bugün

Rahmetli anacığımın vefatından sonra defaatle rüyada görüp sıkı sıkı tembih ettikleri aklıma geldi şimdi bir an..sorduk tabi rahatmış gittiği yerde, iyiymiş hoşmuş.
Birader, haşir ve âhireti basit ve avam lisanıyla ve vâzıh bir tarzda beyanını ister isen, öyle ise şu temsilî hikâyeciğe nefsimle beraber bak, dinle: Bir zaman iki adam, Cennet gibi güzel bir memlekete (şu dünyaya işarettir) gidiyorlar.
Bakarlar ki: Herkes ev, hane, dükkân kapılarını açık bırakıp muhafazasına dikkat etmiyorlar.
Mal ve para, meydanda sahibsiz kalır.
O adamlardan birisi, her istediği şeye elini uzatıp, ya çalıyor, ya gasbediyor.
Hevesine tebaiyet edip her nevi zulmü, sefaheti irtikâb ediyor.
Ahali de ona çok ilişmiyorlar.
Diğer arkadaşı ona dedi ki:
"Ne yapıyorsun?
Ceza çekeceksin; beni de belaya sokacaksın.
Bu mallar mîrî malıdır.
Bu ahali çoluk çocuğuyla asker olmuşlar veya memur olmuşlar.
Şu işlerde sivil olarak istihdam ediliyorlar.
Onun için sana çok ilişmiyorlar.
Fakat intizam şediddir.
Padişahın her yerde telefonu var ve memurları bulunur.
Çabuk git, dehalet et." dedi.
Fakat o sersem inad edip dedi:
"Yok, mîrî malı değil, belki vakıf malıdır, sahibsizdir.
Herkes istediği gibi tasarruf edebilir.
Bu güzel şeylerden istifadeyi men'edecek hiçbir sebeb görmüyorum.
Gözümle görmezsem inanmayacağım." dedi.
Hem feylesofane çok safsatiyatı söyledi.
ikisi arasında ciddî bir münazara başladı.
Evvelâ o sersem dedi: "Padişah kimdir?
Tanımam."
Sonra arkadaşı ona cevaben: "Bir köy muhtarsız olmaz.
Bir iğne ustasız olmaz, sahibsiz olamaz.
Bir harf kâtibsiz olamaz, biliyorsun.
Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur?
Ve bu kadar çok servet ki, her saatte bir şimendifer
{(Haşiye): Seneye işarettir.
Evet bahar, mahzen-i erzak bir vagondur, gaibden gelir.}
gaibden gelir gibi kıymetdar, musanna' mallarla dolu gelir.
Burada dökülüyor gidiyor.
Nasıl sahibsiz olur?
Ve her yerde görünen ilânnameler ve beyannameler ve her mal üstünde görünen turra ve sikkeler, damgalar ve her köşesinde sallanan bayraklar nasıl mâliksiz olabilir?
Sen anlaşılıyor ki, bir parça firengî okumuşsun.
Bu islâm yazılarını okuyamıyorsun.
Hem de bilenden sormuyorsun.
işte gel, en büyük fermanı sana okuyacağım."
O sersem döndü dedi:
"Haydi padişah var; fakat benim cüz'î istifadem ona ne zarar verebilir, hazinesinden ne noksan eder?
Hem burada hapis mapis yoktur, ceza görünmüyor."
Arkadaşı ona cevaben dedi: "Yahu şu görünen memleket bir manevra meydanıdır.
Hem sanayi-i garibe-i sultaniyenin meşheridir.
Hem muvakkat temelsiz misafirhaneleridir.
Görmüyor musun ki, her gün bir kafile gelir, biri gider, kaybolur.
Daima dolar boşanır.
Bir zaman sonra şu memleket tebdil edilecek.
Bu ahali başka ve daimî bir memlekete nakledilecek.
Orada herkes hizmetine mukabil ya ceza, ya mükâfat görecek." dedi.
Yine o hain sersem, temerrüd edip: "inanmam.
Hiç mümkün müdür ki, bu memleket harab edilsin; başka bir memlekete göç etsin." dedi.
Bunun üzerine emin arkadaşı dedi:
Madem bu derece inad ve temerrüd edersin.
Gel, hadd ü hesabı olmayan delail içinde Oniki Suret ile sana göstereceğim ki: Bir mahkeme-i kübra var, bir dâr-ı mükâfat ve ihsan ve bir dâr-ı mücazat ve zindan var ve bu memleket her gün bir derece boşandığı gibi, bir gün gelir ki, bütün bütün boşanıp harab edilecek.
Birinci Suret:
Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden mutî'lere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın.
Burada yok hükmündedir.
Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır.
ikinci Suret:
Bu gidişata, icraata bak!
Nasıl en fakir, en zaîften tut, tâ herkese mükemmel, mükellef erzak veriliyor; kimsesiz hastalara çok güzel bakılıyor.
Hem gayet kıymetdar ve şahane taamlar, kaplar, murassa' nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyafetler vardır.
Bak senin gibi sersemlerden başka, herkes vazifesine gayet dikkat eder.
Kimse zerrece haddinden tecavüz etmez.
En büyük şahıs, en büyük bir itaatle mütevaziane bir havf ve heybet altında hizmet eder.
Demek şu saltanat sahibinin pek büyük bir keremi, pek geniş bir merhameti var.
Hem pek büyük izzeti, pek celalli bir haysiyeti, namusu vardır.
Halbuki kerem ise, in'am etmek ister.
Merhamet ise, ihsansız olamaz.
izzet ise gayret ister.
Haysiyet ve namus ise, edebsizlerin te'dibini ister.
Halbuki şu memlekette o merhamet, o namusa lâyık binden biri yapılmıyor.
Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.
Üçüncü Suret:
Bak ne kadar âlî bir hikmet, bir intizamla işler dönüyor.
Hem ne kadar hakikî bir adalet, bir mizanla muameleler görülüyor.
