değildir. içine girmek, yaşayıp anlamak ve öyle yorumlamak gerekir.
işin ilk kısmı, kadın-larla birlikte olmak; aynı zamanda nitelikli bir erkek eylemi de olabilir. çok fazla kadınla birlikte olmak, sizin karı-kız düşkünlüğü diye değer düşürdüğünüz -yani farkında olmadığınız ama aslında kıskandığınız, erkek için bir eksi karakterden ziyade; aksine bunu kendine ve karşısındaki-lere bir şey katarak yapıyor ise, karşılıklı güzel ilişki-ler var demektir.
öncelikle kafadaki standart erkek imajını; sonra da o erkeklerin kafadaki standart kadın ilişkilerini değiştirmek gerekiyor. bir erkek kadına yoğun ilgi duyarak niteliğinden bir şey kaybetmez. ve hatta bu bir dengedir. kadınsız bir erkek hayatı, hem kazançlıdır hem de engellere sahiptir. hiçbir şey uzaktan gözüktüğü gibi değildir. içine girmek, yaşayıp anlamak ve öyle yorumlamak gerekir.
20 aralık tarihinde verdiğim kitapları -hepsi stokta olmasına rağmen- halen kargoya vermemiş, havale yaptığım halde 'havale işleminiz beklenmektedir' uyarısını bana veren site. mail atmama, aramama rağmen geri dönüş alamadım. twitter ve facebook sayfaları, hiçbir sorun yokmuş gibi çalışmaya ve ürün tanıtımı yapmaya devam ediyor.
yapabilirsem, havaleyi iptal edip; bir daha siteyi kullanmayacağım. gecikme olabilir; bunda sorun yok. fakat hiçbir bilgi vermeden, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları üzücü. bu sebepten ötürü, var olan alışverişimi de iptal edip bir daha bu siteyi kullanmayacağım. yaptıkları davranışın kendilerine hiçbir pozitif getirisi olmayacak. yazık ettiler.
yapabilirsem, havaleyi iptal edip; bir daha siteyi kullanmayacağım. gecikme olabilir; bunda sorun yok. fakat hiçbir bilgi vermeden, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları üzücü. bu sebepten ötürü, var olan alışverişimi de iptal edip bir daha bu siteyi kullanmayacağım. yaptıkları davranışın kendilerine hiçbir pozitif getirisi olmayacak. yazık ettiler.
bir Louis Ferdinand Celine şaheseri gecenin sonuna yolculuk'tan:
"aşk dediğin şey, sonsuzluğun kanişlerin ulaşabileceği bir düzeye çekilmesidir."
http://www.evekitap.com/gecenin-sonuna-yolculuk_448
"aşk dediğin şey, sonsuzluğun kanişlerin ulaşabileceği bir düzeye çekilmesidir."
http://www.evekitap.com/gecenin-sonuna-yolculuk_448
var böyle kadınlar.
abartmayın ama bunu.
normal, sıradan ve basit bir şey bu.
öncelikle kıskanmak-kıskanılmak fena şey değil. asıl kıskançlık yoksa o ilişki boktan bir ilişkidir. unutmayın, "şüpheye ve çelişkiye yer vermeyen aşklar, yalan aşklardır.'
arada hafif kadınsı tatlı tripler de güzeldir. bu da abartılmadıkça. naz yapmayan, şöyle arada ufak-tefek şirin küslükleri olmayan kadını ne yapacaksın... futbol maçında 'ananı sikerim' dediğin ali'yle, veli'yle takıl o zaman amk... zerre trip yemezsin bu adamlardan. ama kadın ayrıdır oğlum, küser. senin görmediğini görür... sen bir kadın yanında her zaman öküzsündür. buna niye trip attı ki lan dediğin şeyin apayrı bir yanını görememişsindir sen. sorun o yüzden, onun tribinde değil, senin öküzlüğündedir.
ha ama hanımlar da, bu trip atma olayının bokunu çıkartmasınlar. seven sevişen, koca koca insanlarsınız amk çocuk olmaya gerek yok. geçti o vakitler çoktan. çoluğa çocuğa karışacaksınız yakında, anne olacaksınız falan. haklı şeyleri önce ifade edip, herif anlamıyorsa -anlayacağı dilden- -ki trip oluyor işte- trip atın siz de.
rakı da, tamam, adabı olan, sohbeti-muhabbeti olan -her alkolden apayrı bir alkol...
