bugün

Tabii bu bahsedilen gerçek ırkçılık, bizim ağlak tayfanın diline doladığı saçmalık değil.

Alıntı:
Irkçılık anlayışları, milattan önceki çağlara kadar uzanmaktadır. Eski çağlardaki ırkçılık, genel olarak eşitlik veya eşitsizlik olarak değil, içtimai yaşayışı düzenleyen tipik kabileci anlayışlar şeklindeydi. Ancak Yunanlılarda durum farklıdır. Mesela meşhur Yunan filozofu Eflatun (Platon)un aşağıdaki ifadeleri dikkat çekicidir:

Yunanlı olmayanlar, aşağı adamlardır. Bunlar için en büyük şeref Yunanlılar tarafından idare edilmektir. Çirkin, hasta ve cılız olanlara da yaşama hakkı tanınmamalıdır. Eski Yunanlılar, kendilerinden olmayan kavimlere Barbar diyorlardı. Avrupa'da ortaçağa kadar ırkçı doktrinlerde fazla değişiklik olmamıştır.

Rönesans ve reform hareketleriyle birlikte başlayan ilimde, fende inkişaf ve coğrafi keşifler sonucunda, Avrupalılar o zamana kadar bilinmeyen yerlere gittiler. Bu hal, aynı zamanda farklı ırkların birbirleriyle tanışması demekti. Ancak bu tanışma Müslüman milletlerdeki gibi müsbet yönde olmadı. Zira Avrupalılar asırlarca kısır düşünce çerçevesinden dışarı çıkamadığı için, yeryüzünde kendilerinden başka insanların olabileceğini hiç düşünmemişlerdi. Nihayet Amerika ve Afrika'da fizyolojik yapıları ve içtimai yaşayışları kendilerininkinden farklı olan insanlarla karşılaştıklarında şaşkına döndüler. Bu insanlar da iki ayağı üzerinde yürüyebiliyor ve konuşabiliyordu. Ne var ki, Avrupalı zihniyete göre bunlar insan değil, olsa olsa köle olabilirdi. Değer yargıları, renkleri, siyah ve sarı olan bu insanları, insan olarak kabul edemiyordu. Bir ispanyol bilgininin Güney Amerika yerlilerini gördüğünde söylediği şu sözler enteresandır: "Köle seviyesinde, mantıksız kimseler, insanlar, maymunlardan ne kadar farklı ise, ispanyollardan o kadar farklı varlıklar."

Gene batı dünyasının ünlü politikacılarından Thomas Moore'nin şu ifadesi de onun insan haysiyetine olan saygısının derecesini göstermesi bakımından gayet açıktır:

Bütün zahmetli ve iğrenç işler kölelere verilsin!

Amerika'nın keşfi ile Kızılderililere uygulanan asimilasyon, yine 19. ve 20. yüzyılda Amerika'da vuku bulan zenci aleyhtarı faaliyetler, kendi tarihi içinde ırkçılığın ulaştığı en yüksek noktalardan biridir. Bunun yanısıra Almanya'da Naziler (Hitler), italya'da Mussolini, Doğuda islavlar, asrımız ırkçılık faaliyetlerinin başını çekmişlerdir. Hatta Güney Afrika Cumhuriyeti bunu resmileştirerek, ırk ayrımını içtimai ve siyasi kurumların temel ilkesi olarak kabul etmiştir.

Birleşmiş Milletlerin 1948'de yayınladıkları insan Hakları Beyannamesi'nde, bütün insanların ırk ayrımı gözetmeksizin eşit haklara sahib olduğu kabul edilmesine rağmen, ırkçılık faaliyetleri devam etmektedir.

Irkçılığın tenkidi
Tarifinden de anlaşılacağı üzere, ırkçılık bir aldatmacadan ibarettir; biyolojik, genetik ve antropolojik açıdan kendine bir temel ararken; ari ırk, genetik kalite, saf kan gibi teorilerle biyoloji, genetik ve antropoloji ile tenakuza düşmüştür.

Üstün ırk olduğunu savunanlar, bu üstünlük ve özel haklarını ırklarının saflığına borçlu olduklarını zannetmektedirler. Halbuki saf ırklar yeryüzünden silineli çok zaman olmuştur. Biyoloji, insanların çağlar boyunca birbirleriyle münasebet halinde olduğunu ve birbirleriyle kaynaştığını, bunun sonucunda ari bir ırkın varlığının söz konusu olmayacağını kabul eder. Buna mukabil ırkçı düşünce ise, saf ırk, insanlık farkı arayışları içinde dönüp dolaşmaktadır.

Irkçı ideolojiye göre; insanları birbirine bağlayan duygular millet olmak, aynı kültürü paylaşmak, aynı dili konuşmak, aynı dine sahip olmak... vb. değil, ırk ve kan birliğine sahip olmaktır. insanları birbirinden ayıran yegane fark da ırktır. Ahlak ve fazilet değerleri ise ırka tabi olup, eğer kişinin ait olduğu ırk, ari bir ırksa o kişi, yüksek ahlaklı ve seciyeli, eğer değilse, ahlaksız ve adi demektedir.

Irkçı düşünce ilimden uzak olmasına rağmen, ilmi ve ilim adamlarını sömürerek kendine alet etmiştir. Irkçılığa alet olan bilimler (veya teoriler) arasında en başta geleni Darwinizm'dir. Yanısıra antropoloji, fizyoloji, psikoloji, sosyoloji, filoloji gibi ilim dalları da çeşitli şekillerde ırkçılığa alet edilmiştir. Irkçılık sadece kafalarda ve kitaplarda kalmamış; dünyanın çeşitli yerlerinde örnekleri görüldüğü gibi pratikleşip, resmileşerek devlet sistemi olarak kabul edilmiştir. Yakın tarihte ırkçı devletlerin misalleri mevcuttur. Irkçılığı temel alan devletler; tarih, millet, kültür gibi kavramları yozlaştırdığı gibi demokrasiye ve insan haklarına da karşı olmuşlardır.

Irkçı devlet; milli kültürü sadece kan bağının bir realitesi; ırki saflığı medeni terakkinin temeli; ilmi, gayr-i ilmi teorilerin aleti; milleti devletin kölesi kabul ettiği için, o bu haliyle devlet sistemi olmaktan da esasen çok uzaktır. Çünkü devlet, millet için vardır. Devlet, milli menfaatleri koruduğu gibi, hangi ırktan, milletten olursa olsun, insan haklarını ve hukukunu çiğnemez.

Ayrıca ırkçı devlet, fertleri haiz oldukları öz değerleri ile değil de, daha önce belirlenmiş bazı kategoriler içinde yer almış olmaları bakımından ele aldığı ölçüde totaliteryalizme de yaklaşmaktadır.

Kısaca ırkçılık, hiç bir yönden savunulamayacak durumda, insan şeref ve haysiyetine kasteden, parçalayıcı, bölücü; medeni milletlerin kabul edemeyeceği çağdışı bozuk bir felsefeden ibarettir. insanı, insan olarak kabul etmek, insanlığın bir gereğidir.
güncel Önemli Başlıklar