bugün

insanın boktan bir şair olması o'nun kendine şair demesine engel değildir. o yüzden o bir türlü bulunamayan kelimeyi önce kendim ararken farkettiğimi söylemekte bir sakınca görmüyorum. öte yandan, söz vermemekle birlikte, bu yazıda kendimden daha fazla bahsetmeyi şimdilik düşünmüyorum.

şimdiye kadar türkçe yazan üç büyük şairde dikkatimi çeken o "kelime", "şey", veya "yer"in başka şairlerde veya dillerde de karşıma çıkacağına eminim. hatta bir ihtimal unuttuklarım da vardır. zamanla karşıma çıktıkça eklerim. siz de ekleyin.

aklıma gelen isimler orhan veli kanık, can yücel ve özdemir asaf.

orhan veli'nin anlatamıyorum(1) şiirindeki her şeyi söylemenin mümkün olduğu yerdir. fiziksel bir yer değildir. tek hüneri ve tek amacı 'söz' olan şairin kafasındaki kilitli kasadır. bu şiir sanki orhan veli'nin o kasayı farkettiği anki heyecanla yazılmıştır. içindeki şey, o'na artık ağladığı zaman sesini duymanızı sağlayacak şiirleri yazdıracak yetenektir. bu keşif bir derttir çünkü artık onun orda olduğu kesin, ulaşmak meseledir.

charles bukowski'nin beğenmediği şairlerden bahsederken kullandığı "samimi değil" tuzağına düşmeme garantisidir orhan veli'nin o yere ulaşmasının ödülü. başkasının ne düşüneceği değil, kendi samimiyetinden emin olma ihtimali o'nu heyecanlandırır. hissedilenin kelimeye dökülmesini engelleyen şifrenin çözülebileceğini farketmiştir veli'nin oğlu orhan.

can yücel'in başka türlü bir şey(2) inden bahsediyoruz. şairlerin kimi zaman söyleyecekleri şeyin yerine oturttukları ağaç, bulut gibi pastoral figürler değildir artık o'nun ihtiyacı olan. insanlık durumunu bütün çıplaklığıyla kelimelere dökmesini sağlayacak yeteneği can yücel'de bir mekana, bir memlekete benzetir.

özdemir asaf ise eğri mısraların doğru kombinasyonunu bulacak o şifreye belki de en güzel ismi, iki mısralık şiirinin başlığıyla koymuştur: tohum(3). aristo, meşe palamuduna bakarak ondan oluşacak meşe ağacını kaçınılmaz görmüştür. o palamudun, ya da tohumun, ağacın dna "şifresi"ni taşıdığına dair 2300 yıllık bir öngörüsüdür. özdemir asaf'ın tohum adını verdiği 'kelime' ise o her anlamı kapsayacak yerin şifresini taşır.

(1)
ağlasam sesimi duyar mısınız,
mısralarımda;
dokunabilir misiniz,
gözyaşlarıma, ellerinizle?

bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
bu derde düşmeden önce.

bir yer var, biliyorum;
her şeyi söylemek mümkün;
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
anlatamıyorum.

(2)
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..

bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun

bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince

nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..

(3)
öyle bir kelime söylesem ki deyorum,
dışarıda bir başkası kalmasa.
şairlerin bir türlü anlatamadıkları kelime ya da duygu demek daha iyi olur sanırım. hangi şair vardır ki duygularının tarifini tarifsizlikle boğuşurken tasfir edemesin ? şair bu yüzden şair olmuştur. tasfir eder çünkü duygularını anlatmaktadır ama aslında anlatamamakla da meşguldur çünkü zaten duyguların tarifi var mı ki ? Özlemin , acının, aşkın, dostluğun tadı hangimizin ruhunda aynı ki..
müzisyenlerin bir türlü bulamadığı ritim, ressamların bir türlü bulamadığı renktir. amaç zaten bulmak değil, aramak.
O bir türlü bulunamayan
kelime değil de,
başka ağızlardan çıkan
bi koku muydum
ben yoksa?

eylül 2003
beat akımının öncülerinden allen ginsberg'in 1955 yılında yazdığı howl adlı şiirini merkeze alan, şiirin yayıncısına karşı açılan müstehçenlik davasının, ginsberg'le yapılan ropörtajların ve san francisco'da bir barda şiiri okumasının canlandırıldığı howl (2010) adlı filmde ginsberg'in ağzından duyarız orhan veli'nin "epeyce" yaklaştığı, can yücel'in gideceği memlekete olan ihtiyacı:

"sorun, arkadaşlarınıza söylediğiniz ve ilhamınıza söyledikleriniz arasında ayrım yaptığınızda ne olduğudur. mesele, bu ayrımı ortadan kaldırmaktır. ilhamınıza, kendinize veya arkadaşlarınıza konuşurken olduğu kadar açıksözlü yaklaşmak. Bu, olduğunuz gibi yazma, kendini yazmaya adama becerisidir".

(the question is what happens when you make a distinction between what you tell your friends and what you tell your muse. The trick is to break down that distinction. To approach your muse as frankly as you talk to yourself, or to your friends. It's the ability to commit to writing, to write the same way you are.)
bazen bulmak için aylarca uğraştıkları kelimedir. hatta o bulunmayan kelime şiirin silbaştan yazılmasına bile sebep olabilir.