Halbuki hikmet-i hükûmet ise, saltanatın cenah-ı himayesine iltica eden mültecilerin taltifini ister.
Adalet ise, raiyetin hukukunun muhafazasını ister; tâ hükûmetin haysiyeti, saltanatın haşmeti muhafaza edilsin.
Halbuki şu yerlerde o hikmete, o adalete lâyık binden biri icra edilmiyor.
Senin gibi sersemler, çoğu ceza görmeden buradan göçüp gidiyorlar.
Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor...
Dördüncü Suret:
Bak hadd ü hesaba gelmeyen şu sergilerde olan misilsiz mücevherat, şu sofralarda olan emsalsiz mat'umat gösteriyorlar ki: Bu yerlerin padişahının hadsiz bir sehaveti, hesabsız dolu hazineleri vardır.
Halbuki böyle bir sehavet ve tükenmez hazineler, daimî ve istenilen her şey içinde bulunur bir dâr-ı ziyafet ister.
Hem ister ki, o ziyafetten telezzüz edenler orada devam etsinler.
Tâ zeval ve firak ile elem çekmesinler.
Çünki zeval-i elem, lezzet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir.
Bu sergilere bak!
Ve şu ilânlara dikkat et!
Ve bu dellâllara kulak ver ki, mu'ciznüma bir padişahın antika san'atlarını teşkil ve teşhir ediyorlar.
Kemalâtını gösteriyorlar.
Misilsiz cemal-i manevîsini beyan ediyorlar.
Hüsn-ü mahfîsinin letaifinden bahsediyorlar.
Demek onun pek mühim, hayret verici kemalât ve cemal-i manevîsi vardır.
Gizli, kusursuz kemal ise; takdir edici, istihsan edici, mâşâallah deyip müşahede edicilerin başlarında teşhir ister.
Mahfî, nazirsiz cemal ise; görünmek ve görmek ister.
Yani, kendi cemalini iki vecihle görmek: Biri, muhtelif âyinelerde bizzât müşahede etmek.
Diğeri, müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşahedesi ile müşahede etmek ister.
Hem görmek, hem görünmek, hem daimî müşahede, hem ebedî işhad ister.
Hem o daimî cemal, müştak seyirci ve istihsan edicilerin devam-ı vücudlarını ister.
Çünki daimî bir cemal, zâil müştaka razı olamaz.
Zira dönmemek üzere zevale mahkûm olan bir seyirci, zevalin tasavvuruyla muhabbeti adavete döner, hayret ve hürmeti tahkire meyleder.
Çünki insan, bilmediği ve yetişmediği şeye düşmandır.
Halbuki şu misafirhanelerden herkes çabuk gidip, kayboluyor.
O kemal ve o cemalin bir ışığını belki zayıf bir gölgesini, bir anda bakıp doymadan gidiyor.
Demek bir seyrangâh-ı daimîye gidiliyor...
Beşinci Suret:
Bak bu işler içinde görünüyor ki, o misilsiz zâtın pek büyük bir şefkati vardır.
Çünki her musibetzedenin imdadına koşturuyor.
Her suale ve matluba cevab veriyor.
Hattâ bak, en edna bir hâcet, en edna bir raiyetten görse, şefkatle kaza ediyor.
Bir çobanın bir koyunu, bir ayağı incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor.
Gel gidelim, şu adada büyük bir içtima var.
Bütün memleket eşrafı orada toplanmışlar.
Bak, pek büyük bir nişanı taşıyan bir yaver-i ekrem bir nutuk okuyor.
O şefkatli padişahından bir şeyler istiyor.
Bütün ahali: "Evet, evet biz de istiyoruz" diyorlar.
Onu tasdik ve teyid ediyorlar.
Şimdi dinle, bu padişahın sevgilisi diyor ki:
"Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız!
Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet.
Bizi bu çöllerde mahvettirme.
Bizi huzuruna al.
Bize merhamet et.
Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.
Bizi zeval ve teb'id ile tazib etme.
Sana müştak ve müteşekkir şu mutî' raiyetini başı boş bırakıp i'dam etme." diyor ve pek çok yalvarıyor.
Sen de işitiyorsun.
Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah, hiç mümkün müdür ki; en edna bir adamın en edna bir meramını ehemmiyetle yerine getirsin, en sevgili bir yaver-i ekreminin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin?
Halbuki o sevgilinin maksudu, umumun da maksududur.
Hem padişahın marzîsi, hem merhamet ve adaletinin muktezasıdır.
Hem ona rahattır, ağır değil.
Bu misafirhanelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelmez.
Madem numunelerini göstermek için beş-altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu.
Elbette hakikî hazinelerini, kemalâtını, hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak.
Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başı boş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar...

Altıncı Suret:

(il ahir)
Haşir - 5
Her şey öldükten sonra başka bir alemin olduğu an ruhun serbest kaldığı zamanda başlayacak. Ölüm son değildir elbette. Kur'an mucizesini bir insan yazmış olamaz. Gelecekten haber veren bu kitap semavi bir özelliği kalbinde barındırır. inanana tabiki.
görsel
(img:#1933216)
müslümanların hiç şüphe duymadan inanması gereken, kişinin yaptıklarının neticesinde şekillenecek yaşamdır.
düşünülenmi ? var olan var .
(bkz: kop kop kop)