"kadını rakı çarpiöyyööö ağbi içmessin çarpiyöösöö yaağ..." diyen suratına sokayım senin... çoğunuz böylesiniz amk. adam gibi içmesini öğren önce sen, sonra kadının da içer seninle. önce sen adam ol, sonra kadın-zaten hem kadındır-hem de daha kadın olur. sen önce içmesini becer, çok da istiyorsan kadınına öğretirsin içeceğini. hem, öküz, görmüyor musun durum ne kadar belli... kadın naif varlık, rakı ağır geliyor, çarpıyor... bir alışma süreci, ortamı vardır bunun. kıllı heriflerin -ki arkadaşların oluyor bunlar. sen farkında değilsin ama kadının böyle görüyor birçoğunu. (ki öyleler de.) (güzel adamlar ama lan hepsi. o apayrı şimdi.) yanında içirir ve sonra da "yine çaörptü bunu yöööğ" dersen, senin ben...
kadını; rakı içebilen, işte efendime söyleyim futboldan anlayan, pes oynayan gibi aptalca maddelere ayırmayın. kadınları da aptal etmeyin böyle şeylerle. aynı zamanda pes oynayabilmek gibi sıradan bir durumu da -kendiniz için esasında- büyütmeyin amk.
bir kadından beklentileriniz bu üçüne kadar indiyse yazık size. sizde hiçbir yetenek-beceri-iş yok ki kadınlardan bu üç aptal şeyi yapabilmesini ya da yapmamasını istiyorsunuz.
sittiriniz gidiniz, asabımı bozmayın.
abartmayın ama bunu.
normal, sıradan ve basit bir şey bu.
öncelikle kıskanmak-kıskanılmak fena şey değil. asıl kıskançlık yoksa o ilişki boktan bir ilişkidir. unutmayın, "şüpheye ve çelişkiye yer vermeyen aşklar, yalan aşklardır.'
arada hafif kadınsı tatlı tripler de güzeldir. bu da abartılmadıkça. naz yapmayan, şöyle arada ufak-tefek şirin küslükleri olmayan kadını ne yapacaksın... futbol maçında 'ananı sikerim' dediğin ali'yle, veli'yle takıl o zaman amk... zerre trip yemezsin bu adamlardan. ama kadın ayrıdır oğlum, küser. senin görmediğini görür... sen bir kadın yanında her zaman öküzsündür. buna niye trip attı ki lan dediğin şeyin apayrı bir yanını görememişsindir sen. sorun o yüzden, onun tribinde değil, senin öküzlüğündedir.
ha ama hanımlar da, bu trip atma olayının bokunu çıkartmasınlar. seven sevişen, koca koca insanlarsınız amk çocuk olmaya gerek yok. geçti o vakitler çoktan. çoluğa çocuğa karışacaksınız yakında, anne olacaksınız falan. haklı şeyleri önce ifade edip, herif anlamıyorsa -anlayacağı dilden- -ki trip oluyor işte- trip atın siz de.
rakı da, tamam, adabı olan, sohbeti-muhabbeti olan -her alkolden apayrı bir alkol...
"kadını rakı çarpiöyyööö ağbi içmessin çarpiyöösöö yaağ..." diyen suratına sokayım senin... çoğunuz böylesiniz amk. adam gibi içmesini öğren önce sen, sonra kadının da içer seninle. önce sen adam ol, sonra kadın-zaten hem kadındır-hem de daha kadın olur. sen önce içmesini becer, çok da istiyorsan kadınına öğretirsin içeceğini. hem, öküz, görmüyor musun durum ne kadar belli... kadın naif varlık, rakı ağır geliyor, çarpıyor... bir alışma süreci, ortamı vardır bunun. kıllı heriflerin -ki arkadaşların oluyor bunlar. sen farkında değilsin ama kadının böyle görüyor birçoğunu. (ki öyleler de.) (güzel adamlar ama lan hepsi. o apayrı şimdi.) yanında içirir ve sonra da "yine çaörptü bunu yöööğ" dersen, senin ben...
