bugün

ah nasıl anlatsam ki bilemedim...

biz dört kişiydik ama günlük nüfusumuz altıyı düşmezdi. çok paylaşımcıydık sözde ama paylaşabileceklerimizi de saymak pek uzun sürmezdi. girenin çıkanın haddini, hesabını! konuşturmayın beni şimdi.

çok acıdır benim hikayem. dört yılımızı kavga gürültü tamamlayabildiğimiz o öğrenci evimizde bir takım bakımsızlık kaynaklı sorunlarımız oluyordu. zaten temizlik fikri bile ev için o kadar lükstü ki fikri sunana kötü gözle bakılırdı bizim evde. ancak bir şey de söylenemezdi tabi. mutfakta biriken demeyelim istiflenen kirli bulaşıklardan bir kaç hafta sonra, "acaba uzayıp giden küf ve mantarların arasından canavar da ürermi" tedirginliği de üstümüzde hep olurdu.

lafı fazla uzatmayayım evimizde öğrenciliğini tamamlayan ben, okulunu uzatan arkadaşlara yoldaşlık yapar vaziyette yaşayıp gidiyordum. tabi öğrencilik halleri devam eden arkadaşları yavaş yavaş yadırgama dönemlerimin de başlamış olduğunu söylemeden geçmeyeyim.

artık evi kapatma dönemi yaklaşmış ve son dönemlerimizi yaşıyorken evimizin tuvalet giderinde meydana gelen sorun yüzünden tuvaleti kullanamaz olduk. ancak banyoda bulunan klozet işimizi görüyordu. bu nedenle de tuvalet konusunu pek sorun etmiyorduk. evden taşınacağımızı ilettiğimiz emlakçımız da yakında evi gelip kontrol edeceklerini söyledi. biz de hayhay dedik, eksikleri çok sorun etmedik. aradan bir hafta geçti ev arkadaşlarım gezmelerdeyken evin kapısı çaldı. kira ödemelerinden tanıdığım emlakçı abla ve emlakçı abimiz, evin o halini görünce ayakkabılarını bile çıkarma gereği hissetmediler. zaten "ne yapıyorsunuz siz!" diyecek olsam da düşeceğim komik durumu düşünüp sustum. evin sağına soluna baktılar, duvardaki boya döküntülerini, kapıdaki kırıkları sordular. boya döküntülerine bahaneler uydurdum ama kapılardaki yumruk göçüklerinin koyu beşiktaşlı arkadaşım tarafından her gol yediğinde geçirdiği yumruklar olduğunu söyleyemedim. deliklerin sayısı neredeyse beşiktaşın o yılki averajına denk geliyordu.

sonra laf döndü dolaştı tuvaletteki soruna geldi ve emlakçı ablamız, "bi bakalım şu tuvalete" dedi. ben de kendimden emin bir şekilde "tabi tabi" diyerek kapıyı açtım. açmaz olaydım!

önce tuvaletin derinliklerinden gelen o beni mahfeden koku yüzümüze tokat gibi çarptı. gördüğümüz manzara ise sadece emlakçı ablayı değil emlakçı abiyle beni bile korkuttu. o koca delikte dikine durmuş ve delikten yukarıya kadar taşmış kuru hacet. inanamadım önce, "bu nasıl olur, hangi mabattan çıkabilir bu?" diye kendi içimde fırtınalar yaşarken emlakçı ablamızın "öfff" deyişi yok mu o beni oracıkta öldürdü desem yeridir. sonra emlakçı abimizin su dökelim şuraya uyarısıyla ben banyoya görev bilinciyle koştum. kovayı dolduruyorum getiriyorum boşaltıyorum "pok" bir türlü gitmiyor. resmen oraya sıçan koca götlünün bokuyla ben savaş veriyorum. boku oradan elinle al poşete koy bu kadar rezil olmazsın. yadırgamalara daha fazla dayanamayarak kapıyı ve konuyu kapattım. depozitoyu alma hayali ise oracıkta tükendi gitti. Yapılan araştırmalar sonucunda bokun sahibini tespit ettik. o kadar büyüğünü yapabilecek tek göt vardı zaten.

evet, dostlar öğrenci evinde yaşanan son iz bırakıcı olayın bu olması da ters zamanda alınmış bir ders oldu.