kadını; rakı içebilen, işte efendime söyleyim futboldan anlayan, pes oynayan gibi aptalca maddelere ayırmayın. kadınları da aptal etmeyin böyle şeylerle. aynı zamanda pes oynayabilmek gibi sıradan bir durumu da -kendiniz için esasında- büyütmeyin amk.
bir kadından beklentileriniz bu üçüne kadar indiyse yazık size. sizde hiçbir yetenek-beceri-iş yok ki kadınlardan bu üç aptal şeyi yapabilmesini ya da yapmamasını istiyorsunuz.
sittiriniz gidiniz, asabımı bozmayın.
ya üzerine oturduğum kanepeye, artık sırtımı da bırakıp uyuyacaktım ya da yanımdaki hırkayı üzerime geçirip, arkadaşımı da uyandırmadan dışarı çıkıp açık bir yer bulup; artık içecek olarak her ne varsa, bir kase çorba ya da bir duble rakı, içecektim.
hırkaya sokuldum. hem bu mevsimde; anca gecenin bu vakti hırka giyebilir insan. misafir olarak kaldığım şu -tanıdık insanı- arkadaşımı uyandırmadan anahtarını aldım, kapıya yöneldim. çocukken devasa gelen bakırköy meydanına yürüyerek 20 dakikalık mesafede olan arkadaş evinden, belki 40 dakikaya kadar vardım. yolda, sarhoşlara özel ayar olan kokoreççilerden bir yarımı da ihmal etmedim. hafif sarhoş taklidinden de sakınmadım hani...
birine bir şey anlatmam gerekiyordu. o arkadaşa da, anlatamazdım. hem öğrendiğim şeyi, arkadaştan öğrendim ya; ona da, anlatamazdım. biri gerekiyordu işte, bu gece, o saat, şu an... telefonu elime aldım. bu, sıradan hayatımın milyonuncu kez tekrar eden, telefonla rehberde gezinme ve yalnız hissetme sahnesiydi. fonda boktan bir yıkıcı müzik... sıklıkla aradığım arkadaşlarım, karşıma çabuk çıksınlar diye isimlerinin önüne "." koymuştum... ".ali, .cagatay, .deniz, biri, .öteki biri..." bu özel nokta, aslında onları, ötekilerden ayırıyordu. zaten telefon rehberimde olmaları, onları; dünyanın geri kalanından da apayrı kılıyordu ya, ben o denli, yalnız hissetmemeliyim kendimi. ama o an, öyle geldi ki bana, onları özel kılan, o özel kılma eylemi; özel olanın da kırılmasına sebepti. bazen bir şeyi, bir hissi; hiçbir hatıranın, deneyiminin olmadığı birinin bilmesi gerekiyor. birini arasam, çok sevdiğim birini, açtığında telefonunu, bildiği bir 'adam'dım ben. 'bildiğim' bir adamı, 'bilindik' bir halimle arayacaktım. üstelik insanların, o anları var... o an mutlu oldukları, o an kendi halinde oldukları. o an, senden uzak oldukları. telefonu cebime attım.
hem zaten hemen herkes şehir dışında. gene sahicilikle ve şehirde madden de arkadaşsızlıkla kalmışım... zaten artık, yalnız hissetme hali, kalıcılık sağlamış vaziyette. çoğu zaman, yalnızlığın sabitliğini görüyorum hayatımda. bu bir yükseliş yahut düşüş hali değil artık. bu giden ve giderilen-giderilebilen bir şey değil. bir sevgiliye sahip olmak(sahip?), her gün birileriyle görüşmek; sosyalleşmeye çok müsait bir yerde oturmak gibi durumlar da bunu değiştirmiyor. meydan boş. kediler, köpekler; arada tepeden hızla uçup giden kargalar, zararsız görünen kuşlar, birkaç bank sahibi evsiz, seke seke yürüyen birkaç kişi; arada sokaklara giren mavi-kırmızı polis ışıkları... zihnim uyarılıyor. içimde durmaması gereken, dibimde duruyor. durmuyor, hareket ediyor. yer kaplıyor. açık bir tekel vardı istanbul caddesinin ortalarındaki bir sokakta. küçük bir ceplik. yarım saat sonra, gerçekten yabancı biriyleyim. artık yürüyemiyorum bile. adımlarımda bir sersemlik. gidip oturuyorum. sırtımı biraz bıraksam, evsiz taklidi yapan biri... çok hızlı sarhoş olmuşum. kimseye halen konuşmadım. yalnızca düşünüyorum. bir kedi tedbirli adımlarla yanıma yaklaşıyor. birkaç adım ötemde duruyor. onunla da konuşmayacağım. kendimi kendimde tutacağım bu sefer. geri dönüyorum. evet, geri geri gidiyorum o eve. şimdi nasıl uyuyacağım kim bilir, eve yaklaştıkça uykunun tadı geliyor üzerime. uyuma hayali. her kuytu köşede nasıl uyunabilir ihtimali... yol uzuyor, gibi. oysa, daha hızlıyım geldiğimden.
yeterince yabancı hissediyorum
ve halimden gayet iyi anlıyorum,
anladım ben seni, diyorum.
aptal aptal çıkıyorum merdivenden. sessizce kapıyı açıyorum. tekrar o kanepe üzerindeyim.
uyuyorum o an, o sabah.
bir daha böyle aptal şeyler yapma, diyorum.
yapmam, diyorum.
kalk yemek ye, zayıf düştün kaç gündür, diyorum.
üzerine de bir kahve, bir sigara da ne güzel gider değil mi, diyorum,
evet vallahi, sırf bu yüzden güzel bir kahvaltı hazırlayacağım sana, diyorum.
saat beşte kahvaltı yapıyorum.
arkadaş arıyor, evden çıkıyorum. o an, kendimi, kısa bir süre de olsa, çok yalnız hissediyorum. sonra sanki böyle olması gerekiyormuş gibi, ha, evet, diyorum. kabulleniyorum.
hırkaya sokuldum. hem bu mevsimde; anca gecenin bu vakti hırka giyebilir insan. misafir olarak kaldığım şu -tanıdık insanı- arkadaşımı uyandırmadan anahtarını aldım, kapıya yöneldim. çocukken devasa gelen bakırköy meydanına yürüyerek 20 dakikalık mesafede olan arkadaş evinden, belki 40 dakikaya kadar vardım. yolda, sarhoşlara özel ayar olan kokoreççilerden bir yarımı da ihmal etmedim. hafif sarhoş taklidinden de sakınmadım hani...
birine bir şey anlatmam gerekiyordu. o arkadaşa da, anlatamazdım. hem öğrendiğim şeyi, arkadaştan öğrendim ya; ona da, anlatamazdım. biri gerekiyordu işte, bu gece, o saat, şu an... telefonu elime aldım. bu, sıradan hayatımın milyonuncu kez tekrar eden, telefonla rehberde gezinme ve yalnız hissetme sahnesiydi. fonda boktan bir yıkıcı müzik... sıklıkla aradığım arkadaşlarım, karşıma çabuk çıksınlar diye isimlerinin önüne "." koymuştum... ".ali, .cagatay, .deniz, biri, .öteki biri..." bu özel nokta, aslında onları, ötekilerden ayırıyordu. zaten telefon rehberimde olmaları, onları; dünyanın geri kalanından da apayrı kılıyordu ya, ben o denli, yalnız hissetmemeliyim kendimi. ama o an, öyle geldi ki bana, onları özel kılan, o özel kılma eylemi; özel olanın da kırılmasına sebepti. bazen bir şeyi, bir hissi; hiçbir hatıranın, deneyiminin olmadığı birinin bilmesi gerekiyor. birini arasam, çok sevdiğim birini, açtığında telefonunu, bildiği bir 'adam'dım ben. 'bildiğim' bir adamı, 'bilindik' bir halimle arayacaktım. üstelik insanların, o anları var... o an mutlu oldukları, o an kendi halinde oldukları. o an, senden uzak oldukları. telefonu cebime attım.
hem zaten hemen herkes şehir dışında. gene sahicilikle ve şehirde madden de arkadaşsızlıkla kalmışım... zaten artık, yalnız hissetme hali, kalıcılık sağlamış vaziyette. çoğu zaman, yalnızlığın sabitliğini görüyorum hayatımda. bu bir yükseliş yahut düşüş hali değil artık. bu giden ve giderilen-giderilebilen bir şey değil. bir sevgiliye sahip olmak(sahip?), her gün birileriyle görüşmek; sosyalleşmeye çok müsait bir yerde oturmak gibi durumlar da bunu değiştirmiyor. meydan boş. kediler, köpekler; arada tepeden hızla uçup giden kargalar, zararsız görünen kuşlar, birkaç bank sahibi evsiz, seke seke yürüyen birkaç kişi; arada sokaklara giren mavi-kırmızı polis ışıkları... zihnim uyarılıyor. içimde durmaması gereken, dibimde duruyor. durmuyor, hareket ediyor. yer kaplıyor. açık bir tekel vardı istanbul caddesinin ortalarındaki bir sokakta. küçük bir ceplik. yarım saat sonra, gerçekten yabancı biriyleyim. artık yürüyemiyorum bile. adımlarımda bir sersemlik. gidip oturuyorum. sırtımı biraz bıraksam, evsiz taklidi yapan biri... çok hızlı sarhoş olmuşum. kimseye halen konuşmadım. yalnızca düşünüyorum. bir kedi tedbirli adımlarla yanıma yaklaşıyor. birkaç adım ötemde duruyor. onunla da konuşmayacağım. kendimi kendimde tutacağım bu sefer. geri dönüyorum. evet, geri geri gidiyorum o eve. şimdi nasıl uyuyacağım kim bilir, eve yaklaştıkça uykunun tadı geliyor üzerime. uyuma hayali. her kuytu köşede nasıl uyunabilir ihtimali... yol uzuyor, gibi. oysa, daha hızlıyım geldiğimden.
yeterince yabancı hissediyorum
ve halimden gayet iyi anlıyorum,
anladım ben seni, diyorum.
aptal aptal çıkıyorum merdivenden. sessizce kapıyı açıyorum. tekrar o kanepe üzerindeyim.
uyuyorum o an, o sabah.
bir daha böyle aptal şeyler yapma, diyorum.
yapmam, diyorum.
kalk yemek ye, zayıf düştün kaç gündür, diyorum.
üzerine de bir kahve, bir sigara da ne güzel gider değil mi, diyorum,
evet vallahi, sırf bu yüzden güzel bir kahvaltı hazırlayacağım sana, diyorum.
saat beşte kahvaltı yapıyorum.
arkadaş arıyor, evden çıkıyorum. o an, kendimi, kısa bir süre de olsa, çok yalnız hissediyorum. sonra sanki böyle olması gerekiyormuş gibi, ha, evet, diyorum. kabulleniyorum.
yahut,
istanbul'da yaşıyorsunuzdur.
ve o, melankoli sandığınız şey aslında çevresel faktörlerdir.
istanbul'da yaşıyorsunuzdur.
ve o, melankoli sandığınız şey aslında çevresel faktörlerdir.
'konuşmalar her zaman sahteliğe, yapmacıklığa, çünkü geçiciliğe açıktır; oysa yazı, kalır' halinden, belki biraz daha sahteliğe; ancak daha gerçek yaşama dönüştür. günümüz ilişkilerinin 'başlangıç' şekillerinin bir ehemmiyeti yok artık. bir erkek ve kadın ne yapıyor/yapabiliyorsa, onlar yapılır. her niyetin eylemi vardır. bu da onlarca seçenek/ihtimal arasından, yalnızca 'bir' şeydir. bir sözlük 'kızıyla' buluşmak, yalnızca sıra dışı olduğu düşünülen bir erkek ve kadın arasındaki, tek şeydir. buluştuktan sonra konuşursunuz, sohbet edersiniz, sevişirsiniz. ki bu, bir sözcük 'kızının' (?) bir sözcük erkeği ile buluşması anlamını zaten doğrudan taşır. bu yüzden işteştir.
kısacası, her şey olur. bu hiçbir şeydir.
kısacası, her şey olur. bu hiçbir şeydir.
uzun bir deneyim sonucu olarak, kısaca tek bir tavsiye: yapmayın.
eğer bir uyuşturucu bağımlısı değilseniz.
eğer bir uyuşturucu bağımlısı değilseniz.
basit bir 'ezerek üstün olma' çabasının sonucudur.
ayrıca bu tipler hocaları için de şunu söyler: 'profersör olmuş ama adam olamamış'
ayrıca bu tipler hocaları için de şunu söyler: 'profersör olmuş ama adam olamamış'